• 165
    kadro:
    muslera
    8
    ebu
    1
    ufo
    2
    semih
    6
    hakan balta
    4
    selçuk
    6
    melo
    5
    engin
    6
    emre çolak
    3
    elmander
    7
    neco
    -4

    zurnanin zirt dediği an:
    ilk yarının sonlarına doğru bir taç atışı. normalde taç atışlarını beklere bırakırlar. elmander’in acelesi vardı, takım kötü oynuyordu. bir an evvel golü bulmak lazımdı. taçı kendisi kullandı, daha doğrusu kullanamadı. neco’ya atmak istiyor, fakat neco topu istemiyordu. maçın kaderi ağ örmeye başlamıştı.
    varil;
    neco; neco kötü oynadığı zaman ki- çoğu zaman- elimde olmadan içime bir huzur giriyor. haklı olmanın tuhaf mutluluğu 1 ölçek ise, zararın galatasaray’a olması sebebiyle de üzüntüm 5 ölçek oluyor. dengem değişiyor, eksenim kayıyor, toptan kaçıyor, zıplayamıyor, şut çekemiyor, koşmuyor. uyarına gelir de balık bir gol atarsa hepimizi uyutuyor. bugün maçı kazanamadıysak, fener’i elimizden kaçırdıysak sebebi direk neco’dur. galatasaray futbolcusu değildir.
    gladyatör:
    muslera; bu kadar kötü oynayan bir takım yenilmediyse, kalesinde muslera olduğu içindir. 2 garanti topu çıkarmıştır. trabzonspor da öyle aman aman top oynamadı ama yine de bizden daha net pozisyon buldular. karşılarına muslera çıktı.
    -
    borozanci:
    hakemin kim olduğunu emin olun bilmiyorum. maçtan önce gazete falan okumadım, tanıdığım bir hakem de değil. hakem dediğim lafın gelişi. yani maçı idare etmesi için düdük ve kartları bulunan orta oyuncusu. kesin olarak hakemliği bilmiyor. maçın en temel, futbolun güzel olması için uygulanabilir en güzel kararıdır avantaj. bilmiyor, oynatmadı, amirlerinden aldığı emirleri yerine getirir bir yönetim gösterdi. maçın kötü olmasının en büyük faktörü oldu. sarı kartların çoğu gereksizdi. gereksiz ikinci sarı kartı selçuk’a çıkaramadı. her kimse, tiksindim tiksinmesine de, bizim ligimize bu hakem bile çok, fazla günahını almayayım.
    -
    bir soru – bir cevap:
    bu ülkede dürüst olmanın avantajı var mı?
    yok, ecevit gibi dürüstlüğü savunuyoruz ama bir işe yaramıyor. hatırlayın en büyük ekonomik kriz ecevit zamanında olurdu. herkesin hırsız olduğu ortamın, hırsız olmayan başbakanıydı. bizde aynı hesap, aklımız almıyor, dürüst olalım, haksız kazanç kimse sağlamasın diyoruz, kavgasını veriyoruz ama en büyük zararı da biz görüyoruz. ne yazık ki peşimizden de gelen yok. en iyisi sistemden çıkmak.
    -
    imparator:
    grande bugün maçı hiç iyi yönetemedi. emre çolak’ın maçta ezildiğini çok uzun süre fark edemedi. aslında emre uzun zamandır fizik olarak ve oyun olarak düşüş içersinde, seçenek yaratmada geç kaldı. varil neco’nun elmanderi haftalardır olduğu gibi bu maçta da sömürmesine göz yumdu. sezon başında neco bizde olsaydı da, elmander’le oynasaydı, devre arasında kesin kovdururdu. hele ki sabri yi son dakikalarda git bizi kurtar diye oyuna sokması yok mu? aslında o dakika ben teslim bayrağını çekmiş oluyorum. bir defasında sonradan oyuna giren sabri gol atmıştı ya, artık grande her sıkıştığı maçta şapkasının içine sabri’yi sokar. bakarsın maçın birinde daha tavşan oluverir, kim bilir? terim’den başka.
    ordakiler:
    bir dakika nefes alalım, ben yazarken aldım, siz de okurken alın. takım ölüm kalım maçlarının sondan bir öncekine çıkıyor tribünler bom boş. ben beyoğlundaki yürüyüşe katıldım, daha sonra maça gittim. mitinge giden taraftar maça gelenden hem çok, hem daha coşkuluydu. bu sene ilk defa taraftarı hiç beğenmedim. hem azdı, hem de tezahürat yapmakla düzeni değiştireceğini sanacak kadar gaflet içindeydi. en nefret ettiğim beşiktaş tezahüratını, bizim de benimseyip devamlı söyleyeceğimizi görmek de varmış. neymiş ‘’tüpçü yeteeeer’’ sanki tüpçü gidince terazici, gelecek, her yer gül bahçesine dönüşecek. seçimle düzen değişmez, eylem yapmamaya da alıştırılmışız, böyle gelmiş böyle gidecek.
    -
    analiz:
    bu ülkede namussuzluktan yana olanların, namuslu olmak isteyenlerden çok olduğunu biliyorum. ben kelle sayısını artırmak için gitmedim galatasaraylı mitingine, mutlaka azızdır, rahat olabilirler. ben nitelik nedir? kalite var mıdır? bunu görmeye gittim. gördüğüm şey, ne galatasaray’ın, ne galatasaray taraftarının oynatılan, kurgulanan tiyatronun oyuncusu olmadığıydı. liseden, taksim meydanı’na kadar bağırarak yürüdük, demirören ailesinin çalıp, yaptığı binasının önünden geçerken balkonlardan meşale attılar, atılan meşaleler kdv siyle berabere geri gönderildi. bu ortamda, futbol, daha doğrusu galatasaray sever olduğuma lanet ederek arena’ya geldim. bu kez ultraslan kale arkasındaydım. taraftarın duruşunu en yakından teşhis edecektim.

    takım ısınmaya sahaya çıktığında anlarım hemen hemen maçın nasıl geçeceğini. galatasaray taraftarı maçtan, bu seneki şampiyonluktan vazgeçmiş. taksim’de daha çok insan vardı. bu senenin en kötü seyircisi tribündeydi. neyse, geleneksel olarak futbolcular yumruk şova yapmaya çağırılır. bu an, futbolcuların ne olup olmadığının en somut ölçüldüğü andır. ilk önce selçuk inan, yani takımın en büyük futbolcusu çağrılır. sonra sırasıyla, takımı takip edenler bilir de, ben takip edemeyenler için yazayım. melo, elmander, ebu, semih, ufo, engin, hakan balta, emre çolak ve tahmin edildiği gibi en son necati ateş. yedeklerde bile iyi oyuncu hiyerarşisi vardır çağırılmada. baros, sabri, aydın, riera, yekta ve gittikçe cılızlaşan bir tempoyla gökhan zan.

    daha maça başlayamadık. öncesi tff seremonisi var. yayıncı kuruluşu protesta var. turnuvayı düzenleyenlere isyan var. yani bir örnek vermek lazım. şampiyonlar ligi maçlarının oynandığı bütün stadlarda platini’ye uefa ya küfür etmek gibi bir şey. futbolun doğasına aykırı.

    doğaya aykırı oyun nihayet başladı. ilk dakikalar oynandıkça çok kötü bir maç olacağını hepimiz anlamıştık. aynı zamanda da futbolun patronunun fenerbahçe olduğunu da. önceki maçta yenilen trabzonspor’un üstüne atılı suçtan dolayı nasıl oynamaları gerektiği dikte ettirilmişti sanki. trabzonspor bu maçta 1 puan alacaktı. galatasaray’ı yenmek için oynamayan takımların işi çok kolaydı. yat aşağı, iyi futbol oynamak isteyen galatasaraylı futbolcuları hakemin de marifetiyle kızdır, atamayınca oyundan düşerler, hatta bir hata yaparlar kendi kalelerinde gol bile görürler. beraberliğe şükrettiğin maçtan galip ayrılırsın. zaten görülmüş şey değil, galatasaray’ın kötü oynadığı bir maçı kazanması.

    emre çolak sağda, engin baytar solda ezildi durdu maç boyunca. kale arkasından maçın kurgusu çok iyi görünüyor, 25. dakikada benim baş çelişkim topa geriye doğru pas vererek dokundu. elmander’i eşek gibi koşturup, kendisi devamlı saklandı. iddia ediyorum kendisini dün benden daha çok seyreden olmamıştır. ben bütün maç boyun kendi kadranımdan ayırmadım. fatih terim’in baros antipatisi bize turnuvayı kaybettirirse kaybettirir. selçuk’a acıdım. topla buluştuğunda pas isteyen elmander salağından! başkasını bulamadı. bütün kafa topuna elmander çıksın, rakibi atağa çıkarmamaya elmander atlasın, sarı kartı o görsün, neco balık bir gol atsın, cukkayı kapsın.

    koca bir ilk yarı pozisyonsuz, iğrenç futbolla heba oldu. devre aralarının büyük hocası’nın bir şeyler yapacağına inancımız vardı. aynı takımla çıktığına göre bayağı bir dolduruşa getirmişti çocukları, biz öyle sandık. zaman daraldıkça çocuklar da daraldı. dört bir yanı yine atamayacağız korkusu sardı. ve hala ölmüş eşşek de olsa golcüsü baros kudurmuş vaziyette hasan şaş'ın yanındaydı. bir şeyler yapma ihtimali olan, işler kötüye gittiğinde sırtına başını dayayıp ağlayabileceğin tek yabancı futbolcun melo'da koşarak kulübenin yolunu tutuyordu. şapkadan bir kaç defa çıkmayı başarmış aydın ekspresi oyuna dahil olduğunda son 20 dakikayı tek orta saha 2 bek bir kaleci 7 gol girişimcisi ile oynadık. bu dakikaları onur savaşı veren karadeniz'in deli dalgaları kazasız atlatmayı yeğledi. bir önceki maçın delikanlısı olcan bile aşırı baskıdan fenerbahçeliliğini yeniden gözden geçirdi.

    kalenin arkasında, hiç kimsenin beni tanımadığı bir koltukta maçı izledim. hayatımda ilk defa hiç konuşmadan, ayağa bile kalkmadan, küfür etmeden ah vah çekmeden maçı seyrettim. keyfim ortalama bir galatasaraylı kadardı. bu ortamda futbolcundan da spor yapmasını ne kadar bekleyebilirdin ki. öyle bir düzen kurmuşlar ki sessiz sedasız hiç kimsenin dikkatini çekmeden bir karar daha almışlar. ilk defa kupa finali, lig bittikten sonra oynanacak. her ihtimali düşünmüş futbolumuzun global kraliyet ailesi.

    şimdi alın hesap makinalarınızı elinize, o güzel ellerinizi kalbinizin üstüne getirin, derin bir nefes alın, beni dinleyin. kadıköy'e 3 puan önde gitmekle, 2 puan geriden gitmek arasında hiç bir fark yok. hatta bana sorarsanız bu gece fenerbahçe yensin, hatta trabzonspor'u da yensin ve biz beşiktaş'la berabere kalalım. o zaman çekeceğiz hodri meydanı.

    biz azız, az olduğumuz için sistem devamlı çoğun tarafından çalışacak. ya bu deveyi güdecek, hakemi de, futbol tanrısını da, federasyon namlı şebekleri de, ahlak kurulu başındaki ahlaksız adamı da ve de sevgili fenerbahçe'lerini evire çevire yeneceksin. ya da gereğini yapacaksın, bu diyardan gideceksin. ortam namuslu olmak isteyenlerin ortamı değil.
App Store'dan indirin Google Play'den alın