• 1740
    aynı adı taşıyan topçuların küçük büyük diye ayrıldığı yıllardı. isimlerin de ahmet, mehmet gibi “normal” olduğu kumsal, sağnak gibi “modern” isimlerin olmadığı yıllar… bundan sebep öyle batuhan gibi ismi olan topçular da yoktu. o, güzel andığımız, belki gerekli belki gereksiz nostalji fetişine daldığımız o yıllarda, dizler asfaltlarda paramparça olmuş halde, düşe kalka, bata çıka öğrendik o güzel oyunu. sonraları büyüyüp, iki satır okuyup gördüklerimizle o kanıya vardık ki aslında ne güzel metaformuş o hallerimiz hayat denilen merete dair. daha o zamanlar sınıf kavramı karl babanın anlattıklarıyla değil de sıralarına oturup gs kazıdığımız dersliklerden ibaret yer alıyordu zihinlerimizde. işte yaş alınca insan hatırlayamıyor ve "kendimi bildim bileli" şablonu yetişiyor ya imdada, bizde öyle diyelim. kendimizi bildik bileli galatasaraylıydık. ama aç parantez yapıp, içimize o tarifi ve betimlemesi namümkün sevdanın yerleştiği zamanlar diye belirtelim andığımız o zamanları. o zamanlar ki mahallenin fenerli oğlanının, amcasının alamanya’dan getirdiği çivili kramponlarıyla havasını attığı, ayağımızdaki seneye de giyer sebebiyle iki numara büyük alınmış pabuçlardan mütevellit içimize cam parçacıklarının dolduğu ama başımızın dikliğinden feragat etmediğimiz zamanlar… o zamanlar ki asfaltta çivili krampon giymeye çalışıp ayakta duramayan fenerin oğlanlarına cimbomun çocuklarının iki numara büyük pabuçlarla koyduğu zamanlar...beraber maç izlediğin babanın, koca adamın, en büyük kahramanının gözlerinden süzülen katreleri anlamlandırmaya çalıştığımız zamanlar... içerimize galatasaraylılığın yerleştiği zamanlar.
    galatasaraylılık…
    akılla izah mümkün değil. olsaydı eğer mahallenin beşiktaşlı abisinin teklifiyle beşiktaşlı oldum derdik bi kinder sürpriz yumurtaya. ya da diğerleri gibi beşiktaşlıyım deyip çikolatayı aldıktan sonra kaçıp yalan söyledim diye bağırırdık. öyle ya, aklı başında rasyonel birey aklını kullanıp kendisi için en karlı seçimi yapacaktı. aklını kullan al çikolatayı, bak davana. daha sonraları çikolata yiyemeyen çocukları dert ettiğimizde anlamıştık ki karnımız toktu bu liberal mavralara. çocukken bilmezdik böyle süslü kelimelerle ifade etmeyi belki ama pratiğimiz doğruydu ve aslolan da oydu. yapmadık. satmadık .onur haysiyet şeref gibi kavramların gönlümüzde yanan sevdayla nasıl harmanlanmış olduğunun farkındaydık. babanın gözlerinden süzülenlerin anlamını belli ki o küçük yaşta kavramıştık. galatasaraylıydık.
    o yaşlardan bu yaşlara rasyonel düşüncenin r'si uğramadı bu mevzuda hayatımıza. üç kuruşluk aklımızla sorgulamadık şey bırakmazken hayatımıza dair bi sana dokunamadık galatasaray. allahı sorguladık seni sorgulayamadık galatasaray. haşaaa! allah çarpar.
    yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma vardır duygulanmanın da temeli aşktır demiş ya freud, yattığı yerden kalksa da bi psikanalizle yaşadığımı hissettiren duygulanmaların temelindeki galatasaray aşkını bi anlatsa, açıklasa…
    madem ki çocukluktan girdik, mademki çabamız anlatmaktı galatasaraylılığı,galatasarayı o zaman şöyle bağlayalım;
    çehov demiş ki duyduğum en güzel deniz betimlemesi bir çocuğa aittir; deniz büyüktür. biz de yıllar önceki o çocuğun ağzından en saf en yalın en gerçek haliyle diyelim;
    galatasaray büyüktür.
App Store'dan indirin Google Play'den alın