2010-2011 futbol sezonu sadece kabus olarak tanımlanamayacak kadar kötü geçirilmiş, hatırlamak istemeyeceğimiz bir sezon olarak tarihe geçti. 14 galibiyete karşı alınan 16 mağlubiyet; atılan 41 gole karşı yenen 46 gol, -5 gol averajı, toplanabilen 46 puan ve şampiyon takımın 36 puan gerisinde kapatılan bir sezon. bunun yanında değiştirilen 3 teknik direktör; ki bunlar
frank rijkaard,
gheorghe hagi gibi dünya futbol tarihine isimlerini kazımış futbol adamları ve onların yaşadığı dramların iz bıraktığı bir sezon.
ali sami yen’in yıkılışı, veda ederken yaşanılan burukluk.
arena* açılışında yaşanan aciziyet, camianın
adnan polat’a yaptığı, tabiri caizse, darbe; hakemlerin ve
mhk’nın sahipsizlikten cesaret bularak lime lime ettiği bir futbol sezonu.
her haftası ayrı bir işkenceye dönüşen,
galatasaray’ın hızla sıradanlaştırıldığı, ezilmeye çalışıldığı, giderek güçsüzleştiği bir futbol sezonunda en başta takımın yaşadığı ve sonrasında tüm camiaya yaşattığı travmanın izleri uzun yıllar silinmeyecek. şüphesiz ki bu travma futbolcu da, yönetim ve genel kurulda, taraftarda apayrı hisler ve etkiler oluşturdu. her biri kendi içerisinde farklı algılar yarattı.
futbolcuların kaybettiği özgüveni bir an önce yeniden kazanması, takım içinde dostluğun, birlikte mücadele etmenin, kısaca takım olmanın hatırlaması gerekliliği; yönetimin adımlarını her platformda cesur ve kararlı atma gerekliliği,
fatih terim’in kazanmak zorunda olduğu bir sezona giriyor olması çok zor geçecek günlerin habercisidir. bana göre toparlama süreci her ne kadar 2-3 sezonu bulacaksa da, türkiye’de hasıl olan kısa vadede sonuç isteme ve sabırsızlık hastalığı maalesef
ünal aysal ve
fatih terim ekibinin başına iş açacaktır. aklı selim taraftar sayısının azlığı, skor ve medya gazı odaklı bilinçsiz taraftarların hızla artması bu ateşi her zaman canlı tutacaktır. zira geçmiş dönemlerde
skibbe’nin,
rijkaard’ın ve
hagi’nin yeteri kadar zamanı tanınmamasının en büyük sebeplerinden biri bu taraftardır.
galatasaray taraftarı üst üste lig ve kupa şampiyonlukları görmüş, avrupa şampiyonluğu yaşamış, ülkenin en çok başarı yaşamış taraftarıdır. bu şampiyonluklar maalesef yeni nesillerde başarıya odaklı bir yapı oluşturdu. sabırsız, medyanın gazına çabuk gelen, beğenmediği bir iş ortaya çıkınca formasını asan bir kültür oluştu. bu taraftarların daha naylonları twitter’da, facebook’ta ve sosyal medyada başta olmak üzere bulundukları her ortamda felaket tellalığı yaptılar. hatta bu sezon yaşanılan başarısızlıkta sokaklarda (gbkz: “galatasaraylılığımdan utanıyorum”) diyebilecek kadar
sahte galatasaraylıların varlıklarına tanıklık ettik. gerçek
galatasaray sevdalısı olanlar ise artık umutlarını koruyamamaya başladılar. her ne kadar
galatasaray adının olduğu yerde umut vardır desekte işin aslı gerçekte öyle değil.
ünal aysal çok kuvvetli isimlerden oluşan bir yönetim kurulu kurdu.
fatih terim’i takımın başına getirdi. tüm bu adımlar aslında yaşanılan travmanın geldiği boyutu gösteriyor. camia, kanseri ilaçla değil direk vücuttan atma yoluyla tedavi etmeye karar verdi. karakterli ve güçlü kişilikleri ve imajları ile ön plana çıkmış insanlara
galatasaray emanet edildi.
yönetim ve
fatih terim’in üzerine düşen ilk görev bu travmanın etkilerini öncelikle futbol takımının üzerinden kaldırmak olacaktır. bunu kendileri de düşünmüş olacaklar ki, güçlü bir
galatasaray futbol takımını yeni baştan oluşturmak için – söylentilere dayanarak yazıyorum – 60-70 milyon euro gibi bir bütçe transfere ayrılmış. ilk büyük transfer
selçuk inan oldu. avrupa’ya gidemeyen, rezil bir sezon geçirmiş bir
galatasaray’a
selçuk inan gibi üst düzey ihtiyacımız olan bir futbolcunun kazandırılması kesinlikle büyük bir başarıdır. bunun devamında ihtiyaca yönelik ve yıldız isimlerin başta
ünal aysal’ın bizzat kendi ağzından basında yer bulması insanları heyecanlandırıyor ve insanların büyük beklentilere girmesine yol açıyor. bu durum maalesef yapıcı olduğu kadar tatsız sonuçlar da oluşturabilir.
kötü ve yıkıcı geçen bir sezonun nedenleri ötesinde doğurduğu sonuçlar üzerinde de durmak lazım ve toparlanma sürecinde bu konuyu doğru anlayıp çözümcü ve etkin yaklaşım göstermek çok önemli. bunu yaparken medyaya taraftarı ve camiayı heyecanlandıracak isimleri telafuz etmeniz ya da işaret etmeniz dahi çok önemli ancak mevcut endüstriyelleşmiş, skor ve başarı odaklı taraftarın bu konuda doğru beslenmesi hayati önem taşıyor kanımca. zira bu dozaj aşıldığı anda taraftar kendini gelmemiş yıldızlara sahip, oynanmayan maçları kazanmış, kazanılmamış kupaları kazanmış sanıyor ve bunların olmayacağını hissettiği anda herşey bir anda kararıyor, yanıyor, bitiyor. bu yüzden şu sıralarda adımlar atılırken beklentileri uygun dozajda arttırmak elzemdir gözümde.
kaf dağının arkasını değil kaf dağına giden yolu öncelikle bulması gerektiğini bilerek ve bunu her daim güncel tutarak hareket etmelidir yönetim bu günlerde. yoksa sonu
adnan polat yönetimine benzeyebilir ki allah benzetmesin.