2347
zaman; 1960'lı yılların başı... mekan; mecidiyeköy'de bugün galatasaray store çadırının konumlandığı yer, eski adıyla "kömürlü saha"... o sahada top oynayan bir grup çocuk ve o çocukların yanına arada bir uğrayıp, onlara topla hareketler gösteren, bir şeyler öğreten genç, efendice bir adam... o adam ki; lisenin kalın ve aşılmaz duvarlarının anadolu'ya* kapattığı kulübü; 'diğerleri'ne açan adam... o adam ki; metin oktayişte...
o çocuklardan birine odaklanmak gerek. çocuğun ailesi beşiktaş semtinde ikamet etmekte, bütün ailesi beşiktaş'lı. ama o, arada bir gelip hareketler gösteren, afilli abinin varlığı bu çocuğu başka türlü hissetmeye sevk ediyor. beşiktaşlı polat ailesinin evladı adnan'ı metin oktay galatasaraylı yapıyor.
sene 2011; o adnan polat galatasaray tarihinin ibra edilmeyen ikinci başkanı oluyor.*
o aradaki 50 yılda en başa ve en sona periyodik dönüşler yaptığımızda sürekli iç gıcıklayıcı bir sahneyle karşı karşıya geliyoruz. o 50 yılın mahiyetine ve 1960'lardaki tablonun 2011 martında nasıl bu hale geldiğine dair birkaç cümle kurmadan önce başka bir zaman tüneline girmek gerek.
bu kez zaman tünelinin başında 20. yüzyılın ilk yılları var. devir sultan 2. abdülhamid han devri... kimine göre "istibdad", kimine göre bir hasta adamın son hayatta kalma reflekslerini gösterdiği dönem. ama bir gerçek var ki; ortada bir otoritenin varlığı hissediliyor. işte tam bu zamanlarda; mekteb-i sultani bahçesinde başka bir heyecan var. inançlı, kararlı bir genç; belki kendisinin bile tahmin edemeyeceği kadar giriftleşecek bir hikayenin başlangıcına imza atıyor birkaç arkadaşıyla... galatasaray'ı kuruyor.
ama otorite, biraz da paranoyanın etkisinde bir halde, toplu halde yapılan faaliyetlere mesafeli yaklaşıyor. futbol maçlarını da rejime tehdit olarak algılıyor. kırmızı-beyaz forma giyen gençler futbol oynarken sahaya dalıp; "çıkarın ulan o formaları!" diyen bir hafiye bu tavrın göstergelerinden sadece birisi...
işte burada galatasaray kurumunun kimliğine derin bir iz bırakacak bir tavır gelişiyor. dönemin lise müdürü abdurrahman şeref efendiiktidara karşı galatasaray'ın tarafını tutuyor; okulun talebelerini saklıyor, koruyor.
ikinci zaman tünelinin sonunda gideceğimiz vakit ise 15 ocak 2011... galatasaray'ın evini yenilediği, düğün-bayram gününde bir tatsızlık yaşanıyor. stada ciddi emekler de vermiş olan başbakan; aslında normal bir şekilde, vatandaşı tarafından ıslıklanarak protesto ediliyor. ama başbakan ve kurmayları bu protestonun öznesini; "vatandaş" olarak değil; "galatasaray taraftarı" olarak kabul edip; bu yanlış kabul üzerinden galatasaray'a önce hakaret ediyor, sonra da cumhuriyetten eski bir camiayı tehdit ediyor.
meselem protesto olayı ve sonrasında yaşananlar değil. işte tam bu olaylar olurken; galatasaraylıları temsil etmek için bir göreve talip olan adnan polat; galatasaray'ın tarafını tutmama hatasına düşüyor. daha sonra kendisinin de "yorgunluk" mazeretine bağlayarak itiraf edeceği, bir dizi saçmalığa imza atıyor. bakanlar stad çıkışında adnan polat'ın, galatasaray başkanının etrafını sarıp; el-kol hareketleriyle hakaretler, tehditler savuruyor ve adnan polat'ın tavrı el-pençe divan durmaktan başka bir tavır da olmuyor.
burada bir parantez daha açıp; galatasaray ve onun başkanlık makamı üzerine iki çift kelam da etmek gerek. galatasaraybir spor kulübünden daha fazlasıdır. bir kültür uzantısıdır. bu toprakların; yüzünü batıya dönmüş, bir ayağıyla bu topraklara basarken diğer ayağıyla bütün dünyaya açılmış, fikri hür, vicdanı hürinsanlar yetiştiren güzide bir kurumudur. bir duruşu ve kırmızı çizgileri vardır. galatasaray başkanı da; sportif meselelerle ilgilenmekten daha çok, bu duruşu ve kırmızı çizgileri muhafaza ve asırlık bir anlayışı sahiplenmiş milyonları temsil etmekle görevli kişidir.
sene 2011; adnan polat başkanlık makamından "indirildi." ama takım 11. diye değil, transferde isabet sağlayamadı diye değil, adnan sezgin'de inat etti diye değil, teknik direktör harcama mekanizması kurdu diye değil. adnan polat indirildi; çünkü abdurrahman şeref efendi'nin ortaya koyduğu galatasaray tavrına uygun davranamadı. ama acziyetten, ama korkudan, ama başka bir mülahazadan; adnan polat galatasaray'ı 15 ocak 2011 günü temsil edemedi ve layık olamadığı makamdan "indirildi."
ben şimdi yine karışık bir kafayla izliyorum galatasaray'ı... bir yandan kırmızı çizgilerimize sahip çıkan bir camianın varlığı içimi güvenle ve umutla doldururken; diğer yandan ağlıyorum. kimse taşın altına elini sokmazken kendini ortaya atan adnan polat'ın bu hale düşmesine ağlıyorum. 90'ların efsane yöneticisi adnan polat'a ağlıyorum. 2001'de "kurtar bizi baba!" denilen adnan polat'a ağlıyorum. ağaran saçlara, şişen göz torbalarına ağlıyorum.
ama en çok da; 60'lı yılların başında, kömürlü sahada top oynayan ve galatasaraylılığı metin oktay'dan öğrenen çocuğun; 50 sene sonra metin oktay'a layık olamamasına ağlıyorum.
güle güle adnan polat; ben seni de güzel hatırlamaya çalışacağım.
o çocuklardan birine odaklanmak gerek. çocuğun ailesi beşiktaş semtinde ikamet etmekte, bütün ailesi beşiktaş'lı. ama o, arada bir gelip hareketler gösteren, afilli abinin varlığı bu çocuğu başka türlü hissetmeye sevk ediyor. beşiktaşlı polat ailesinin evladı adnan'ı metin oktay galatasaraylı yapıyor.
sene 2011; o adnan polat galatasaray tarihinin ibra edilmeyen ikinci başkanı oluyor.*
o aradaki 50 yılda en başa ve en sona periyodik dönüşler yaptığımızda sürekli iç gıcıklayıcı bir sahneyle karşı karşıya geliyoruz. o 50 yılın mahiyetine ve 1960'lardaki tablonun 2011 martında nasıl bu hale geldiğine dair birkaç cümle kurmadan önce başka bir zaman tüneline girmek gerek.
bu kez zaman tünelinin başında 20. yüzyılın ilk yılları var. devir sultan 2. abdülhamid han devri... kimine göre "istibdad", kimine göre bir hasta adamın son hayatta kalma reflekslerini gösterdiği dönem. ama bir gerçek var ki; ortada bir otoritenin varlığı hissediliyor. işte tam bu zamanlarda; mekteb-i sultani bahçesinde başka bir heyecan var. inançlı, kararlı bir genç; belki kendisinin bile tahmin edemeyeceği kadar giriftleşecek bir hikayenin başlangıcına imza atıyor birkaç arkadaşıyla... galatasaray'ı kuruyor.
ama otorite, biraz da paranoyanın etkisinde bir halde, toplu halde yapılan faaliyetlere mesafeli yaklaşıyor. futbol maçlarını da rejime tehdit olarak algılıyor. kırmızı-beyaz forma giyen gençler futbol oynarken sahaya dalıp; "çıkarın ulan o formaları!" diyen bir hafiye bu tavrın göstergelerinden sadece birisi...
işte burada galatasaray kurumunun kimliğine derin bir iz bırakacak bir tavır gelişiyor. dönemin lise müdürü abdurrahman şeref efendiiktidara karşı galatasaray'ın tarafını tutuyor; okulun talebelerini saklıyor, koruyor.
ikinci zaman tünelinin sonunda gideceğimiz vakit ise 15 ocak 2011... galatasaray'ın evini yenilediği, düğün-bayram gününde bir tatsızlık yaşanıyor. stada ciddi emekler de vermiş olan başbakan; aslında normal bir şekilde, vatandaşı tarafından ıslıklanarak protesto ediliyor. ama başbakan ve kurmayları bu protestonun öznesini; "vatandaş" olarak değil; "galatasaray taraftarı" olarak kabul edip; bu yanlış kabul üzerinden galatasaray'a önce hakaret ediyor, sonra da cumhuriyetten eski bir camiayı tehdit ediyor.
meselem protesto olayı ve sonrasında yaşananlar değil. işte tam bu olaylar olurken; galatasaraylıları temsil etmek için bir göreve talip olan adnan polat; galatasaray'ın tarafını tutmama hatasına düşüyor. daha sonra kendisinin de "yorgunluk" mazeretine bağlayarak itiraf edeceği, bir dizi saçmalığa imza atıyor. bakanlar stad çıkışında adnan polat'ın, galatasaray başkanının etrafını sarıp; el-kol hareketleriyle hakaretler, tehditler savuruyor ve adnan polat'ın tavrı el-pençe divan durmaktan başka bir tavır da olmuyor.
burada bir parantez daha açıp; galatasaray ve onun başkanlık makamı üzerine iki çift kelam da etmek gerek. galatasaraybir spor kulübünden daha fazlasıdır. bir kültür uzantısıdır. bu toprakların; yüzünü batıya dönmüş, bir ayağıyla bu topraklara basarken diğer ayağıyla bütün dünyaya açılmış, fikri hür, vicdanı hürinsanlar yetiştiren güzide bir kurumudur. bir duruşu ve kırmızı çizgileri vardır. galatasaray başkanı da; sportif meselelerle ilgilenmekten daha çok, bu duruşu ve kırmızı çizgileri muhafaza ve asırlık bir anlayışı sahiplenmiş milyonları temsil etmekle görevli kişidir.
sene 2011; adnan polat başkanlık makamından "indirildi." ama takım 11. diye değil, transferde isabet sağlayamadı diye değil, adnan sezgin'de inat etti diye değil, teknik direktör harcama mekanizması kurdu diye değil. adnan polat indirildi; çünkü abdurrahman şeref efendi'nin ortaya koyduğu galatasaray tavrına uygun davranamadı. ama acziyetten, ama korkudan, ama başka bir mülahazadan; adnan polat galatasaray'ı 15 ocak 2011 günü temsil edemedi ve layık olamadığı makamdan "indirildi."
ben şimdi yine karışık bir kafayla izliyorum galatasaray'ı... bir yandan kırmızı çizgilerimize sahip çıkan bir camianın varlığı içimi güvenle ve umutla doldururken; diğer yandan ağlıyorum. kimse taşın altına elini sokmazken kendini ortaya atan adnan polat'ın bu hale düşmesine ağlıyorum. 90'ların efsane yöneticisi adnan polat'a ağlıyorum. 2001'de "kurtar bizi baba!" denilen adnan polat'a ağlıyorum. ağaran saçlara, şişen göz torbalarına ağlıyorum.
ama en çok da; 60'lı yılların başında, kömürlü sahada top oynayan ve galatasaraylılığı metin oktay'dan öğrenen çocuğun; 50 sene sonra metin oktay'a layık olamamasına ağlıyorum.
güle güle adnan polat; ben seni de güzel hatırlamaya çalışacağım.