• 376
    avrupa süper ligi sonrası futbolun tekrar cazibesi artacaktır. avrupa'nın beş büyük ligi ile diğer ligler arasına bir uçurum oluşmuştu ve geri kalan ülkelerde futbol ölmeye başlıyordu. avrupa'nın büyük takımları kendi içlerinde bir lig oluşturunca geride kalanlar kendi içlerinde büyüme fırsatı bulacak.

    şampiyonlar liginin son 8 takımı içinde her sene 4-5 farklı ülkeden takım bulunması kitlelerin daha çok ilgisini çekecektir. herhangi bir türk takımı yarı final oynasa, ülkemizde süperlig yarı finali mi, şampiyonlar ligi yarı final mi izlenir? uefa'da eminim takımlara eskiye nazaran daha fazla ödeme yapacaktır ve 10 sene sonunda süperlig ölecektir.

    bu işin sonunda süperlig içinde bulunan takımlar ile diğerleri arasında makas farkı kapamış olacak. bugün bayern münih, dortmund, psg gibi imkanı olduğu halde elinin tersiyle süperlig'e katılmayı redden dev takımlar 10 yıl sonra zirvede olacaktır.
  • 378
    süresi uzun, skoru kısır bir spor dalı. x ve y kuşakları için hayli popüler olsalar da z kuşağının sandığımız kadar ilgisini çekmediğini düşünüyorum.

    tüketmeye dayalı bir dünyada bir buçuk iki saat sonuna kadar bekletip, ortaya saçma sapan bir şey çıkınca haliyle gençlerin ilgisi de dağılıyor. benzer durum basketbol ve diğer spor dalları için de mevcut. gençler, gifler sayesinde maç takip ediyor. özet bile izlemiyor. dünya e-spor'a kayıyor, önlem alınmazsa eğer futbol izleyicisi günden güne azalacak.
  • 380
    e-spor olayını zaten anlamıyorum. başka birisinin oynadığı oyundan banane. spor dallarına ilgi duyabilmek için, çocukların, çocukluğunu yasarken o sporu görmeleri, oynamaları gerekir. insanın cevresinde en basit görebileceği, evin içinde çorapla, portakalla bile oynayabileceği oyun olan futbol, artık ya televizyonda ya hali sahada. 15 20 yaşına gelene kadar hayatının sağında solunda futbol olmayan birisi neden daha sonra futbola ilgi duysun. futbola ilgi büyük kulüplerin sürekli birbiri ile maç yapması ile cogalmaz. futbolun, okul sonrası, tatilde, sabahtan akşama kadar boş arsada top oynayabilen ve onlara akşam ezaninda eşekler bile eve döner diye söylenecek annelere ihtiyaci var. birde herşey koşmak, çalım atmayın, fizik herşeydir diye futbolcuları özgür kılmak yerine, makinalastiran düzenden vazgeçilmesi.
  • 381
    30 yaşındayım ve geçen sene amerikan futbolu izlemeye başladım. futboldan daha zevkli olduğunu itiraf etmem gerekiyor.

    zaman geçirme konusunda herhangi bir çözüm yolu bulunamaması,
    hakemlerin çok rahat maçı bir taraftan alıp diğer tarafa verebilmesi,
    var sistemine rağmen saha içinde adaletin sağlanamaması,
    ffp sistemine rağmen saha dışında adaletin sağlanamaması,
    lüzumsuz maçların çok fazla olması,
    en üst düzey organizasyonlarda bile kötü oyunun çok fazla olması vb. bir çok handikapı var.

    ciddi bir reforma ihtiyacı var açıkçası. 90 dakika olacağına zaman geçirilme ihtimali olmayan iki devre toplam 60 dakikadan oynanması bile kabul edilebilir.

    tüm dünyada hakemlerin inisiyatifine bırakılarak albenisini kaybeden spor. hakem hegemonyasına son verilmeden yıldızını tekrar parlatamazlar.
  • 382
    futbolcu forması alarak; çimde, yolda, betonda, minyatür kaleye sahip basket sahasında yani nereyi bulursak orada minimum 4'e 4 futbol oynamak en büyük hobimizdi. fifa ve championship manager oyunlarından dolayı tüm takımlara aşina olmak, hatta gerçekte cm'ye transfer etmek için oyuncu takip etmek, maçları izlemek ilk ve orta okul dönemlerinde en güzel televizyon aktivitesiydi. o zamanlar bir de ligimiz dışındaki maçlar şifresizdi ve zaman geçirmek için italya, ispanya ve ingiltere'den hangi maça denk gelseniz takip ediyordunuz.

    futbolu hala aynı şekilde sevdiğimi zannediyorum ve her sezon öncesi tüm maçları içerecek şekilde üyelik almayı çalışıyorum ama sezon içinde galatasaray dışında hiçbir takımın maçını tam bir 90 dakika takip edemediğimi görüyorum. gerçekten çok büyük isimli maçlar bile olsa 90 dakika yavaş tempoda, savunma ağırlıklı, az pozisyonlu en fazla 2-3 gol vaat eden maçları izlemek artık zor geliyor.

    mesela, euroleague'de ne zaman anadolu efes'in maçına denk gelsem izlerim ve pişman olduğumu hatırlamıyorum. çünkü, sürekli bir tempo ve aksiyon var. doğal olarak sıkılmıyorsunuz. avrupa süper ligi ile futbolda bir euroleague ve nba gibi organizasyon yapmak istiyorlar ama 90 dakikanızı ayırarak zevkle takip edeceğiniz maç sayısı ismi çok büyük olsa bile az çıkıyor bana kalırsa.

    yani, eskiden olduğu gibi hızın ve temponun ağır bastığı ve sadece savunma yapanın ödüllendirilmediği, hücum yapanın cezalandırılmadığı bir sistem gelmezse ileride futbola olan ilginin daha da azalmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
  • 384
    temel prensibi mutlaka sağlam koşu ve koordinasyondur. mutlaka diyorum. dünyada bilekleri ile milimetrik isabetle top gönderebilen ne kadar isim varsa onlarla sadece top oynayabilirsiniz. ama halı sahadan öteye gitmez. ikili mücadelelerde yıkılmayan sağlam dikey koşular ve sürat olmadan futbol icra edilmez. yeri gelir çarpa çarpa, omuz omuza mücadelerde, hatta tekmelerde yıkılmadan gitmeniz gerekir. 2020-2021 sezonunda galatasaray futbol takımında bunu yapabilen kaç kişi var, bir elin parmaklarını geçmez.
  • 385
    2020-2021 sezonunda ispanyada atletico madrid, fransada lille, türkiyede beşiktaş, italyada inter'in şampiyon olduğu oyun. bunun dışında sadece bayern münih sürprize mahal vermedi. ingilterede zaten big six'ten hangisi şampiyon olursa olsun ilginç karşılanmazdı. son yıllarda sadece 2016 yılında leicester city bunun dışına çıktı.

    velhasıl ilginç bir sezon olmuş.
  • 387
    "yeni nesil" tüketim çağında tüketilen her öğenin hızlanmasıyla birlikte bir tüketim içeriği olarak ilgi çekiciliğini kaybetmeye başlayan spor dalı. herkesin "daha hızlı" ve "daha yoğun" zevk almaya çalıştığı bir çağda 90 dakikada 1-2 gol görmek izleyicilere yeterince zevk vermemeye başladı. fifa da bunun farkında olacak ki bu konuda çalışmaları olduğunu açıklamış.

    yine ilk cümlede söylediğim sebepten dolayı endüstriyelleşmenin dibine vurmasıyla birlikte amatör ruhunu da iyice kaybetmeye başladı, bakmayın siz avrupa ligine gelen tepkilere. dolayısıyla çözüm ne olur, nasıl olur, kendimce fikirlerim olsa da tam olarak kestiremiyorum. umarım daha keyifli yapacağız derken futbolun katline tanık olmayız. veya umarım dünya bu "daha hızlı" olma illetinden kurtulur da amatör ruha dair kalıntılar yeniden alevlenir. hep birlikte göreceğiz.
  • 389
    türkiye'de, 2010-2011 sezonu.
    italya'da milan'ın satılması.
    fransa'da psg ve monako'nun satılması.
    almanya'da bayern hegemonyası.
    ingiltere'de satılmadık 3-5 takım kalması.
    ispanya'da ronaldo'nun ayrılışı.
    cl ve uefa'da makas muhabbeti.

    bunlar benim için bu liglerde futbolu bitiren olaylardır.

    avrupa kupası da bu sene ingiltere ile danimarka arasında oynanan yarı finalde verilen skandal penaltı ile bitti.

    dünya kupası dışında heyecanla beklediğim hiçbir şey yok. sporu öldürdünüz, tebrikler.
  • 390
    artık bana hiç zevk vermeyen spor dalı.

    küçüklüğümde galatasaray şampiyon olduğunda okuldan eve, evden okula galatasaray marşları söyleyerek arkadaşlarımla gidip geldiğimi hatırlıyorum.

    her derbi izleyişimde kalbimin nasıl hızlı atmaya başladığını, nası heyecanlandığımı hatırlıyorum. gol yediğimizde ya da attığımızda ertesi sabah fenerbahçeli arkadaşlarımla gireceğim diyalogları kafamda canlandırdığımı hatırlıyorum.

    transfer geldi mi diye haber sayfalarını günde 150 kere ziyaret ettiğimi hatırlıyorum.

    futbolcuların antrenman videolarını falan izlerken nasıl mutlu olduğumu, eğlendiğimi hatırlıyorum.

    hepsinin heyecanı vardı. forma lansmanlarının bile heyecanı vardı. günü belli olurdu. futbolcular formaları çeker, canlı yayında tanıtırlardı. şimdi her şey kötü. formalar bile kötü. en son ne zaman bir formayı çok beğendim hatırlamıyorum. zaten beğensem de o fiyatlarla almıyorum. almam.

    futbol pis ve zengin yöneticilerin oyuncağı haline geldi. başkanlar kendi camialarının gazını almak için birbirine sallıyor, hocalar ona buna sallıyor ve asla sorumluluk kabul etmiyor, taraftarlar zaten inanılmaz cahil ve sürekli herkese sallıyor (bkz: #3207564) kimsede saygı yok. kimse futboldan zevk almıyor artık. tek mevzubahis herkese düşman olmak.

    futbola dair zamanımı sadece galatasaray'a ayırıyordum son yıllarda. sadece haftada bir galatasaray maçı varsa onu izliyordum ama ondan da sıkıldım. kaç senedir bir düzen yok, plan yok, kaliteli futbol yok. maçı açıyorum, senede milyonlar alan adamların pas atamamasını falan izliyorum. sonra kendi hayatıma bakıyorum. geçen hafta telefonum bozuldu ve yenisini alamıyorum mesela ama senede 10 maç oynamayacak adamlar 5 milyon liralık sözleşmeler imzalıyor. ben bunu neden izliyorum diyorum kendi kendime.

    futbol deyince pis, karanlık, saçma sapan işlerin döndüğü bir spor geliyor benim gözümün önüne artık. nasıl türkiye'de liyakat konusunda sıkıntılar varsa futbolda da öyle. ufak bir kopyası. başarılı ve genç oyuncuları görmek istiyorum ama onun yerine 34'lük her türlü skandala bulaşmış arda turan denen adamı görüyorum. takımımdaki her antrenör işinin ehli olsun diyorum ama o da yok. her yeri eksik, her yeri aksıyor.

    21 temmuz 2021 psv eindhoven galatasaray maçı'yla beraber futboldan soğuma seviyem artık son noktaya geldi. kuruluş mottosunda türk olmayan takımları yenmek olan takımımız artık kurada çıktığında karşı tarafın yüzünü güldüren, oh çektiren takıma evrildi. hiçbir zaman hazır değiliz. hiçbir zaman form tutamıyoruz ve hiçbir zaman yönetimler işini doğru düzgün yapıp transferleri yetiştiremiyor. kimse işini doğru düzgün yapmazken taraftar her hafta bizi izlesin, lisanslı ürün alsın, maça gelsin diye bekleniyor. tüm bunları yaparken de asla zevk alamamak cabası.

    neyse, futbol hakkında biraz içimi döktüm rahatladım. ha bu arada twitter'da orda burda futbola falan dair ne varsa takipten de çıktım. canım sözlüğümüzden vazgeçebilir miyim şu an bilmiyorum tabi. bundan sonra sadece müzik, resim, kedi, köpek, kuş, oyun, komik meme'ler falan takip edeceğim. futbol gibi hele hele türkiye'de futbol gibi bir toksikliğe şu an hiç ihtiyacım yok.
  • 391
    cok ilgilisi, takip edeni olsa da, bunlardan cok azinin gercekten futbolla alakasi, ilgisi, bilgisi olan dunyanin en guzel oyunlarindan biri.

    hadi gelin itiraf edelim, cogumuz aslinda ozet goruntuleri izlemeyi seviyoruz, bircogumuz fifa ya da pes oynamayi, kimimiz de football manager oynamayi sporun kendisinden cok daha askin seviyor. bir kisim hikayesini severken, bir kisim sadece kazanmayi ya da sadece etrafina bagirmayi, desarj olmayi seviyor. bir kisim insan isin siyasetini seviyor, bir kisim nefret iliskisini seviyor. e hal boyle olunca nasil bir resim cikiyor ortaya, nasil olabilir?? kafamda bir sey canlaniyor sanki.. hehh, (bkz: türk futbolu)

    yahu geldik 30 kusur yasimiza, cocukken cok hayal kurardik ya da hafif cimenlik bir yer gordu mu yerlere atlardik; beton, asfalt sahalarda rovasetaya kalkar, engebeli hafif yesil alanlari sami yen sanirdik. sizce her mahalleyi gectim her ilcede soyle gosterissiz ama kaliteli birkac tane cim saha yapmak, alan olusturmak ne kadar zor olabilir. gercekten sporcu yetistirme gayesiyle kulupler kurmak, genclerin mac sonunda kavga etmek icin degil de yenmeyi yenilmeyi ogrenecekleri ortamlar olusturmak ne kadar zor olabilir. milyonlarca gencinin verdigi potansiyeli her alanda bosa cikarmak, milyarlarca liralik harcamalari baslangicinin ne oldugu belli olmayan tartismalara, bu tartismalari kendine kalkan yaparak kendi gelecegini olusturanlara aktaran guzel ulkem icin bunlar ne kadar zor olabilir ki? ne kadar? tam olarak diger ortamlarda adaleti saglamak kadar zor da, iste belki cocuklarin gelecegi icin biraz belki anlayisli olur insanlar diye beklemek de bizim naifligimiz olsun.

    hani su kadar nufuslu ulkeden avrupa sampiyonu cikiyor da bizde niye olmuyor diyoruz ya. heh, futbolun kendisini seven cok az insan var.(nacizane benim gorusum; bu insanlarin en basinda hocamiz fatih terim geliyor.) iste o ulkelerde yetisen futbolcular, 6-7 yaslarindan itibaren duzenli bir sekilde sistemle oynuyor. bizde cocukken herkes hagi’ydi valla, arada zidane falan cikiyordu. kaptan cesur yurekten etkilenip defans olanlar da tek tuk vardi, haklarini yemeyelim. oralarda cocuklar bek oluyor, merkez orta saga oluyor, ve buna yonelik ufakliktan itibaren yonlendirme aliyor. sistemi olan ulkelerde, cocukluktan guzel guzel antrenmanla yetisiyorlar, her kulup, antrenorluk, hakemlik vs. alanlara yatirim yapiyor ve bunu oldukca adil yapiyor. 11-12 yasindan itibaren hakemli, kuralli , sistemli maclarla yetisiyorlar. 16-17 artik ciddiyet had safhada oluyor. federasyon duzgun calisiyor vs. vs. tabii ki oralarda da var kotu niyetli ya da bencil insanlar ama sistem onu tespit ettigi anda disari itmeye yonelik guzelce isliyor.

    cocukken az patates tarlasi tozu yutmadim(en ciddi altyapi egitimi alinabilecek yerdi. aldigim altyapi egitimi de topu merkezden disari dogru degil, hep iceriye surmek lazim seklindeydi*). mahalle maclarinda mahallem icin fedakarlik yaptim. trt2’de avrupa’dan futbol izleyerek futbolu ogrendim. okul takimiyla turnuvalara katildim. gundem hep mac sonu kavgalar vs. oldu. hic sisteme yonelik bir yonlendirme almadim. belki benim gormedigim yerlerde, daha buyuk illerde ciddiyeti de vardi ama bana yansiyan hicbir sey olmadi. zaten gelir seviyene gore zamani gelince okumak ile topcu olmak arasinda esit olmayan bir secim yapman gerekiyor, ki bu da sistemin carpikligina bir ornek daha. farkli bir yol cizildi bizim icin.

    ancak turkiye’nin her alanda oldugu gibi burada da potansiyelini israf etmesi cok dokunuyor bana. yahu 4 yillik isletme iktisat okuyup, aileden uzak batak oynayan insanlar var ulkede. beden egitimi spor yuksek okullari, icerisini pek bilmemekle birlikte, isim olarak varlar. buralardan direkt galatasaraya degil ama ilce, mahalle takimlarindan baslamak uzere takimlarimiza kaynak olusturulabilir. avrupada, hakemlik dahi 15-16 yasinda alt yas gruplarinin maclarini yoneterek basliyor. ufak mahalle takimlarinin 2-3 tane antrenoru var, federasyondan en azindan kurs almis. kahvehanede omur tukettirmek yerine, futbolla cok ilgili olan insanlari buralara yonlendirsek ya. yani baslayacak o kadar yer var ki, biz ancak son halkalari tartismakla mesgul oluyoruz.

    neyse cok da toparlayamiyorum dusuncelerimi, birkac gundur yaziyorum bu basliga ama gondermiyorum. simdi yazayim, sonra gerek olursa bir daha duzenlerim yazdigim seyi.

    cocukken, kirsal kesimde oynayana pek iyi gozle bakilmayan, bizim icin ise o yaslardan beridir buyuk zevk kaynagi olan spordur. kulturdur. kimi icin yasam bicimidir. toplumlar icin onemlidir, bulusma noktasidir. rekabetle kendini daha iyi haline ulasmaya iten, topluca, takimla oynanan zevkli spordur. yan sanayisi degil, kendisi zevklidir.
  • 392
    benim de eskisi kadar keyif almadığım spor dalı. eskiden galatasaray yenilince haftam kötü geçerdi ama şimdi yenince mutlu oluyorum yenilince fazla takılmıyorum. özellikle 2000-2010 arası futbolu çok severdim. galatasaray adına kötü yıllar olsa da futbol zevkliydi. son olarak 2011-2015 arasında galatasaray ve futboldan keyif aldım ondan sonrası tatsız tuzsuz geldi.
  • 394
    farklı spor dallarıyla kıyaslanan dünyanın en çok takip edilen -ve sübjektif olarak- en keyifli spor dalı. en büyük farkı hücum aksiyonlarının çok büyük oranda doğaçlama gelişmesi ve oyuncuların anlık tepkileri ve hataların değerlendirilmesine göre olayların akışının değişmesidir. çok üst düzey set hücumları görülemez daha çok belli planların durum elverdiğince uygulanıp boşluk bulunmasına bağlıdır. takımların özellikle sıkı kapanan disiplinli takımlara karşı çok güzel gözüken set hücumları yapamaması beceriksizlik değil futbolun doğasından kaynaklanmaktadır.
  • 396
    tutkudur. fazlasına dönüşmeye çalıştığında hep bir şeyler bozulur, tadı kaçar. dün xg başlığına girdiğim (bkz: #3238078) entry ile sözlükte xg özelinde futboldaki istatistiklerin tartışılmaya başladığını gördüm. ben bir mühendisim her şeyden önce ve üniversite'de kallavi 2 tane istatistik dersi de aldım. istatistik nedir, ne kadar yararlıdır, nasıl kullanılmalıdır çok iyi biliyorum. ancak daha iyi bildiğim bir şey varsa beni futbola çeken, taraftar yapan, maç izlerken nabzımı 150lere çıkaran sarı ve kırmızı'yı sevmemin, aşık olmamın sebebi sayılar değil. kesinlikle değil çünkü sayı saymayı bilmezken bile maç izliyordum. skor da önemli değildi haliyle.

    futbol ben izlemeye başladığımdan beri çok değişti, çok gelişti. ancak hala aynı tutkuyla izleyebiliyorum. bunu sağlayan şey oyunun, dizilişlerin, formasyonun gelişmesi falan değil. öyle olsaydı çoktan doymuş olurdum. futbolun en çekici tarafı bilinmez oluşu. bunu kabullendikten sonra kazanıp kaybetmek çok da önemli gelmemeye başlıyor. tuttuğunuz takım mücadele edebildiyse mutlu oluyorsunuz. edemediyse hayal kırıklığı. istatistikler de sürekli gelişerek, futbolun bilinmezliğini azaltmak, şansa oldukça az bir alan bırakmak isteniyor ancak belli başlı oyun kuralları değişmedikçe bu imkansız. 22 tane duygu durumu her an değişebilen adam, küre şeklindeki bir cisme şekil vermeye çalışıyor, ve her vuruş aynı noktaya gitmiyor malesef.

    istatistiğe hiç karşı değilim ancak bu kadar sayılar içinde boğulunca 81 maçlık sezon geçiren nba izleyicisi gibi hissediyorum kendimi, ekran başında yazılar ve sayılarla boğuşan fm oyuncusu gibi. ben bir oyuncu topa vurduğunda top direğe çarparsa gol olsun ya da olmasın aşırı zevk alıyorum mesela, bunu hiçbir istatistik verisini analiz ederek geliştiremeyeceksiniz. istatistikle çoğu sayıyı artırabilirsiniz ancak oynadığınız şeyden ne kadar insanın zevk aldığına izleyici karar verir. o zevki sayılarla artıramazsınız.

    futbol benim en büyük tutkularımdan biri. arjantin yapımı oscarlı film 'el secreto de sus ojos - the secret in their eyes'ta da dediği gibi: "her şeyini değiştirebilirsin, yüzünü, evini, aileni, kız arkadaşını, dinini, tanrını; yine de değiştiremeyeceğin bir şey var, tutkun. onu değiştiremezsin."

    https://twitter.com/.../1413937896336265218
  • 397
    endüstri ve paraya dayalı bir sistem olduğu unutulan spor dalı. kimse stada binlerce insanı yığıp, şu ekonomide ceplerinden en az 100'er lira bilet parası alıp, 90 dakika bağırtıp bir de üstüne rezil oynayınca neden tepki verdiniz diye eleştiremez. hani eleştirilen insanlar da fabrika işçisi değil senin benim hayatımda göremeyeceğim paraları alan sözleşmeli çalışanlar.

    hepimiz takım destekleme işini duyguyla yapıyoruz yanlış anlaşılmasın. benim dikkat çekmeye çalıştığım nokta taraftarların da normal insanlar olduklarını unutup adeta bir köle gibi deplasmana gel, iç sahaya gel, 90 dakika bağır, forma al, atkı al gibi sürü psikolojisiyle yönetilmeye çalışılması. bu saydıklarımı zaten halihazırda hepimiz yapıyoruz. peki takım sahada karşılığını veriyor mu ? 2.5 yıldır vermiyor.

    (bkz: 19 eylül 2021 galatasaray alanyaspor maçı)
  • 400
    futbol, ingiltere'de avam sınıfı diye tabir edilen; köylü halk arasında oynanan, belirli bir kuralın olmadığı, diz altına atılan tekmenin ve topa elle dokunmanın serbest olduğu, çok sert bir oyundu. bu özellikleri itibariyle, daha çok rugby'e benziyordu.
    birçok sakatlığa ve ölüme sebebiyet verdiği için, defalarca yasaklandı. ancak, hükümdarlar halkı kontrol etmek amacıyla futbolu kullanıyordu.
    futbol halkın afyonu olmuştu. zor hayat şartlarının altında ezilen işçi sınıfı ve onların doğuracağı tehlikeleri bertaraf etmek isteyen kral vardı.
    kralın önünde de iki yol vardı. birincisi; onların karınlarını doyurmak, ikincisi ise; onları eğlendirmek.
    futbol ve ekmek onların hoşnutsuzluğunu gidermek için yeterliydi. bu iki şey, hükümdarlarının onlara verdiği bir lütuftu.

    soylu sınıfı daha çok golf ve kriket oynuyordu. halk ise futbola ilgi duyuyordu. futbolun gelişimi, sanayi devrimiyle birlikte hızlandı.
    sanayi devrimi, emek üretkenliğini sağladı. endüstri devriminin ortaya çıkmasıyla birlikte, kırsaldaki halk iş gücünü karşılamak için şehirlere göç etti ve fabrikaların yoğun mesai saatleri nedeniyle futboldan uzak kaldı.
    futbolun sahipsiz kaldığı bu dönemde, soyluların çocukları futbola sahip çıktılar.
    günde 18 saate varıncaya kadar çalışan işçiler, yapılan düzenlemelerle daha az çalışmaya ve haftalık izin hakkına sahip oldular. bu da daha fazla boş zaman demekti. boş zamanları, bu oyunu daha fazla geliştirmelerine imkan verdi.

    1873 yılına gelindiğinde, büyük ekonomik kriz yaşandı. fabrikalar üretimi artırmış, artan arza rağmen talep azalmış, taleplerin azalmasından dolayı fiyatlar düşmüş, maliyetin altında satış yapan fabrikalar zarar etmeye başlamış ve birçok işçiyi işten çıkarmış, zamanla zararı karşılayamayan fabrikalar teker teker kapanmış, kapanan fabrikaları finanse eden bankaların akıbeti de bu fabrikalarla aynı olmuştu.

    yaşanan büyük buhran, futbola olan ilginin iyice artmasına sebep oldu. insanlar, o karanlık dönemde morallerini yüksek tutmak için, iyiden iyiye futbola sarıldılar.

    kapitalizmin babası olan ingiltere, futbolun da beşiğidir. futbolu bulan onlar olmasa da; bu oyunu geliştirip, tüm dünyaya servis eden ülke olmuşlardır. kapitalizm de futbolu desteklemiştir.

    fabrikada çalışan işçiler, yoğun iş temposundan dolayı gerek fiziksel, gerek mental anlamda yorgun düşüyorlardı. sermaye sahipleri, daha sıkı ve verimli çalışmaları için, onları hem bedenen, hem de ruhen eğitecek şeyin futbol olduğunu düşündüler. böylece boş zamanlarını da bir köşede içip sızmak yerine, verimli bir şekilde değerlendirmiş olacaklardı.

    futbol, başlangıçta almanya ve bazı avrupa ülkelerinde burjuva oyunu olduğu gerekçesiyle, işçiler tarafından reddedildi. bu ülkelerde kurulan futbol kulüplerine, işçiler üye olarak kabul edilmiyordu. bu da fabrikada çalışan işçileri, kendi futbol kulüplerini kurmaya mecbur bıraktı. zamanla işçi kulüplerin kurulmasıyla birlikte, bu ülkelerde de futbola olan talep arttı. 1930'lara gelindiğinde, en yüksek işçi futbol örgütü sayısına almanya ulaştı.

    futbol, bağları kuvvetli olan takımların, zamanla muhalif bir misyon yüklenmelerine sebep oldu. mesela, borussia dortmund'un grevdeki çelik işçilerini maçlara biletsiz alması veya liverpool futbolcularının grevdeki işçilere destek olması gibi.

    liman işçileri tarafından kurulan liverpool'un, efsane futbolcusu robbie fowler.

    https://gss.gs/IMH.jpeg

    liverpool limanında, uzun çalışma saatleri sebebiyle ölümler meydana gelir. işçiler liman yönetimini protesto eder ve greve gider. 1995 yılında 500 işçi, liman yönetimi tarafından işten çıkarılır.
    olayların diğer limanlara sıçramasından çekinen ingiliz hükümeti, medyada liverpool limanıyla alakalı haber yapılmasını yasaklar. işçilerin eylemleri tam 28 ay sürer.

    liverpool şehrinde doğup büyüyen robbie fowler ile steve mcmanaman, işçilere maddi olarak destekte bulunurlar. ancak işçiler kendilerine maddi yardım yapılmasını değil, uğradıkları haksızlığın duyurulmasını isterler.

    20 mart 1997'de oynanan liverpool - brann kupa galipleri kupası maçı, ingiltere'de ve avrupa'nın birçok ülkesinde canlı yayınlanacaktır.
    liman işçilerinin bulunduğu kop tribününe karşı golü atan fowler, ck firmasının yönetiminde pay sahibi olduğu liverpool limanında işten çıkarılan liman işçilerinin sesini dünyaya duyuran tişörtü çıkarır.

    https://gss.gs/0vp.jpeg
    https://gss.gs/X3l.jpeg

    uefa, olayın siyasi olduğu gerekçesiyle fowler'a ceza verir. anlaşmazlık ise 1997 yılında iktidara gelen işçi partisi ile çözüme kavuşturulur.
    liman işçisi olan büyükbabasını ve mcmanaman’ın amcasını hatırlatan fowler “şehrimize olan borcumuzu ödedik” der.

    https://gss.gs/s18.jpeg

    https://gss.gs/CqI.jpeg

    işsizlikten dolayı irlandalı gençler, iskoçya'nın glasgow kentine göç ederler. ancak burada da katolik oldukları için, protestan iskoçlar tarafından çok ağır şartlar altında çalıştırılmaya başlarlar.
    dünyaya gelen her iki irlandalı çocuktan biri ölmeye başlamıştır. bir katolik rahip, yardım toplamak amacıyla celtic adında bir vakıf kurar.
    ancak, irlandalıların yardım yapacak gücü yoktur. zengin iskoçlar ise zaten protestan oldukları için yardım yapmazlar.
    vakıf, para toplamak için ingilizlerin en sevdiği oyun olan futbola yönelir ve irlandalı gençlerden bir takım kurar. celtic vakfı, celtic futbol kulübü olmuştur.
    celtic'in iskoç takımlarıyla oynadığı maçlar, zengin protestanlar tarafından büyük ilgi görür.
    celtic vakfı bu maçlardan elde ettiği gelirlerle, dünyaya gelen irlandalı çocukların hayatlarını kurtarmış olur.

    futbolun gelişimi, beraberinde futbol endüstrisinin de doğmasına sebep oldu. takımların izlenebileceği stadyumlar inşa edildi. bu stadyumlar, yüzyıllar boyunca insanların akın ettiği arenaların yerini aldı.

    sanayi devriminden önce daha yerel kalan futbol, sanayi devriminin yarattığı modern toplum yapısı içinde yükselişe geçti.
    köylerinde hiçbir kurala bağlı kalmadan top oynayan gençler, fabrikalarda çalışmaya başladıktan sonra, şehrin dar sokaklarında futbol oynamayı sürdürdüler.
    bu dönemde işçiler tarafından kurulan futbol kulüplerinin destekçileri ise, o kulübün kurulduğu sektöre göre şekillendi. örneğin; liverpool taraftarları liman işçileri, sheffield united taraftarları bıçak imalatında çalışan işçiler, manchester united taraftarları demiryolu işçileri, arsenal taraftarları silah ve mühimmat işçileri, nottingham forest taraftarları kömür işçileri gibi.
    avrupa'nın diğer ülkelerinde de birçok işçi kulübü kuruldu. çek cumhuriyeti'nde sparta prag ve bohemians, macaristan'da vasas budapeşte, sırbistan'da işçi anlamına gelen radnicki ve yine israil'de işçi anlamına gelen hapoel. ankaragücü de silah imalatı yapan işçiler tarafından kurulmuştur.
    avusturya'da kurulan birinci viyana işçi futbol kulübü ise, resmi makamların çıkardığı zorluklardan dolayı adını rapid wien olarak değiştirmiştir.
    almanya'da ise schalke 04, 1904 ila 1913'e kadar 37 işçi ve 5 memur futbolcuyu kadrosunda bulundurmuştur. kömür madenleri ve sanayi ile özdeşleşen ruhr bölgesinin diğer işçi takımı ise borussia dortmund'dur.

    futbol, dünyanın büyük bir bölümüne ingiliz denizciler tarafından götürüldü. brezilya limanına gittiklerinde botafogo kuruldu. porto limanına gittiklerinde porto, bilbao limanında atletic bilbao, endülüs'te sevilla, fransa limanlarında marsilya ile le havre, uruguay'daki montevideo limanında penarol, peru limanında alianza lima, meksika'da british club ve daha fazlası.
    ingiltere, güney amerika'ya endüstriyel ürünlerinin yanı sıra futbolu da ihraç ediyordu.
    sermaye sahipleri de futbol kulüplerini destekliyordu. çünkü, şirket sahipleri işçilerin boş zamanlarını futbol ile kontrol altına almayı amaçlıyordu.
    liberya'dan arjantin'e, bütün dünyaya futbolu yaydılar. japonlara futbolu tanıtan bir ingiliz subayıydı.

    türkiye'ye futbolu getiren de ingilizler oldu. 1890'lı yıllardan itibaren, izmir'de ticaretle uğraşan ingilizler, futbol oynamaya başladılar. 1894'te izmir'de, ingilizler tarafından kurulan football club smyrna (izmir futbol kulübü) anadolu'da kurulan ilk futbol kulübüdür.

    https://gss.gs/tqe.jpeg

    futbolun ilk olarak izmir'de oynanmasının nedeni, istanbul'a kıyasla saray baskısını gündelik hayatta daha az hissediyor olmalarıydı. futbol istanbul'da ancak 1897 yılında kadıköy ve moda'da oynanmaya başlamıştır. izmir'den istanbul'a ticari gerekçelerle göç eden ingilizler, burada da futbol oynamaya başladılar. zamanla istanbul'da yaşayan rumlar da futbol oynayarak ingilizler'e katılmışlardır.
App Store'dan indirin Google Play'den alın