• 502
    35 yaşındayım. 2 ay önce hayatımda ilk defa ilişkim oldu. uzak mesafe ilişkisi. her gün konuşuyorduk, hatta bir hafta sonu yüz yüze görüştük. her şey güzel giderken son bir haftadır mesajlara cevap vermemeler soğuk davranmalar, bugünde ilişkiyi bitirdi. bitirme nedeni ailevi sorumlarım var kendime daha çok vakit ayırmak istiyorum. üzgün değilim ilişki başlar biter ama her şey iyi iken niye bitti şaşırdım.
  • 503
    çok büyük bir hedefim vardı. 2 sene önce ona ulaştım. hedefe ulaşmak büyük mutluluk ama bir kaç sene sonra artık o da yetmiyor sanırım. benzin gibi bir yere kadar götürüyor sizi. son 6 aydır kimseye belli etmeden içten içe ciddi bir bunalım yaşıyorum. nasıl desem yapmaktan keyif aldığım hiçbir şey keyif vermiyor. her şey ezbere dönmüş gibi. iş, sosyal hayat, hobiler… sevgilimden ayrılalı çok zaman geçti, arkadaşlarımla da eskisi gibi buluşmak içimden gelmiyor. ve bu kısır döngünün içinden çıkamıyorum. işten eve evden işe bir döngüye girdim. dışarı çıktığımda da ya yalnızım ya da görüşmenin eskisi kadar tat vermediği bir ya da iki arkadaş en fazla. her şey gelip geçicidir diye avutmaya çalışıyorum kendimi. belki daha mutlu olacağım günler vardır. ama şu an hayattan zerre tat almıyorum. bu duvara da içimi dökmek istedim. sezen aksu şarkısındaki gibi “yosun tutmuş duvarlara yazılmış günler gibi”.
  • 506
    bu başlığa yazayım istedim. biraz dertleşelim...

    sakinleşelim, birbirimizi gazlamayalım diye en yakınlarımızla bile haberleşmiyoruz. ama böyle de zor oluyor. yalnız da kaldık ve girmem iki gün dememe rağmen sözlüğe sığındım. uzun yazacağım sanırım. okumazsanız da canınız sağ olsun. yazmak bile iyi gelecek şu anda bana. belki sonra silerim hatta... ama belki bu arada okuyup da aynı ahvalde olan birine ulaşır moral olur.

    bugün günlerden salı. artık toparlanmamız gerekiyor. herkes nasıl becerebilecekse öyle yapsın lakin toparlasın renktaşlar. toprağa mı basarsınız, namaz mı kılarsınız, yüzer misiniz, film mi izlersiniz, çekirdek mi çitlersiniz, sevişir misiniz, içer misiniz bilemem. ama artık bu ruh halini hepberaber aşmamız lazım.

    neşemiz kaçtı, kabul. iki gündür keyfim yok benim de. zorla işe geldik çalışıyoruz; zoraki sohbet ediyoruz onlardan olan iş arkadaşlarımızla; mecbur gülümsüyoruz kabul edilebilir taşlamalara; istemeye istemeye bakıyoruz sosyal medyaya. dişlerimizi sıkıyoruz iki gündür.
    sadece maçtaki başarısız futbolumuza canımız sıkkınken bir de üstüne bütün sezon yaşananlara tüy dikme gibi, haberlerden anlaşılan o ki resmi polislerin koruma kalkanıyla, ayık olmadığı her halinden belli zengin, şımark ve kontrolünü kaybetmiş başka bir zat stadımıza haneye tecavüz yapabiliyor. hakaretlerine o şekilde devam edebiliyor. emekçileri darp edebiliyor. ve hiç bir şey olmamış gibi hayat devam edebiliyor.

    kız arkadaşım fenerli. yakından takip etmese de hakim genel gidişata. normalde bu konulara girmez ama başka bir konudaki basit bir serzenişime karşı atak olarak hemen konuyu mağlubiyetimize getirdi. galip gelmeyi hakedecek bir oyun oynamadık ama öncesinde ve sonrasında başta fırıldak başkanları tarafından yapılanları anlatmaya çalışınca da onlar saha dışı, suçlu varsa cezasını alır vs vs vs gibi laflarla o taraftan soyutladı kendini haliyle.

    ama biz biliyoruz ki adalet olmayacak. suçluların ve terbiyesizlerin yaptıkları yanlarına kâr kalacak ve tahrikler devam edecek biliyoruz. hepimiz –tabir-i caizse– intikam istiyoruz. bunun en güzel yolu silkinip kendimize gelmek ve şampiyon olmak. ben fanatik değil ama iyi bir galatasaraylı olarak tanımlıyorum kendimi. aranızda benden çok daha iyi galatasaraylılar var biliyorum. bunları okurken içinden “kafa açtın!” diyen de var elbette. ama bir şey daha biliyorum ki hepimiz için dün dünde kaldı. bugün de geçecek.

    bu satırları iş yerinde yazıyorum. gözlerim dolu dolu kendimi sıkmaktan. ofisin önünden geçerken insanlar görmesin diye ciddi bir yüz ifadesi takınıyorum bunları yazarken. en son çayhaneden çay alırken hâlâ kendilerine adaletsizlik yapıldığını iddia edecek iq seviyesine sahip bir başka mühendise ve çaycımıza yükseldim. pek ters konuşabilecekleri bir pozisyonda olmadığım için konu kapandı ama hepimiz biliyoruz ki ne çaycısı ne mühendisi ne sanatçısı ne aşçısı ne terzisi ne zengini ne fakiri ne ne ne konu futbol olunca laf anlar. o sebeple eş, dost, akraba, sevgili, tanıdık kim olursa olsun. artık bu konuyu kendi tarafımızda kapatalım derim. çünkü anlamayacaklar, anlamak istemeyecekler.

    biz hakedecek oyun oynamadık onlar haklı kazandı diyebilecek karakterde insanlarken, onlar ki en yakınımızda bile olanlar diğer rezillikleri sessizce (belki hoşlarına bile giderek) izleyecekler. bizi üzecek fırsatları boş geçmeyecekler. muhtemelen sonrasında nedamet de duymayacaklar. o sebeple bu konuyu bireysel ya da toplu olarak içimizde aşmamız lazım.

    teknik ve taktik konuları da bırakalım bence. o analizleri ve son maç hazırlıklarını okan hoca ve ekibi yapıyordur. yapmalıdır. futbolcu gömmeyi de bırakalım. hele oy hakkımız olmayan ve temsil edilmediğimiz bir yönetime laf yetiştirmeyi de bırakalım. benim işim sevmek. ben seviyorum. hem de bir yerlerden mezun oldum diye değil. kalamışta gidip yemek yiyemeyeceğimi, adaya gidip şarap içemeyeceğimi bile bile... gönülden seviyorum. kırmızı seviyorum. sarıyı seviyorum. benim işim desteklemek. az, çok, maddi, manevi...

    desteklemeye, sevmeye devam renktaşlar. hayat, lig, şampiyonluk şansımız ve sevdamız devam ediyor.

    tutun ki, işler ters gitti? o zaman daha çok üzüleceğiz. şüphe yok. buna herkes hazır olsun. fakat kimse buna hazırlanmasın, çünkü biz galatasaraylıyız! daha önce yaptık, yine yapacağız. onlar bizi yendiği için sevinirken biz stad emekçilerimizle kupa kaldıracağız.

    kırmadan dökmeden, sevmeye, desteklemeye, onların hayallerine, bizim gerçeklerimize devam!

    bu hafta geçince basketbola, voleybola, diğer branşlara, gsstore’a, seçime ve bütün sorunlara geri döneriz. şimdilik tek ihtiyacımız olan şey konsantrasyon.

    sağlıcakla kalın renktaşlar.
  • 507
    19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçında yenilince kişisel olarak bana koymadı önemsiz bir ayrıntı olacak, sonuçta kadıköy'de kupa kaldırmış takımız.
    tek üzüldüğüm konu şu oldu 4 yaşında oğluma galatasaray'ı öğretmeye çalışıyorum vs top oynuyoruz fener'e karşı bol gollü maçların özetini falan izletiyorum ilk önce düşman olarak tanıttım ama gerek yok sonra yumuşatıp rakip olarak tanıtıp devam ettim parka falan gidiyoruz ben galatasaray'ım şampiyonuz vs her şey çok güzel diyorum ki içimden akşam arabayla tura vs çıkarız ve sonuç rezalet. çocuğu kreşe götürürken, kreşte bir tane belli ki babası fanatik biri olan çocuğu fenerbahçe forması ile önceden görmüştüm getirirken ama daha bizim çocuğu işlemeye alamadığım için sıkıntı yoktu. tahmin ettim forma ile geleceğini o çocuğun yapacak bir şey yok. sonuç akşam çocuğu almaya gittiğimde o aklı ile baya baya kavga etmiş biz şampiyonuz, fenerbahçe düşmanımız sen hatalısın vs diye bizim ki biraz da ısrarcıdır illallah ettirir iyi ki tanık olmadım. neyse akşam biraz yatıştırmaya çalıştım biz birinciyiz onlar ikinci herkes farklı takım tutabilir vs anlatmaya çalıştım. buda bir gelişim özelliği sonuçta hayatın içinde bunları öğrenmesi lazım ama ne yalan söyleyeyim üzüldüm.
  • 508
    19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçından beri hala kendime gelemedim. ne işlerimi yapabiliyorum ne kafamı toplayabiliyorum. maçtan sonra sözlüğe girme gücünü anca bulabildim. şimdiye kadar bilindik fenerlilerin paylaşımlarına bakarak kendimi cezalandırdım. takip ettiğim yazarlardan gurrpegi pilot olmuş, mocuishle sağolsun kendini ortaya koymuş, pivot santrfor (kullanıcı) konsantrasyon entryleri girmiş.

    ne dersek diyelim şimdiye kadar alay ettiğimiz fenerbahçe camiası, ali koçla, ismail kartalla, mert hakan yandaşla kendilerini tek maça konsolide ettiler ve kazandılar. bizim kaybetmemize ise neden bulamıyorum. eski maçları hatırlıyorum, ne 26 mart 2000 galatasaray fenerbahçe maçına ne 22 nisan 2012 galatasaray fenerbahçe maçına benziyor bu maç. adını rehavet mi koyalım, kibir mi diyelim, şımarıklık mı yoksa, bilemiyorum.

    sonuçta fener'in hedefi her zaman galatasaray'ı yenmek bizim hedefimiz ise şampiyon olmaktır. bundan başka bir avuntu bulamıyorum. florya'da bu hafta ne yaparlar bilmiyorum ama hakkımız olan şampiyonluğu alacağız. biliyorum ki kupayı görünce kızgınlığım ve can sıkıntım geçecek ve ilerde bu mağlubiyet yine bizim için bir motivasyon kaynağı olacak. fener içinse bu galibiyet umarım ali koç'a başkanlık, ismail kartal ve mert hakan'a yeni bir sözleşme getirir ve başarısızlıklarla dolu dönemin devamı olur.

    okan hocamıza ve futbolculara bu sezon bize yaşattıkları mutluluklar ve rekorlar için şimdiden teşekkür ederim ama iş bitmedi. başarımıza gölge düşürmelerine izin vermemeliyiz. şimdi liderlik zamanı. galatasaray'ın müzesine bir kupa daha kazandırma zamanı. bu saatten sonra rekorların, gollerin, serilerin, krallıkların, başkanlıkların hiçbir önemi yok! bizim için neyin önemli olduğunun farkına varmamız gerekiyor.

    (bkz: kendinize gelin buradan sahaya kadar)
    (bkz: konsantrasyon)
    (bkz: hedef 24)
    (bkz: allah yardımcınız olsun)
  • 510
    galatasaray futbol takımı ile ilgili bir şey görmek, duymak ve okumak istemiyorum. inanılmaz bir hayal kırıklığı içinde bıraktılar bizi, kendilerini affedemiyorum. konyaspor'a 40 tane de atsalar bize yaşattıkları utancı asla unutmayacağım.

    yazıklar olsun be.. sikmişim şampiyonluğunu. kişiliğiniz için, gururunuz için, ulan hepimiz için oynamanız gereken maçı kişiliksiz bir oyunla ve rezaletle kapattınız. yazık kere yazık. konya maçı için konsantrasyonmuş, hadi canım sen de....
  • 511
    maçı 80. dk da kapattım olacakları bildiğim için. elimden geldiğince de konya maçının başlangıç düdüğüne kadar bizle ilgili herhangi bir haber, olay veya açıklama görmekten kaçınacağım. şimdiye kadar başarıyla sürdürdüm. yoksa diğer türlü kafamdan atmamın imkanı yok pazar gününü.

    konya maçını da alırız bu arada onu da belirteyim.
  • 512
    geçen hafta oynadığımız maçta * golü yiyince biramı alıp mekandan dışarı çıktım. mekanların olduğu sokakta takıldım, maçın kalanını izlemedim, izleyemedim. maçtan sonra şu entryi yazdım. (bkz: galatasaray sevgisi/#3932130) bunun üstüne sözlüğe 1 haftadır birşey yazmadım.

    1 haftadır spor programı izlemedim, youtube yayını izlemedim, tvde haberlere bakmadım zaten tv izlemiyorum. ailemin yanına yemeğe gittiğimde tvde derbi ile ilgili haber çıkınca kanalı değiştirdim. ekşi sözlüğe girdim, maçla ilgili başlıklar görünce kapattım. twittera girdim, saniyeler sonra çıktım. evde pcyi açmadığım akşamlar oldu. son 1 haftada 2 tane kitap okudum. son 1 hafta bana 1 ay gibi geldi. galatasaray sözlük'te bile yangıncı taraftar yüzünden doğru düzgün entry okuyamadım. takip ettiğim dostların entryleri okuyup güç alabildim sadece.

    2005-2006 sezonunu, birinci dereceden tüm iliklerine ve hücrelerine kadar yaşamış ruh hastası galatasaraylı olarak üzülerek yazıyorum ki bugünkü maçı * izlemeyeceğim. bunun sebebi tövbe haşa takıma, hocaya, tövbe tövbe kulübe küslük falan değil. yüzde 99 totem, yüzde 1 sağlık tansiyon kontrol amacıyla izlemek istemiyorum. 2 saat boyunca telefonu uçak moduna alacağım, 21:00 gibi online olacağım eğer bir aksilik olmazsa.

    kaç gündür maç ile ilgili kendimi etkileşime sokacak ortamı sağlamadım ama bugün sabahtan beri izlediğim videolar ve dinlediğim şarkılar yüzünden acayip duygusal oldum. saatlerdir ağlamaklı bir durumdayım. yanımda hiçbir şeyeeee diye bağırsan oturur hıçkıra hıçkıra ağlarım o derece. bunları yazarken bile göz yaşlarımı zor tutuyorum.

    sonuç ne olursa olsun takımdan razıyım. okan hocadan razıyım. hakkım varsa helal olsun.

    sonsuza dek sürecek bizim aşkımız. biz galatasaraylıyız.
  • 516
    sevgili sözlük, epikriz tadındaki bir gencin duygularıyla beraber mücadelesini içeren bu yazı kader kavramıyla erken yaşta tanışıp mutluluğu, neşesi, hayalleri, rüyaları elinden alınan herkes adınadır…

    ben herkesin tanıdığı bildiği ünlü biri değilim, bir düşünür veya yazar da değilim. kendince sıradan bir hayatı olan ama neşe dolu bir insandım. ta ki 2013 ün eylül ayına kadar. o kara dönemde belki de hayatımın akışı komple değişti. çünkü kader kavramı benim hayatıma girmişti ve ben bunu daha önce hiç test etmemiştim. o zamana kadar her şeyi hırsıyla, öfkesiyle, azmiyle, zekasıyla yenebilen ben, bacağımdaki en tehlikeli kanser türlerinden biri karşısında ilk kez çaresiz kalmıştım. çünkü karşımdaki elle tutulabilen, gözle görülebilen bir varlık değildi malesef. tek düşünebildiğim, ben kime ne yaptım da bunlar benim başıma geldi cümlesiydi. çünkü o zamanlar odtü’de hayatımın en mutlu dönemini yaşamakla meşguldüm. yurt odasında, kampüste her şeyi arkadaşlarıyla gülerek, eğlenerek göğüsleyen, yeni bir duygusal yakınlaşmanın başında olan bana, hayat ilk kez acı tokadını atmıştı. işin ciddiyetini tam olarak idrak edemeyecek bir yaşta ve kafa yapısındayken doktorumun şu cümlelerini hala dün gibi hatırlıyorum; “şanslıyız ki genç ve sporcu bir vücudun var, bu sayede tedaviyi daha kolay göğüsleyebilirsin. biliyorum yaşın daha ufak ama bu sürecin sonunda çok olgunlaşacaksın.” peki erken yaşta olgunlaşıp olgunlaşmama isteğim bana sorulmuş muydu, belki ben hala çocuk kalmak istiyordum. peki ya ben onca sporu bu hastalıkla cebelleşmek için mi yapmıştım? işte kafamdaki tüm bu soruların tek bir ortak noktası olduğunu sonradan farkedebiliyordum; kader. şimdi dönüp bakıyorum da ne şanslıyım ki çevremde güzel insanlar vardı. uzun ve zorlu geçen bir yıllık karantinamın ardından (ben karantinayla ilk kez covid döneminde tanışmadım malesef), ilk öğrenimlerimi kazandım. mesela insanları dış görünüşüne göre değerlendirmemenin ne demek olduğunu bizzat kendim yaşayarak öğrendim. çünkü bir sene boyunca aldığım tedaviden dolayı uzun kıvırcık saçlarım, sakallarım, kirpiklerim döküldü ve ben bereyle ve maskeyle dolaşmak zorunda kaldım. kampüste 100 m uzaktan beni tanıyan insanların yanından bir yabancı gibi beremle geçtiğimde farkedilmemek, ilk tecrübem olmuştu. hele ki maske taktığımı gören bazı insanlar, kendini benden korumaya çalışırken ben ona diyemiyordum ki asıl ben kendimi senden korumak için bu maskeyi takıyorum. diğer bir öğrenimim de gerçek ve doğru dostların zor bulunduğu ve onların kaybedilmemesi gerektiğiydi. çünkü bir yıllık ev hapsimde ellerinden geldiğince ve vücudum izin verdiği müddetçe beni dışarda eğlendirmek için didinip durdular.

    bu ilk dönem tabiki benden çok fazla şey de götürdü. çok sevdiğim basketbolu bacağımdan dolayı oynayamayacak duruma gelmiştim. koşma, atlama, zıplama artık benim dünyamda yoktu. yürüyüşüm bacağımdaki kemik çimentosundan dolayı değişmişti ve yanlarından geçtiğim insanlar farklılığımdan dolayı bana bakıyorlardı. zamanla bu bakışları önemsememeyi öğrendim. yavaş ve dikkatli hareket etmesi gereken biriydim ben çünkü bacağımda her an infilak edebilecek saatli bir bomba taşıyordum. bana neden böyle yürüyorsun yeğenim şeklinde gelen taksici sorularına da her seferinde farklı cevaplar uydurmayı öğrendim. bazen halı sahada düşüyordum, bazen beton zeminde düşüp kalçamı kırıyordum. bazen de doğuştan kemik çıkıntısı diyip geçiştiriyordum. bazı şeyleri açıklamak artık bana yorucu ve zaman kaybı gibi geliyordu çünkü.

    seneler 2016 ya geldiği zaman yine hayatımı yavaş yavaş düzene sokup durumuma alışmaya başlayıp kabullendiğim dönemlerde ilk büyük ameliyatımı oldum. saatli bombamı çıkarıp yerine metal bir aksan olan protezin konulmasına karar verilmişti, ancak bu süreç yazıldığı kadar kolay olmayacaktı. ameliyatın ardından uzun bir süre rehabilitasyon için fizik tedavi gördüm ve hareket kabiliyetim daha fazla kısıtlandı. ilk kez bu dönemde hastane odası benim ikinci bir evim gibi olmaya başlamıştı. yürüyüşümdeki aksaklık artık daha büyük boyutlara ulaşmıştı ve haliyle daha fazla dikkat çeker bir hal almıştım.

    2019 senesinin kasım ayında yine tam yeni durumumu kabullenip özel hayatımı düzene sokmaya çalışırken ve bedenimi yüzme sporuna göre adapte etmişken bu sefer bacağımdaki metal arkadaşın enfeksiyon sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kaldım. ağrı 2013 senesinden beri benim yoldaşım gibi bir şeydi zaten ama bu dönemde protezimin çıkması durumundan dolayı yaşadığım acı, beni çok zor durumda bırakıyordu. bunun takibinde metal arkadaşı yenilemek zorunda kaldık ve ben yine sil baştan bir düzen oturtmak durumundaydım. çünkü bu sefer metal arkadaşın yanına lenf ödem denilen bir nalet eklenmişti ve bacağım normal boyutlara göre daha fazla şişiyordu.

    2022 senesinin yaz ayları, belki de hayatımın son mutlu günleri. uzun zaman sonra organize olup gittiğim datça tatilimin burnumdan geleceği aklımın ucundan bile geçmezdi. devamında çekeceğim devasa boyutlardaki ağrıyı tahmin bile edemezdim. şiddetli ağrılarımdan dolayı apar topar kaldırıldığım hastane odasından hergün normalde bir insanın hayatını değiştirebilecek düzeyde olan başka başka haberler alıyordum. gözlerimdeki bütün yaşları 2013 senesinde akıttığımı düşünen beni bile şaşırtacak derecede hala yaş kaldığını farketmiştim. bir gün lenf nakli ameliyatı planlarken, diğer gün kanserimin nüksettiğini öğreniyorum ve saçlarımı sıfıra vurduruyorum. ertesi gün de acilen riskli bir ameliyat olmam gerektiğini ve bacağımdaki sinir hücrelerinin tümörler tarafından sarıldığı bilgisini bana aktarıyorlardı. tabi günde 4 doz morfin ve antibiyotik alırken, çok çok şiddetli bir ağrı ile bu haberleri öğrenmek işin cabası. bu sefer işimin zor olduğunu biliyordum, çünkü eski gücüm yoktu. uzun zamandır hayal kurmayı bırakmıştım. çünkü ne zaman bir hayal kursam ya da başıma iyi birşeyler gelse, biliyorum ki kendimi yine hastanede bulacaktım. 30 yaşında ve hiçbir hayali olmayan bir insan olmak belki de bu uzun sürecin tahmin edemeyeceğim en acı sonucu olmuştu. çünkü artık ağrısız, huzurlu bir uykum bile yok. tek arkadaşım morfinler olmuştu.

    30 ekim 2022 sabahında öğrendim ki o gün sağ bacağımla belki de diğer vücudumla son günümdü. ertesi gün ölüm riskinin dahil olduğu büyük bir ameliyata girecektim. en acısı da bu ameliyatla ilgili onay formunu kendi ellerimle doldurmamdı. insanın kendi ölüm fermanını kendi imzalaması söyleyişini fiziken gerçeğe dönüştürmüş olmuştum. yazının başlığı da “amputasyon izni” olarak seçilmişti. tek tek her kelimesini kendi ellerimle yazmıştım fermanımın. belli ki hayat artık bana en sert kozlarını oynuyordu.

    ameliyat öncesi geçirdiğim son gün şu ana kadar ki en kara günüm olabilir. şöyle düşünün, bir sabah yarı uykulu bir şekilde ağrılarınızla beraber yatağınızda yatarken doktorunuz yanında 2 kişiyle beraber bir anda odanıza giriyor. aslında siz de bir yandan onu bekliyorsunuz çünkü ertesi gün ameliyat olacağınız kesin, ama detayları bilmiyorsunuz. tek bildiğiniz kelimeler riskli olduğu ve tarafınızdan izin alınması gerektiği. bu kısıtlı verilerle kafanızda bir şeyler canlanmıyor. ve doktorunuz karşınıza geçip size acı gerçeği bir bir açıklamaya başlıyor: “bacağını karnının altından itibaren almak zorundayım başka şansımız yok, ameliyatın akışına göre her şey belirlenecek şu an tam olarak neleri alacağım belli değil ama ortopedinin en riskli ilk 3 ameliyatından birine gireceksin. haliyle ölüm riski de çok yüksek. senden kendi el yazınla yazılmış bir onay metni almak zorundayım, eğer bu ameliyatı reddedersen malesef seni daha ağrılı ve çok daha kötü bir dönem bekliyor. eğer bu ameliyatı şu an yapmazsak da bir daha yapma şansımız hiç olmayacak.”tam olarak hatırladığım cümleler bunlar. tamamen hareketsiz kaldım bunları duyduktan sonra. ardından gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı ve annemin karşı odada bayıldığını hatırlıyorum. bu zor anı sadece 2 kişi göğüslemek zorunda kalmıştık. bunun devamında bir insanın belki de en zor zamanında yazılan ve kendi için kurabileceği en ağır cümleleri içeren o yazıyı yazmıştım; “amputasyon izni”. pazar günü ve gecesi sadece dakikaları ve saatleri saymakla geçmişti. ameliyatın ertesi gün öğlen 1 de olacağını biliyordum ve saatin her ilerleyişi, beni çok farklı bir duruma/bilinmeze yaklaştırıyordu. o gün 2 kere sedyeyle hastane önüne hava almaya çıkarıldım. belki de aldığım son temiz havalardı. bunu bile bilmeden soğuk havayı içime çekiyordum. içimden de herkes bir kere ölürken ben neden sürekli ölmek zorundayım diyordum. çünkü artık gerçekten çok yorgundum. o gece haliyle geçmek bilmedi, biraz uyudum biraz uyandım biraz gözüm açık tavana biraz boş boş etrafa baktım ama tek bildiğim şey ağzımdan çok nadir kelimenin çıktığıydı. o gün döktüğüm gözyaşı, kullandığım kelimelerden çok daha fazlaydı buna eminim.

    2022’deki ameliyatı uzun bir tedavi ve rehabilitasyon sürecinin ardından mucizevi bir şekilde atlatmayı başarmıştım. ama vücudumdaki hastalık hala bitmemişti. onkolojik tedavi devam etmek zorundaydı.

    ve günümüze gelirsek, yine hastalığım kontrol edilmeyen bir şekilde nüksetti. ağrılı gecelerim ve morfinli ilaçlarım geri geldi. yorgunum, halsizim, uyuyamıyorum.

    2013 ten beri hayatla aramızda bir anlaşmazlık var. o beni ne kadar istemedikçe ben tam tersine ona tutunmaya çalıştım. her seferinde günden güne değişen fiziksel durumuma rağmen farklı uğraşlar, farklı çabalar aradım. ancak hayat bu sefer öyle bir acıyla beni kendinden itmeye başladı ki artık tutunabilecek gücüm de kalmadı.. tek isteğim ağrısız, acısız, huzurlu bir ortam.

    bu arada tüm bu bahsettiğim hikayede kendimi en mutlu hissettiğim anlar hep galatasarayla ilgili konular oldu. belki de galatasaray beni hayata bağlayan dallardan biriydi.
  • 517
    bugün 10(2014 doğumlu) yaşında oğlumla florya'ya galatasaray akademi seçmelerine geldim. yeni başlamak üzere. insanımız gerçekten sıkıntılı. her iki kişiden beri telefonla, güvenlikle bir tanidik yönetici, hoca, eğitmen araya sokarak çocuğunu akademiye aldırmak istiyor. bunu yapan insanların galatasaraylı olduguna inanmak istemiyorum. hakeden o seçimden geçer, kendini içeriye atar zaten. iceride torpilliden ziyade yetenekli çocuklar olursa galatasaray'ın geleceği kurtulacağını inanıyorum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın