2078
ben futbolculuğunu izlemedim. futbolcu olarak galatasaray'a gelişini, hatta gidişini hatırlamıyorum. bilmiyorum yani. youtube'dan maç tekrarları, ropörtajlar, 17 mayıs belgeseli, kısaca hagi benim için eski görüntülerden yakalanmaya çalışılan anılardan ibaret. galatasaraylı olmanın, uefa kupası'yla gurur duymanın yanında paket olarak belli bir miktar hagi sevgisi de geliyor tabii, ama gol attığında ağlamışlığım yok. teknik direktör olarak ilk getirildiğinde ve kovulduğunda üzülmüşlüğüm yok. hagi'ye dair kişisel bir anım yok yani.
yok-tu en azından.
daha önce bir yerlerde daha yazmıştım bunu, sanırım twitter. 24 ekim 2010 fenerbahçe-galatasaray maçı, deplasman tribünü. 0-0 bitmiş malum. herkes memnun tabii, ama her deplasman macerasında olduğu gibi yorgunluk skorun önüne geçiyor. ışıklar kapanmış, stat boş, fenerbahçe marşları çalınıyor, alışık olanlar, buna daha önce defalarca maruz kalanlar bile ister istemez kıl oluyor tabii. yine malum, maç boyunca çılgınca bağrıldığı için sesler kısık. maç biteli bir-bir buçuk saat geçmiş, herkes tribünde dağılıp oturmuş, bekliyor artık. ne kadar oradayız belli değil, su yok, dönüş yolu uzun, dertler bitmek bilmiyor kısaca.
orada olanlar hatırlar, karanlıktan yaklaşan flaş hüzmesini. hagi'nin arkasında tugay ve arda -başkası var mıydı hatırlamıyorum- ile deplasman tribününe gelmesine eşlik eden gazetecileri. ben neler olduğunu anlayana kadar tribün "sen şampiyon olmasan da"ya başlamıştı bile. kalabalık tellere yığıldı, bir anda tanıdık kimse kalmadı yanımda, ama öne sürüklendiğim grubun içinde, tanımadığım babam yaşında bir adam ağlamaya başladı yanımda hagi üçlü çektirirken.
belki klasik bir harakettir, belki kimse şaşırmadı. ama ben beklemiyordum. ben gelmezdim maçtan sonra, soyunma odasında aklıma gelmezdi deplasman tribünündeki bir avuç insan. rijkaard gelmezdi. gelmedi daha önce.
sonuçta artık benim de kendi hagi'm var. ben bile sadece bu ve 17 mayıs belgeseli'ndeki yüzünü düşünüp, kendisi hakkında abuk subuk konuşanlara bu kadar sinir oluyorsam, uefa alındığında ağlayanlar neler hissediyordur bilmiyorum.
galatasaraylı olmak hagi'yi sevmek zorunda olmak değil tabii. bu klüpte en az onun kadar emeği olan, kitlelerin taptığı onlarca insanı ben günahım kadar sevmem. ama hagi ne zaman kişisel oldu benim için, o zamandan beri onu sevmeyen ölsün demek benim hakkım.
ölsün, açıkcası umurumda olmaz. asla yüzyüze tanışmadığım hagi, yıllarımı beraber geçirdiğim çoğu insandan daha değerli benim için.
özgür düşünce adı altında herkes ileri geri konuşuyor ya hani, bu da özgür düşünce. bu adam hakkında atıp tuttuğunuz her entry'de of'tan öte seri bedduamı alıyorsunuz. hani belki bu konuda hassas olan, dindar arkadaşlar vardır, bilerek yazsın. inançlı olmayanlar da, valla diyorum işte, yanarak ölseniz su dökmem üzerinize. hani trilyonda bir de olsa yanarak ölmeniz ve benim orada bulunmam bir olasılık, insan hayatta her şeyi hesaba katmalı. dökmem.
yok-tu en azından.
daha önce bir yerlerde daha yazmıştım bunu, sanırım twitter. 24 ekim 2010 fenerbahçe-galatasaray maçı, deplasman tribünü. 0-0 bitmiş malum. herkes memnun tabii, ama her deplasman macerasında olduğu gibi yorgunluk skorun önüne geçiyor. ışıklar kapanmış, stat boş, fenerbahçe marşları çalınıyor, alışık olanlar, buna daha önce defalarca maruz kalanlar bile ister istemez kıl oluyor tabii. yine malum, maç boyunca çılgınca bağrıldığı için sesler kısık. maç biteli bir-bir buçuk saat geçmiş, herkes tribünde dağılıp oturmuş, bekliyor artık. ne kadar oradayız belli değil, su yok, dönüş yolu uzun, dertler bitmek bilmiyor kısaca.
orada olanlar hatırlar, karanlıktan yaklaşan flaş hüzmesini. hagi'nin arkasında tugay ve arda -başkası var mıydı hatırlamıyorum- ile deplasman tribününe gelmesine eşlik eden gazetecileri. ben neler olduğunu anlayana kadar tribün "sen şampiyon olmasan da"ya başlamıştı bile. kalabalık tellere yığıldı, bir anda tanıdık kimse kalmadı yanımda, ama öne sürüklendiğim grubun içinde, tanımadığım babam yaşında bir adam ağlamaya başladı yanımda hagi üçlü çektirirken.
belki klasik bir harakettir, belki kimse şaşırmadı. ama ben beklemiyordum. ben gelmezdim maçtan sonra, soyunma odasında aklıma gelmezdi deplasman tribünündeki bir avuç insan. rijkaard gelmezdi. gelmedi daha önce.
sonuçta artık benim de kendi hagi'm var. ben bile sadece bu ve 17 mayıs belgeseli'ndeki yüzünü düşünüp, kendisi hakkında abuk subuk konuşanlara bu kadar sinir oluyorsam, uefa alındığında ağlayanlar neler hissediyordur bilmiyorum.
galatasaraylı olmak hagi'yi sevmek zorunda olmak değil tabii. bu klüpte en az onun kadar emeği olan, kitlelerin taptığı onlarca insanı ben günahım kadar sevmem. ama hagi ne zaman kişisel oldu benim için, o zamandan beri onu sevmeyen ölsün demek benim hakkım.
ölsün, açıkcası umurumda olmaz. asla yüzyüze tanışmadığım hagi, yıllarımı beraber geçirdiğim çoğu insandan daha değerli benim için.
özgür düşünce adı altında herkes ileri geri konuşuyor ya hani, bu da özgür düşünce. bu adam hakkında atıp tuttuğunuz her entry'de of'tan öte seri bedduamı alıyorsunuz. hani belki bu konuda hassas olan, dindar arkadaşlar vardır, bilerek yazsın. inançlı olmayanlar da, valla diyorum işte, yanarak ölseniz su dökmem üzerinize. hani trilyonda bir de olsa yanarak ölmeniz ve benim orada bulunmam bir olasılık, insan hayatta her şeyi hesaba katmalı. dökmem.