• 34
    en son 96-00 arası, hatta zamanı daha daraltırsak 98-00 arası bizde olan şey. elbette fatih hocanın üçüncü döneminde de vardı ama ilk dönemi kadar yine olmadı.
    takım halinde disiplin, karakter, inanmışlık, adanmışlık, aidiyet, çalışma gibi faktörleri takım halinde bir araya getirdiğinizde takım ruhu ortaya çıkıyor. açıkçası takım şampiyon olduğundan değil ama 18-19 sezonunun ikinci yarısından itibaren emarelerini gördüğümüz şeyler çokça var, bu takım ruhu için gerekli olan faktörlerden.
    zaman zaman piri, tudor gibi kondisyon haberlerini duysak da benim en son hatırladığım ve unutamadığım bir haber var kondisyon konusunda. hocamızın ilk döneminde sezon öncesi hazırlık kampında takımı kumda koşturuyordu. antrenmanı orada yaptırıyordu. en azından haberlerini hatırlıyorum.
    şimdi de bartali’yi konuşuyoruz. bugün itibariyle son yapılan antrenmanda göl kenarında koştururken takıma galatasaray marşları şöyletmiş. neden bilmem beni çok mutlu etti bu durum.
    yine takım ruhu için karakterli nokta transferler...
    ilk dönemini zaten biliyoruz hocanın. üçüncü döneminde mesela yabancı sınırı olmasına rağmen riera’yı almıştık ve emre çolak’ı kesememişti ama neyseki sol bekte değerlendirdik kendisini. elemander tanımayanlar için tam sürpriz bir performans olmuştu. melo-ufa-nando gibi transferleri dışarıda tutuyorum. ama sonraki dönemde yine gereksiz yabancı transferlerimiz çok oldu. abi pandev geldi bir ara takımı ya. neyse bu yaz ise daha nokta yabancı transferler geldi ve geliyor haberleri çıkan kişiler de aynı şekilde nokta isimler, en azından bir çoğu.
    marcao’ya messi mi ronaldo mu diye soruyorlar belhanda diyor.
    hemen olmaz ama yönetimle olan bu uyum, hocanın hırsı isteği ve takım ruhu doğru yönde oldukça daha da güzel günler göreceğiz inşallah.
    dipnot: biraz romantik bir girdi oldu sanırım ama bu şekilde hissettim, gördüm ve bu coşkumu sa siz değerli arkadaşlarımla paylaşmak istedim.
  • 35
    (bkz: 3 nisan 2021 hatayspor galatasaray maçı)

    ben uzun yıllardır bu kadar aciz bir takım gerçekten izlememiştim.

    oyun olarak sistem olarak geçtim rakip takım birkaç kere tekme tokat girmesine rağmen muslera dahil bir tane sesini çıkartan görmedim. nasıl bir ölü toprağı var üzerimizde ben anlamıyorum.

    ilgili pozisyonda adam şener’e beyin kanaması geçirtecek şekilde ensesine indiriyor, bizim takımdan bir allah’ın kulu hop hayırdır birader demiyor. yahu hadi takımı geçtim, şener bile sesini çıkartmıyor.

    https://www.instagram.com/...igshid=1hce1qmb4g9mo
  • 16
    ''ben, okan, emre, tek tek bakıldığında belki çok şey ifade etmiyorduk, ama üçümüzün ortasına düşenlere dünyayı dar ederdik'' suat kaya bir programda geçmişteki takımı anlattı. o takımdı, şimdi ki de takım. ''bizim işimiz , top bizdeyse kazasız belasız, tam konsantre durumda, en diri pozisyonda topu hagi'ye aktarmak, top rakipteyse topu kullanan futbolcuyu canından bezdirmekti'' belki tam olarak böyle demedi, ama ben böyle anladım. suat kaya hiç bir şey söylemese bile ben böyle olduğundan emindim.'' o sezon, ben ve okan 65'er maç oynadık'' türkiye'de değil bir futbolcu, bir takım bile hazırlık maçları dahil o kadar maç oynayamadı, bir daha da asla oynamayacak.

    o takım dağıldı, dağılan futbolcular değildi, sonuçta futbolcular elbet bir gün doğal olarak ortadan çekilecekti zaten. dağılan futbolcular olsaydı işimiz kolaydı, toplardık, toplayamıyoruz, acı çekiyoruz, çünkü takım dağıldı. ben imkansız diyorum da, aramızdaki iyimserler için zorluyorum kendimi, galatasaray geri gelir mi? o büyük takım(ruhu) hadi bizden geçti, yeni nesilleri, küçük galatasaray'lı çocukları coşturabilir mi? misal şimdinin 5-10 yaşındaki çocuklarının 10-15 sene sonraya taşıyacakları galatasaray nasıl olacak?

    16 lig, sayılırsa 9 yabancı takımlarla ve bir kupa maçı izlettirdiler bizimkiler, bize. geldiğimiz, getirilen nokta, gidilecek yollar bizi mutlu ediyor mu? umut var mı? seyrettiğimiz takım mı? takım diyorsak sorun yok, o zaman hedefimiz iyice küçülmüş sayarız kendimizi. 30 sene geriye gidilerek de galatasaray'lı olunur. ara sıra gelen şampiyonluklarla, ara sıra atlanan turlarla avuturuz kendimizi. ''en büyük biziz, en çok taraftar bizde'' deriz, havaya laflar eder, yürür gideriz. bir de başka bir görüş var elbet, en azından daha önceki büyük maceraların baş aktörü sayıyorsak kendimizi, söyleyecek çok şeylerimiz var. ve ben işte çok şeyler söylemek isteyen, bıraktığımız takımı tekrar çağıran, oynanan futboldan bağımsız, futbolculardan soyut, galatasaray'lılık la ilgili varsa bir şey imbiklerle süzüp başkalarına aktarmak istiyorum.

    10 sene önceki bir tribün resmini, televizyonlarda gösterilen eski bir maçtaki kapalı tribünü seyredin, çünkü lafın tamamını anlatmak istemiyorum. lafın tamamı akıllıya anlatılmaz. hepiniz ne demek istediğimi ben demeden de anlarsınız. 300 prostatlının seçtik dediği, bizden tek farkları çok paraları olan galatasaray'lıların yönet(eme)tiği sevgili takımımız, seneler geçtikçe bizden uzaklaşmaktadır. aynı zamanda biz de takımdan uzaklaşmaktayız. artık tribünlerde gol sesi neredeyse hiç çıkmamaktadır. nerede o gol olduğu zaman kendimizi yerlere attığımız maçlar? nerede o bağırdıkça coşan, coştukça bağırttıran takım. ne yazık ki artık o takım olmayacak. galatasaray elbet şampiyon olacak, elbet elediğimiz avrupa takımları sıraya girecek, ama sokağa döküleceğimiz günleri beklemeyin arkadaşlar.

    umutsuzluk aşılıyorum, moralinizi bozuyorum diye düşünmeyin sakın. ben böyle düşünüyorum diye doğru olmayabilir bütün bunlar. ben kafaya taktığım şeyleri bir kez daha anlatmak istiyorum sizlere. bu günkü kadro yapısıyla, bu futbolcular bütünlüğüyle ben takım olamazlar tezini savunuyorum.

    düşünün futbolcumuzun biri, tanjantla, hipotenüsle, pergelle, iletkiyle, mikroskopla, cetvelle, şeffaf minkaleyle maç oynarken, aynı maçta başka bir futbolcumuz tamamen iç güdüyle futbol oynuyor. bir futbolcuda alberto ainstain beyni varken, bir diğerinde beyin bile yok. nasıl bir armoniyle birlikte takım oyunu oynayacaklar? sıralamayı oluşturan rakamlara bakarsak, çok önceden çeşmeye yolladığımız çocuğu dövmüştük, testi kırıldı artık. bir tarafta ligin en çok gol atan takımı, aynı zamanda ligin en çok gol yiyen takımı nasıl olabiliyor? elano-kewell-arda-baros-keita'dan tamamının oynayacağı 10 maçtan 10 unda, bunlardan 4 ünün oynadığı 10 maçtan 9 unda gol atarız. ancak aynı zamanda, sabri-gökhan-servet- balta'nın oynayacağı 10 maçtan 9 unda kesin gol yeriz. ben hala buradayım, isterseniz bana iyice kızın, bu defansla bu forvetin oluşturduğu takım, takım falan olamaz. kimseye zevk vermez, attılan gollere coşkuyla sevinilmez, yenen gollere, alınan yenilgilere fazlaca üzülünmez. o zaman da takım ruhundan bahsedilemez.

    istatistikler tutuluyor artık milimetrik hem de. futbolcuların koştuğu kilometre bile yazılıyor. bu şartlarda bugün var yarın yok olan futbolcular, kendi istatistiğini geliştirmeye çalışıyor. kaç maç oynamış, kaç gol atmış? son anda acaba bunlar mı geliyor futbolcuların aklına? futbolcuları arasındaki uçurum kalite farkı var. geçen sene kewell kulübedeyken yaser oyundaydı, bu nasıl bir hoca taktiğidir? diyelim ki taktiğin başarılı oldu ve 3 puan kazandın, ne kaybettiğinin farkındamısın?

    başa dönelim isterseniz, okan, suat'ın gerisinde kalmamak için iyi oynamak mecburiyetindeydi. suat, emre'den daha çok koşabildiği sürece o büyük takımın değişmez futbolcusu olduğunu biliyordu. hakan şükür, en umutsuz anlarda hagi'nin bir şeyler yapabilme ihtimalini hiç aklından çıkarmıyordu. o yüzden hep diri kalıyordu. takım yenilse de teslim olmuyordu. şimdi bakıyoruz takıma, aydın'ın keita'dan, mustafa sarp'ın elano'dan daha iyi futbolcu olma ihtimali var mı? olmayan ihtimal, verimi düşürüyor olamaz mı? yani bir yarışta, geçemeyeceğin garantiyken canın koşmak ister mi?

    takım olmak demek illa ki oynayacağın her maçı kazanmak demek değil, ben takım olalım da şampiyon olalım demiyorum. inanın umurumda bile değil şampiyonluk, netice, skor tabelası. galatasaray'ın farkı var başka takımlardan, olmalı. galatasaray'lı tuttuğu takımı, takım olarak görmediği zaman mutlu olamıyor. takım içeirsinde çeteleşmeye, adam seçmeye, adam dışlamaya karşı çıkar. ruhsuz, gamsız futbolcuyu sevmez. baros tekmeyi yediği zaman, kewell '' aaaahhhh'' diye bağırmalıdır onun gözünde.

    surinamlı var diye örnekleri barcelona'dan veriyoruz. barca'nın beki dany alves ile hücumcusu messi arasındaki farkla, kewell ile servet'in arasındaki fark aynı mıdır?

    yapılacak iki şey var yani bana göre, yapılmayacak olan tabi ki,
    1- ya mevcut bütün savunma futbolcularını, atak futbolcuların kalitesine getireceksin.
    2- ya da daha kolay yolu seçip, büyük futbolcuları küçük futbolcular seviyesine düşüreceksin.

    belki de büyük surinamlı, elano'yu, keita'yı aynı gerekçelerle oynatmayıp, aydın'ı, barış'ı oynatmaktadır. yani çocuklar, taktığımdan değil, inanın servet aynı zamanda bizim eski mahallenin çocuğudur, kendisini hepinizden daha çok severim. ama servet'le elano aynı takımda olmaz, olursa o takım takım olmaz. iyi oynayamaz, yener yenilir ama iddia ediyorum iyi oynayamaz.

    bir gün eğri doğruya gelir de, takımı üst düzey 5- 6 futbolcuyla beraber, onlara en azından asistanlık edebilecek klasta diğer bir 5-6 kişi oynadığı zaman seyredersen beni hatırla. ya da aç eski defterleri, tarih kitaplarını 2000 yılındaki takıma bak.
App Store'dan indirin Google Play'den alın