105
tarık öcal
14.12.1991, cumhuriyet
uğursuz 12 eylül'ün, 13'e bağlandığı saatlerde, piyanist arkadaşım pepe ile ziya restoran'ın aşağı barında sonbahar yalnızlığını çorba içerek yaşarken sanki barda ceketini unutmuş bir tavır ile arda uskan içeri girdi. ortalığı toplayan komilere torpil geçip kendisine bir rakı ısmarladı. kara mizah sohbet sürerken, birden bir ışığın düştüğünü hissettik. sessiz sedasız yanımıza gelip, içkisini yudumlayan adam metin oktay'dı. birdenbire benim ve arda'nın hatta rossi'yi de futbolcudan saymayan pepe'nin gözlerinde ışıklar parladı. alın size nostaljinin allah'ı. otuz yıldır barlarda restoranlarda gitar çalarak geçiririm hayatımı. kimin ne kadar alkollü olduğunu ben bilmezsem kim bilir? metin oktay yanımızdaydı. raporlar ne derse desin, biz üçümüz kişiliğimizi koyarak söyleyebiliriz ki metin oktay önceki gece içkiliydi, ama sarhoş değildi. on bir yıl önce 12 eylül gecesi, bütün türkiye sarhoş muydu sanki?
bizler sanattan konuşuyorduk ya. onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960'taki efsanevi maçta iskoçya'ya attığı golü, istanbul'da bir akg maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken, 90'a taktığı golü anlattım. ve bunların sırrını sordum. "ellerini uzat" dedi. iki elimi uzattım. avuçlarım yere dönüktü. o da ellerini avucuna aldı. "şimdi" dedi, "istediğin elini çek ben yakalayacağım." ellerimi, metin oktay'ın avucundan kurtaramadım. "işte" dedi, "bu reflekstir bana o golleri attıran." sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı."bunlar işin fizik tarafı" deyip nazım hikmet'ten bir şiir okudu. hiçbirimiz ummazdık. tabii ummamak, bizim suçumuz. "işte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim" deyip boynuma sarıldı. meğer biz futbolculara nasıl bakarsak onlar da biz müzisyenlere öyle bakarmış, ne çok ortak noktamız varmış oysa ki. kartımı istedi. "yarın seni arayacağım" dedi. öpüşerek ayrıldık. gitme vakti gelmişti. yorgunduk. metin oktay'ı, yarım kalmış içkisiyle barda bırakıp arda, pepe ve ben çekip gittik.
sabah telefon çaldı. metin ağabey diye açtım. pepe'ydi. pepe'nin güzel sesinden ilk defa nefret ettim. metin oktay'ın ölümünü haber veriyordu. senin karşında son golü yiyen kaleci olmak isterdim, metin ağabey, ama son öptüğün insan oldum. ben yine telefonunu bekliyorum. sen aramazsan ben nasıl olsa arayacağım.
14.12.1991, cumhuriyet
uğursuz 12 eylül'ün, 13'e bağlandığı saatlerde, piyanist arkadaşım pepe ile ziya restoran'ın aşağı barında sonbahar yalnızlığını çorba içerek yaşarken sanki barda ceketini unutmuş bir tavır ile arda uskan içeri girdi. ortalığı toplayan komilere torpil geçip kendisine bir rakı ısmarladı. kara mizah sohbet sürerken, birden bir ışığın düştüğünü hissettik. sessiz sedasız yanımıza gelip, içkisini yudumlayan adam metin oktay'dı. birdenbire benim ve arda'nın hatta rossi'yi de futbolcudan saymayan pepe'nin gözlerinde ışıklar parladı. alın size nostaljinin allah'ı. otuz yıldır barlarda restoranlarda gitar çalarak geçiririm hayatımı. kimin ne kadar alkollü olduğunu ben bilmezsem kim bilir? metin oktay yanımızdaydı. raporlar ne derse desin, biz üçümüz kişiliğimizi koyarak söyleyebiliriz ki metin oktay önceki gece içkiliydi, ama sarhoş değildi. on bir yıl önce 12 eylül gecesi, bütün türkiye sarhoş muydu sanki?
bizler sanattan konuşuyorduk ya. onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960'taki efsanevi maçta iskoçya'ya attığı golü, istanbul'da bir akg maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken, 90'a taktığı golü anlattım. ve bunların sırrını sordum. "ellerini uzat" dedi. iki elimi uzattım. avuçlarım yere dönüktü. o da ellerini avucuna aldı. "şimdi" dedi, "istediğin elini çek ben yakalayacağım." ellerimi, metin oktay'ın avucundan kurtaramadım. "işte" dedi, "bu reflekstir bana o golleri attıran." sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı."bunlar işin fizik tarafı" deyip nazım hikmet'ten bir şiir okudu. hiçbirimiz ummazdık. tabii ummamak, bizim suçumuz. "işte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim" deyip boynuma sarıldı. meğer biz futbolculara nasıl bakarsak onlar da biz müzisyenlere öyle bakarmış, ne çok ortak noktamız varmış oysa ki. kartımı istedi. "yarın seni arayacağım" dedi. öpüşerek ayrıldık. gitme vakti gelmişti. yorgunduk. metin oktay'ı, yarım kalmış içkisiyle barda bırakıp arda, pepe ve ben çekip gittik.
sabah telefon çaldı. metin ağabey diye açtım. pepe'ydi. pepe'nin güzel sesinden ilk defa nefret ettim. metin oktay'ın ölümünü haber veriyordu. senin karşında son golü yiyen kaleci olmak isterdim, metin ağabey, ama son öptüğün insan oldum. ben yine telefonunu bekliyorum. sen aramazsan ben nasıl olsa arayacağım.