1431
camianın açık ara en zayıf halkasıdır. hala ihale adnan polat&sezgin'e, bam'a, rijkaard'a, hagi'ye bırakılıyor. sorunlar bu isimlerden değil, tamamen taraftarın tutumundan kaynaklanıyor. bir defa insanlar galatasaray'ın taraftarı olduğunu idrak etmeli, sahibi değil. sahibi genel kuruldur. sen sadece destekçisin. zamanında bir grup insan belli bir düşünce ile bir oluşum yaratmış. yıllar boyunca da insanlar, bazıları bünyesindeki sporculardan, bazıları renklerinden, bazıları başarılarından bazıları da başka şeylerden etkilenip bu kulübün taraftarı olmuş. taraftarı diyorum, dikkat. bir taraf olmuşsun yani. benimsediği düşünceyi, izlediği yolu kendine yakın bulup desteklemişsin. ama günümüzde öyle bir durumda ki son 25 yıla damga vurması nedeniyle başarıya doyan taraftar kulübün dizginlerini ele geçirmiş durumda. bir bağırıyor skibbe gidiyor, bir bağırıyor rijkaard gidiyor, şimdi hagi gidecek, seneye tugay gidecek. ondan sonraki sene de sezona kim başladıysa o gidecek. şımarıklığın bini bir para. asıl komik olana geleyim; bu adamlar gittikten belli bir zaman sonra "ya ne kadar iyi adamdı, o sene fena da oynamadık, değerini şimdi anlıyoruz" v.s. demeye başlanıyor yüzsüzce. sanki tribünde babam bağırıyordu istifa diye. kendine taraftar diyen bu güruh skibbe beş yiyince hemen satmakta hiç acele etmedi, lucescu geldiğinde de burun kıvırıyordu. giderken bir kısmı üzüldü, bir kısmı sevindi fatih terim geliyor diye. beşiktaş'ı şampiyon yaptığında herkes takdir etti ama hala kabul etmeyenler vardı defansif oynatıyor diye ama yıl 2011 oldu, lucescu artık herkesin hemfikir olduğu üzere üst seviye bir çalıştırıcı. konu açılmışken lucescu'nun dört yıllık türkiye karnesi de şu şekilde:
2000 - 2001 - galatasaray - attığı 77 golle 82 gollü fenerbahçe'nin ardından en golcü ikinci takım, yediği 35 golle en az gol yiyen takım, topladığı 73 puanla da 76 puanlı fenerbahçe'nin ardından ligi ikinci bitiriyor.
2001 - 2002 - galatasaray - attığı 75 golle en golcü takım, yediği 31 golle fenerbahçe ile beraber en az gol yiyen iki takımdan biri, 78 puanla da sezonu fenerbahçe'nin 3 puan önünde şampiyon olarak bitiriyor.
2002 - 2003 - beşiktaş - 63 gol atıp gençlerbirliği'nin (76) ardından en golcü ikinci takım ve 21 golle en az gol yiyen takım olup 85 puan toplayıp 77 puanlı galatasaray'ın önünde sadece bir mağlubiyetle şampiyon oluyor.
2003-2004 - beşiktaş - son bölümü beşiktaş için skandal biçimde geçen sezonu 65 golle en golcü ikinci takım, 45 golle en gol yiyen dördüncü takım olarak tamamlayıp sezon sonunda fenerbahçe'nin (76) 14 puan gerisinde üçüncü olarak bitiriyor.
hakikaten de takımları bayağı defansifmiş. kontrollü olmakla defansif olmak iç içe girmiş olmasın sanki.
bunların yanında her iki takımla da avrupa kupalarındaki başarısını yazmadım bile. beşiktaş'ın şampiyon olduğu sezon dört derbiyi de kazanmıştı. bizim için bu olumlu anıların yanında kötü geçen italya macerası da var lucescu'nun. pisa, brescia, ve reggiana'yı küme düşürmüşlüğü var. inter'den dört ay sonunda kovulmuşluğu da var. aynen rijkaard'ın barcelona ile şampiyonlar ligi kaldırmasına rağmen sparta rotterdam'ı küme düşürmüşlüğü olduğu gibi. yani kişinin performansı bulunduğu ortama göre değişiklik gösterebiliyor. kimse için ne olumlu ne de olumsuz bir ön yargıya kapılmamalıyız. hagi için de aynı şey geçerli, herkes gibi ona da gerekli tek şey zaman. ister verirsiniz ister vermez, gaziantepspor maçı sonrası istifa diye bağırırsınız. sezon kalanında bir de tugay'ı görürüz o zaman.
şu an itibariyle bizim eksiğimiz bireysel performanslar değil, bize oldukça yabancı bir kelime olan "organizasyon". moda bir örnekten gidelim. sizce barcelona'nın sırrı nedir? 4-3-3 mü, xavi, messi, iniesta, villa gibi yıldızları mı, la masia mı? hiçbiri değil. dünyada 4-3-3 oynayan bir sürü kalbur üstü takım var, über yıldızları da olan bir çok takım var, altyapısı fabrika gibi çalışan da bir sürü kulüp var. barcelona'nın sırrı "birliktelik". 10 yaşında la masia'ya giren adam 18 yaşında da aynı adamlarla top oynuyor, 28 yaşında da. anasından, babasından daha çok takım arkadaşları ile vakit geçiriyor. puyol'un, xavi'nin, valdez, iniesta'nın yanlarında pique, messi, pedro, krkic varken çekilmiş resimlerini hepiniz görmüşsünüzdür. o yüzden adamlar 15 yaşındayken, sağdan depara kalkan bekine pas atarken, 22 yaşında da aynısını yapıyor. burada önemli olan onca zamanda yapması gereken şeyi ezberleyip yapabilmesi değil, 22 yaşında da orada olabilmesi. çünkü ona o fırsat tanınıyor. bir önceki sezon taraftarlarca "çok yetenekli, ayaklarına hakim, maestromuz olacak gelecekte" dedikleri 19 yaşındaki çocuğa 6 ay sonra "bu ne biçim fizik, rüzgar esse ayakta kalamaz" edebiyatı yapılmıyor.
türkiye'de de tarih boyunca, avrupa'da olduğu gibi hem teknik direktör hem de oyuncu grubunda istikrar yakalayan takımlar liglerinde başarılı oldu. öyle zırt pırt antrenör değiştirip, kadroyu yenilemeye kalkınca belki bir sezon şampiyon olursun ama sonraki beş sezon, o şampiyonluğu hatırlamakla geçer. o yüzden ki bizim öncelikle bir organizasyon modeline ihtiyacımız var. kişiler önemli değil. alt yapısı, üst yapısı, idari yapısı ile bir modelde ısrar etmeliyiz. kişisel performanslara daha sonra bakılır. iki üç sene geçer, bakarsın, hagi'de mi sorun var? değiştirirsin. sadece o'nu değiştirirsin ama. sonra baktın forvetin mi yetersiz, daha iyisini alırsın. adım adım, eksiğin neyse onu tamamlayarak. kaliteni yavaş yavaş yükseltmelisin. öyle adnan polat da gitsin, adnan sezgin de, hagi'nin yerine de dünyaca ünlü biri gelsin, futbolcuları da değiştirelim dersen, kusura bakma ama bir halt olmaz bizden. bu modeli bir kere kurarsın, artık beş sene mi harcarsın on sene mi bilemem, sonra da hep üzerine koyarak gidersin. öbür türlüsünü ise zaten on senedir yapıyoruz, bırakın mesafe almayı hep geriye gittik.
ha bunları yazarken amacım, insanlara gaz verip de böyle yapalım, gelin birlik olalım, insanlara sabredelim, işlerini yapmaları için zaman tanıyalım demek değildi. öyle olmayacağını biliyorum. son senelerdeki galatasaray taraftarı profil itibariyle skor odaklı olduğunu hep gösterdi. lafa gelince en büyük taraftar futbolcular sahtekar oluyor hep. sadece şunu düşünelim istedim; bu şekilde işleyen kulüpler de var, çapları, büyüklükleri farklıdır ama böyleleri de var. uzun lafın kısası bizim gibi artık hiç bir şeyi beğenmeyen, her teknik direktöre üç ay, futbolcuya ise üç hafta bile tahammül edemeyen bir güruha bu durum müstahak, sonuna kadar hakediyoruz. bu gidişle de daha çok, porto, lyon, borussia dortmund diye ağlar dururuz.
2000 - 2001 - galatasaray - attığı 77 golle 82 gollü fenerbahçe'nin ardından en golcü ikinci takım, yediği 35 golle en az gol yiyen takım, topladığı 73 puanla da 76 puanlı fenerbahçe'nin ardından ligi ikinci bitiriyor.
2001 - 2002 - galatasaray - attığı 75 golle en golcü takım, yediği 31 golle fenerbahçe ile beraber en az gol yiyen iki takımdan biri, 78 puanla da sezonu fenerbahçe'nin 3 puan önünde şampiyon olarak bitiriyor.
2002 - 2003 - beşiktaş - 63 gol atıp gençlerbirliği'nin (76) ardından en golcü ikinci takım ve 21 golle en az gol yiyen takım olup 85 puan toplayıp 77 puanlı galatasaray'ın önünde sadece bir mağlubiyetle şampiyon oluyor.
2003-2004 - beşiktaş - son bölümü beşiktaş için skandal biçimde geçen sezonu 65 golle en golcü ikinci takım, 45 golle en gol yiyen dördüncü takım olarak tamamlayıp sezon sonunda fenerbahçe'nin (76) 14 puan gerisinde üçüncü olarak bitiriyor.
hakikaten de takımları bayağı defansifmiş. kontrollü olmakla defansif olmak iç içe girmiş olmasın sanki.
bunların yanında her iki takımla da avrupa kupalarındaki başarısını yazmadım bile. beşiktaş'ın şampiyon olduğu sezon dört derbiyi de kazanmıştı. bizim için bu olumlu anıların yanında kötü geçen italya macerası da var lucescu'nun. pisa, brescia, ve reggiana'yı küme düşürmüşlüğü var. inter'den dört ay sonunda kovulmuşluğu da var. aynen rijkaard'ın barcelona ile şampiyonlar ligi kaldırmasına rağmen sparta rotterdam'ı küme düşürmüşlüğü olduğu gibi. yani kişinin performansı bulunduğu ortama göre değişiklik gösterebiliyor. kimse için ne olumlu ne de olumsuz bir ön yargıya kapılmamalıyız. hagi için de aynı şey geçerli, herkes gibi ona da gerekli tek şey zaman. ister verirsiniz ister vermez, gaziantepspor maçı sonrası istifa diye bağırırsınız. sezon kalanında bir de tugay'ı görürüz o zaman.
şu an itibariyle bizim eksiğimiz bireysel performanslar değil, bize oldukça yabancı bir kelime olan "organizasyon". moda bir örnekten gidelim. sizce barcelona'nın sırrı nedir? 4-3-3 mü, xavi, messi, iniesta, villa gibi yıldızları mı, la masia mı? hiçbiri değil. dünyada 4-3-3 oynayan bir sürü kalbur üstü takım var, über yıldızları da olan bir çok takım var, altyapısı fabrika gibi çalışan da bir sürü kulüp var. barcelona'nın sırrı "birliktelik". 10 yaşında la masia'ya giren adam 18 yaşında da aynı adamlarla top oynuyor, 28 yaşında da. anasından, babasından daha çok takım arkadaşları ile vakit geçiriyor. puyol'un, xavi'nin, valdez, iniesta'nın yanlarında pique, messi, pedro, krkic varken çekilmiş resimlerini hepiniz görmüşsünüzdür. o yüzden adamlar 15 yaşındayken, sağdan depara kalkan bekine pas atarken, 22 yaşında da aynısını yapıyor. burada önemli olan onca zamanda yapması gereken şeyi ezberleyip yapabilmesi değil, 22 yaşında da orada olabilmesi. çünkü ona o fırsat tanınıyor. bir önceki sezon taraftarlarca "çok yetenekli, ayaklarına hakim, maestromuz olacak gelecekte" dedikleri 19 yaşındaki çocuğa 6 ay sonra "bu ne biçim fizik, rüzgar esse ayakta kalamaz" edebiyatı yapılmıyor.
türkiye'de de tarih boyunca, avrupa'da olduğu gibi hem teknik direktör hem de oyuncu grubunda istikrar yakalayan takımlar liglerinde başarılı oldu. öyle zırt pırt antrenör değiştirip, kadroyu yenilemeye kalkınca belki bir sezon şampiyon olursun ama sonraki beş sezon, o şampiyonluğu hatırlamakla geçer. o yüzden ki bizim öncelikle bir organizasyon modeline ihtiyacımız var. kişiler önemli değil. alt yapısı, üst yapısı, idari yapısı ile bir modelde ısrar etmeliyiz. kişisel performanslara daha sonra bakılır. iki üç sene geçer, bakarsın, hagi'de mi sorun var? değiştirirsin. sadece o'nu değiştirirsin ama. sonra baktın forvetin mi yetersiz, daha iyisini alırsın. adım adım, eksiğin neyse onu tamamlayarak. kaliteni yavaş yavaş yükseltmelisin. öyle adnan polat da gitsin, adnan sezgin de, hagi'nin yerine de dünyaca ünlü biri gelsin, futbolcuları da değiştirelim dersen, kusura bakma ama bir halt olmaz bizden. bu modeli bir kere kurarsın, artık beş sene mi harcarsın on sene mi bilemem, sonra da hep üzerine koyarak gidersin. öbür türlüsünü ise zaten on senedir yapıyoruz, bırakın mesafe almayı hep geriye gittik.
ha bunları yazarken amacım, insanlara gaz verip de böyle yapalım, gelin birlik olalım, insanlara sabredelim, işlerini yapmaları için zaman tanıyalım demek değildi. öyle olmayacağını biliyorum. son senelerdeki galatasaray taraftarı profil itibariyle skor odaklı olduğunu hep gösterdi. lafa gelince en büyük taraftar futbolcular sahtekar oluyor hep. sadece şunu düşünelim istedim; bu şekilde işleyen kulüpler de var, çapları, büyüklükleri farklıdır ama böyleleri de var. uzun lafın kısası bizim gibi artık hiç bir şeyi beğenmeyen, her teknik direktöre üç ay, futbolcuya ise üç hafta bile tahammül edemeyen bir güruha bu durum müstahak, sonuna kadar hakediyoruz. bu gidişle de daha çok, porto, lyon, borussia dortmund diye ağlar dururuz.