37
tanıl bora nın t24 deki yazısından alıntıdır.
--- alıntı ---
gerd müller’in 1979-1981 arası abd’de takıldıktan sonra 36 yaşında profesyonel kariyerini bitirmesinden sonraki hikâyesi hazindir. aslında 1970’lerde, en parlak zamanında başlayan bir hikâye…
bayern münih’i birkaç yıl içinde 2. lig kulübünden avrupa süper gücüne dönüştüren ekibin iki sembolünden biri oydu, diğeri franz beckenbauer. oyun üzerindeki hâkimiyetini başı yukarıda dimdik top sürüşüyle gösteren beckenbauer’in lakabı “kayzer”di, müller’inki “bombacı”. veya milli takım performansıyla, “milli bombacı”. daha o zamanlar bombacı’nın reklam gelirleri kayzer’inkinin çok altındaydı. bir şoförle temizlikçinin tahsilsiz oğlu, “yıldız” havasından uzak, kalender birisiydi müller; sürücü ehliyeti bile almayan, annesini ziyaret etmek istediğinde komşusu manavdan kendisini götürmesini rica eden bir adam. koşup koşup havaya zıplayıp sağ kolunu savurarak yahut durduğu yerde jimnastikçi gibi geriye esneyip iki kolunu kaldırarak sevinişlerinde bir oğlan çocuğu naifliği vardır. gerçi o yılların sevinme ritüelleri hep öyle…
beckenbauer sınıf atlamanın kültürel icaplarını yerine getirip yüksek sosyeteye girerken, teknik direktörlük sanatını öğrenir, devamında etkili bir futbol bürokratı veya oligarkı olurken, gerd müller alkolik oldu. biyografisini yazan hans woller onun kendisini hep ikinci keman olarak gördüğünü, için için bunun azabını çektiğini söylüyor. sadece beckenbauer’in gölgesinde kalma meselesi değil; diğer takım arkadaşlarının da ona alttan alta taşralı, köylü, cahil muamelesi yapmasının azabını çekmişti.
bayern münih’te saygıdeğer bir camia vefası vardır. zor duruma düşen müller’e sahip çıktılar. bizzat beckenbauer ve hoeneß’in ısrarı ve çabasıyla terapi gördü, sonra bayern münih amatör takımında ona bir iş uydurdular, 1992-2014 arası orada yardımcı antrenör olarak görev yaptı. sonra alzheimer ve demans baş gösterdi. 2015’ten beri kulübün onu yerleştirdiği bir bakımevinde kalıyordu.
ufak, şişman müller
müller de tıpkı maradona gibi eğri bodiktir. bayern’deki ilk hocası cajkovski “ufak, şişman müller” dermiş onun için. gerçi sonra biraz kilo verdi ama hep hafif kilolu gibi durmuştur; pek sporcu tipi değil, fit değil.
boyu da oynadığı mevkiye göre kısa sayılır: 1,76 m. o boydan beklenmeyecek kadar fazla kafa golü attı; kimisini uçarak, kimisini beklenmedik irtifalara yükselerek.
en ünlü ve değerli golü, 1974 dünya kupası finalinde hollanda’ya attığı galibiyet golü. kendisi şöyle anlatmış:
“etrafımda üç hollandalı vardı, hamle yaptım, top sol ayağıma geldi. aslında sağımla durdurup hemen vurmak istemiştim, ama soluma gelmesi şansıma olmuş aslında. çünkü sekip sağ ayak içime geldi. hemen dönerek uzak köşeye vurdum.”
bu tarihî golde çarpıcı olan reaksiyon süratidir. sarsak bir kontrol sonrası hiç bekletmeden şut. top bekler, rakip bekler, zaman beklerken, müller beklememiş.
müller’in bir gol seçkisini ikram edeyim: her yol var. bahsettiğim müthiş kafa golleri de var, yükselip göğsüyle aldığı topu rakibinin üzerinden aşırıp şutladığı varyeteler de var, gelişine voleler de var… sağıyla tuttuğu topu behemehal ters (sol) ayağıyla kaleye dürttüğü, gafil avlayıcı gol vuruşları var. sonra bir tanesi var: sırtı kaleye dönükken önüne geliveren top onu önce gafil avlayıp dengesini bozarak yere düşürüyor, kendi ekseninde dönerek kalkarken, henüz daha doğruluverirken görünmez bir ayakla topu kalecinin yanından kaleye ittiriyor; künde atar gibi bir gol.
galeano’nun kurdu
eduardo galeano, kült kitabı gölgede ve güneşte futbol’da (çev. ertuğrul önal ve m. necati kutlu, can yayınları, 1995) bir bölüm ayırarak müller’i şereflendirmişti. onu, kendisini sahada kendisini kamufle etmesini çok iyi beceren bir vahşi kurt olarak anlatır. okuyalım:
“pençelerini ve sivri dişlerini kırmızı başlıklı kız masalındaki babaanne kılığında gizleyerek masum paslar verirken bir yandan da kimseye sezdirmeden rakip takımın ileri hatlarına sızıyor ve tıpkı av karşısındaki bir kurt gibi boş kalenin önünde ağzının sularını akıtıyordu: ağlar onun için son derece çekici bir gelinin dantelli tül duvağıydı sanki; duvağı birdenbire açıyor ve dişlerini geçiriyordu.”
golcü denen mahlûk
galeano’nun tasviri golcünün ayrı bir mahlûk , kendine özgü bir tür olduğunu hatırlatır bize.
fransızca futbol terminolojisi golcüyü galeano gibi köpekgillerle teşbih ediyor; “renard” diyorlar; “tilki”. müller’in anadilinde golcüye “torjäger” deniyor; “gol avcısı”. italyanca ve brezilya portekizcesinde “cannoniere” veya “artilheiro” teriminde birleşiyorlar; “topçu” (askeriyedeki anlamıyla). brezilyalılar “matador” da diyor. portekizcede “marcador” tanımını kullanıyorlar; “işaretleyici, vurgulayıcı”. ingilizcede, bekleneceği üzere soğuk ve rasyonel bir karşılığı var; “finisher”; “bitirici”.
golcü futbolda mevkilerin ötesinde bir mevkidir. ayrı bir hüner, ayrı bir meslektir. golcü mesafe ve estetik gözetmeksizin, sebepsizce gol atmaya azmetmiştir. marx’ın meşhur tabiriyle, mavi gökyüzünde beliren bir şimşek gibi orada belirir – ve golünü atar.ankara rüzgârı’ında aktarmıştım gençlerbirliği’nin hünerli eski futbolcusu harun erol denenmeye getirilen ümit karan’ı ilk izlediğinde ne diyeceğini bilememiş: top süremiyor, çalım atamıyor, futbolcuya benzemiyor ama ister yerden, ister diz, ister omuz, ister baş üstü seviyesinden gelsin, her topa gelişine şutu yapıştırıveriyor. golcü kumaşı.
ecnebi futbol literatüründe yerleşmiş tabiriyle “katil içgüdüsü” gerektirir golcülük. gözünü kaleciden alamayanlar golcü olamaz; golcünün gözleri kaleciyi değil, boş köşeyi görür. neresi müsait, orayı görür; görmeden de sezer. gerd müller’in bilgeliğine başvuralım: “körlemesine isabet ettirebilmek gerekir, kalenin nerede olduğunu bakmadan bilmek gerekir” demiş. başka bir yerde, “kalenin önünde araştırmaya, incelemeye başlayamazsın, düşünürsen geç kalırsın” demiş.
isveçli yazar fredrik ekelund diyor ki bir yerde: “kaleci her yeri kapadığı için röveşatayla gol atmak dışında seçeneğin yokken atmamak… ahlaksızlık işte budur.” (karl ove knausgaard ve fredrik ekelund: evdeyken/deplasmanda – güzel oyun, çev. haydar şahin, monokl, 2015)
golcü ethos’unu özetleyen bir hikmetli söz bu. golcü, top içeri nereden ve nasıl girecekse, onun çaresine bakar. tek seçenek röveşataysa peki, röveşata…
ama golcüyü golcü yapan sadece ayak içiyle, ayak dışıyla değil, diziyle, baldırıyla, poposuyla da atması, hiç gocunmadan pis burun da vurmasıdır. dedik ya, golcü estetiğin peşinde değildir, şutun şık olmasına bakmaz. 1970 dünya kupası’nda almanya’nın teknik direktörü helmut schön, müller’in selefi uwe seeler her pozisyondan spektaküler goller atarken, müller’in “küçük gollerin adamı” olduğunu söylemişti. haksızlık etmeyelim, müller’in spektaküler golleri de üç haneli rakamlara ulaşıyor ama golcü dediğiniz küçük gollerin adamıdır ve evet, onun da nice küçük golleri var. zaten ne demiş müller: “en güzeli boş kaleye vurulan şuttur.”
ahmet çakır’ın taçlı kral metin oktay kitabı (demir ajans, 2011) içinde ömer madra (ta kendisi, ömer madra!), metin oktay’ın “tarihî macar maçındaki” golünü tarif eder:
“olanca cüssesiyle üzerine ‘çöken’ kaleci farago’nun altında ezilirken ayağının ucuyla ‘görmeden’ tıngır mıngır kaleye yolladığı top…” metin oktay’ın ağları delen, direkleri zangırdatan gollerinden müthiş şutlarla attığı golleri anlatırlar, ama onun büyük bir golcü olduğunun kanıtı işte tam bu goldür.
golcünün trajiği
golcüyü amansız bir oportünist gibi tasarladık, değil mi? onun varoluşunun trajik yüzünü görmezden gelmeyelim. orta avrupa galeano’su diyebileceğim macar yazar lászló darvasi, santrforun rüyası kitabında (çev. fikret doğan, iletişim yayınları, 2008), rüyayla karışık futbol hikâyeleri arasında bir golcünün melâlini anlatır. 1950’lerde, portekiz’de setubal mahalli liginde 183 gol atarak büyük kulüplerin dikkatini çeken teixeiro vicente’nin hikâyesi... yakaladığı her fırsatı gole çeviriyor, tek bir şansı heba etmiyordur bu çocuk. büyük kulüplerin takibindedir. derken, mükemmelliğin yükü altında ezilerek bunalıma girer. her köşe bucaktan gol atmak zorunda olmanın sorumluluğu onu perişan eder. psikiyatra gider, elektroşok da içeren bir tedavi görür, en nihayet mükemmel golcü olma baskısından kurtulur, futbola geri döner. kaçırdığı gollerden ötürü taraftarların dul annesine, soyuna sopuna ve kendisine dümdüz gitmesine aldırmıyordur artık, huzuru bulmuştur.
ölen bir meslek
galiba geçmiş zaman kipinde söz etmeliyiz, “golcü”den. tıpkı “libero” gibi (kayzer beckenbauer’in mesleğiydi!), ölen bir meslek…
kendisinden sadece gol atması beklenen, top sürmesi, pres yapması, uzvu olduğu takımın bedeniyle beraber devinmesi beklenmeyen, sadece olay yerinde hazır bulunarak “golünü” atması istenen bir özel görevli olarak golcü istihdamına postmodern futbolun tahammülü yok. hani şu “icabında sahaya sandalye koyar oynatırım” lafı var ya, işte o sandalyedeki adam odur, golcüdür – ve artık sahada sandalye koyacak yer yok. (koyacak olsanız, alimallah var’dan döner!)
tabii müthiş skorerler, peynir ekmek gibi gol atanlar yine var. ama gerd müller soyundan eski usul golcü, golcülükten başka bir vasfı olmayan futbolcu tipi başka bir şey.
belki jorge valdano’nun müthiş kitabı on football’da (ne yazık ki türkçesi yok) philippo ınzaghi hakkında yazdıklarını, golcüye ağıt makamından okuyabiliriz. aman diyeyim, müller’le ınzaghi’yi aynı nefeste anmayalım, şirk koşmak gibi bir şey olur. zaten tam da bu kıyaslanamazlık içinde, valdano’nun golcülükten başka bir vasfı olmayan futbolcu tipi olarak çizdiği ınzaghi karikatürü, bize zamanımızda o golcünün imkânsızlığını anlatıyor:
“yalnız kalmak da, beklemesi gereken süre de onu alakadar etmez. top etrafında uçuşurken, çaresizin teki gibi koşturup durur. kalenin önünde dikilip durarak takımının oyun düzenini mahveder (onun için üzerine koşup ona bir tane geçirmek istersiniz) veya golü atıverir ve oyuna yön verir (onun için üzerine koşup ona sarılmak istersiniz). o kadar bencildir ki, pas verse yüzde yüzlük fırsat olacak olsa annesine bile atmaz topu. bir topu anca üç defada kontrol edebilir, bir sandalyeyi bile çalımlayamaz, pasları isabetsizdir, 700 kez ofsayta düşüp bir defa gol atar. ama yapayalnızlığın sıkıntısına ondan iyi kimse dayanamaz.”
tabii bencillik de, daha incesi, zamanla ve yalnızlıkla ilişkideki bilgelik de golcü profilinin bir unsuru… ama o kadar. valdano’nun ınzaghi karikatürü zamane futbolunda eski usul golcünün ancak bir karikatür olabileceğini düşündürtüyor.
gerd müller’in mükemmel temsilcisi olduğu “golcü” zaten ölmüştü.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
gerd müller’in 1979-1981 arası abd’de takıldıktan sonra 36 yaşında profesyonel kariyerini bitirmesinden sonraki hikâyesi hazindir. aslında 1970’lerde, en parlak zamanında başlayan bir hikâye…
bayern münih’i birkaç yıl içinde 2. lig kulübünden avrupa süper gücüne dönüştüren ekibin iki sembolünden biri oydu, diğeri franz beckenbauer. oyun üzerindeki hâkimiyetini başı yukarıda dimdik top sürüşüyle gösteren beckenbauer’in lakabı “kayzer”di, müller’inki “bombacı”. veya milli takım performansıyla, “milli bombacı”. daha o zamanlar bombacı’nın reklam gelirleri kayzer’inkinin çok altındaydı. bir şoförle temizlikçinin tahsilsiz oğlu, “yıldız” havasından uzak, kalender birisiydi müller; sürücü ehliyeti bile almayan, annesini ziyaret etmek istediğinde komşusu manavdan kendisini götürmesini rica eden bir adam. koşup koşup havaya zıplayıp sağ kolunu savurarak yahut durduğu yerde jimnastikçi gibi geriye esneyip iki kolunu kaldırarak sevinişlerinde bir oğlan çocuğu naifliği vardır. gerçi o yılların sevinme ritüelleri hep öyle…
beckenbauer sınıf atlamanın kültürel icaplarını yerine getirip yüksek sosyeteye girerken, teknik direktörlük sanatını öğrenir, devamında etkili bir futbol bürokratı veya oligarkı olurken, gerd müller alkolik oldu. biyografisini yazan hans woller onun kendisini hep ikinci keman olarak gördüğünü, için için bunun azabını çektiğini söylüyor. sadece beckenbauer’in gölgesinde kalma meselesi değil; diğer takım arkadaşlarının da ona alttan alta taşralı, köylü, cahil muamelesi yapmasının azabını çekmişti.
bayern münih’te saygıdeğer bir camia vefası vardır. zor duruma düşen müller’e sahip çıktılar. bizzat beckenbauer ve hoeneß’in ısrarı ve çabasıyla terapi gördü, sonra bayern münih amatör takımında ona bir iş uydurdular, 1992-2014 arası orada yardımcı antrenör olarak görev yaptı. sonra alzheimer ve demans baş gösterdi. 2015’ten beri kulübün onu yerleştirdiği bir bakımevinde kalıyordu.
ufak, şişman müller
müller de tıpkı maradona gibi eğri bodiktir. bayern’deki ilk hocası cajkovski “ufak, şişman müller” dermiş onun için. gerçi sonra biraz kilo verdi ama hep hafif kilolu gibi durmuştur; pek sporcu tipi değil, fit değil.
boyu da oynadığı mevkiye göre kısa sayılır: 1,76 m. o boydan beklenmeyecek kadar fazla kafa golü attı; kimisini uçarak, kimisini beklenmedik irtifalara yükselerek.
en ünlü ve değerli golü, 1974 dünya kupası finalinde hollanda’ya attığı galibiyet golü. kendisi şöyle anlatmış:
“etrafımda üç hollandalı vardı, hamle yaptım, top sol ayağıma geldi. aslında sağımla durdurup hemen vurmak istemiştim, ama soluma gelmesi şansıma olmuş aslında. çünkü sekip sağ ayak içime geldi. hemen dönerek uzak köşeye vurdum.”
bu tarihî golde çarpıcı olan reaksiyon süratidir. sarsak bir kontrol sonrası hiç bekletmeden şut. top bekler, rakip bekler, zaman beklerken, müller beklememiş.
müller’in bir gol seçkisini ikram edeyim: her yol var. bahsettiğim müthiş kafa golleri de var, yükselip göğsüyle aldığı topu rakibinin üzerinden aşırıp şutladığı varyeteler de var, gelişine voleler de var… sağıyla tuttuğu topu behemehal ters (sol) ayağıyla kaleye dürttüğü, gafil avlayıcı gol vuruşları var. sonra bir tanesi var: sırtı kaleye dönükken önüne geliveren top onu önce gafil avlayıp dengesini bozarak yere düşürüyor, kendi ekseninde dönerek kalkarken, henüz daha doğruluverirken görünmez bir ayakla topu kalecinin yanından kaleye ittiriyor; künde atar gibi bir gol.
galeano’nun kurdu
eduardo galeano, kült kitabı gölgede ve güneşte futbol’da (çev. ertuğrul önal ve m. necati kutlu, can yayınları, 1995) bir bölüm ayırarak müller’i şereflendirmişti. onu, kendisini sahada kendisini kamufle etmesini çok iyi beceren bir vahşi kurt olarak anlatır. okuyalım:
“pençelerini ve sivri dişlerini kırmızı başlıklı kız masalındaki babaanne kılığında gizleyerek masum paslar verirken bir yandan da kimseye sezdirmeden rakip takımın ileri hatlarına sızıyor ve tıpkı av karşısındaki bir kurt gibi boş kalenin önünde ağzının sularını akıtıyordu: ağlar onun için son derece çekici bir gelinin dantelli tül duvağıydı sanki; duvağı birdenbire açıyor ve dişlerini geçiriyordu.”
golcü denen mahlûk
galeano’nun tasviri golcünün ayrı bir mahlûk , kendine özgü bir tür olduğunu hatırlatır bize.
fransızca futbol terminolojisi golcüyü galeano gibi köpekgillerle teşbih ediyor; “renard” diyorlar; “tilki”. müller’in anadilinde golcüye “torjäger” deniyor; “gol avcısı”. italyanca ve brezilya portekizcesinde “cannoniere” veya “artilheiro” teriminde birleşiyorlar; “topçu” (askeriyedeki anlamıyla). brezilyalılar “matador” da diyor. portekizcede “marcador” tanımını kullanıyorlar; “işaretleyici, vurgulayıcı”. ingilizcede, bekleneceği üzere soğuk ve rasyonel bir karşılığı var; “finisher”; “bitirici”.
golcü futbolda mevkilerin ötesinde bir mevkidir. ayrı bir hüner, ayrı bir meslektir. golcü mesafe ve estetik gözetmeksizin, sebepsizce gol atmaya azmetmiştir. marx’ın meşhur tabiriyle, mavi gökyüzünde beliren bir şimşek gibi orada belirir – ve golünü atar.ankara rüzgârı’ında aktarmıştım gençlerbirliği’nin hünerli eski futbolcusu harun erol denenmeye getirilen ümit karan’ı ilk izlediğinde ne diyeceğini bilememiş: top süremiyor, çalım atamıyor, futbolcuya benzemiyor ama ister yerden, ister diz, ister omuz, ister baş üstü seviyesinden gelsin, her topa gelişine şutu yapıştırıveriyor. golcü kumaşı.
ecnebi futbol literatüründe yerleşmiş tabiriyle “katil içgüdüsü” gerektirir golcülük. gözünü kaleciden alamayanlar golcü olamaz; golcünün gözleri kaleciyi değil, boş köşeyi görür. neresi müsait, orayı görür; görmeden de sezer. gerd müller’in bilgeliğine başvuralım: “körlemesine isabet ettirebilmek gerekir, kalenin nerede olduğunu bakmadan bilmek gerekir” demiş. başka bir yerde, “kalenin önünde araştırmaya, incelemeye başlayamazsın, düşünürsen geç kalırsın” demiş.
isveçli yazar fredrik ekelund diyor ki bir yerde: “kaleci her yeri kapadığı için röveşatayla gol atmak dışında seçeneğin yokken atmamak… ahlaksızlık işte budur.” (karl ove knausgaard ve fredrik ekelund: evdeyken/deplasmanda – güzel oyun, çev. haydar şahin, monokl, 2015)
golcü ethos’unu özetleyen bir hikmetli söz bu. golcü, top içeri nereden ve nasıl girecekse, onun çaresine bakar. tek seçenek röveşataysa peki, röveşata…
ama golcüyü golcü yapan sadece ayak içiyle, ayak dışıyla değil, diziyle, baldırıyla, poposuyla da atması, hiç gocunmadan pis burun da vurmasıdır. dedik ya, golcü estetiğin peşinde değildir, şutun şık olmasına bakmaz. 1970 dünya kupası’nda almanya’nın teknik direktörü helmut schön, müller’in selefi uwe seeler her pozisyondan spektaküler goller atarken, müller’in “küçük gollerin adamı” olduğunu söylemişti. haksızlık etmeyelim, müller’in spektaküler golleri de üç haneli rakamlara ulaşıyor ama golcü dediğiniz küçük gollerin adamıdır ve evet, onun da nice küçük golleri var. zaten ne demiş müller: “en güzeli boş kaleye vurulan şuttur.”
ahmet çakır’ın taçlı kral metin oktay kitabı (demir ajans, 2011) içinde ömer madra (ta kendisi, ömer madra!), metin oktay’ın “tarihî macar maçındaki” golünü tarif eder:
“olanca cüssesiyle üzerine ‘çöken’ kaleci farago’nun altında ezilirken ayağının ucuyla ‘görmeden’ tıngır mıngır kaleye yolladığı top…” metin oktay’ın ağları delen, direkleri zangırdatan gollerinden müthiş şutlarla attığı golleri anlatırlar, ama onun büyük bir golcü olduğunun kanıtı işte tam bu goldür.
golcünün trajiği
golcüyü amansız bir oportünist gibi tasarladık, değil mi? onun varoluşunun trajik yüzünü görmezden gelmeyelim. orta avrupa galeano’su diyebileceğim macar yazar lászló darvasi, santrforun rüyası kitabında (çev. fikret doğan, iletişim yayınları, 2008), rüyayla karışık futbol hikâyeleri arasında bir golcünün melâlini anlatır. 1950’lerde, portekiz’de setubal mahalli liginde 183 gol atarak büyük kulüplerin dikkatini çeken teixeiro vicente’nin hikâyesi... yakaladığı her fırsatı gole çeviriyor, tek bir şansı heba etmiyordur bu çocuk. büyük kulüplerin takibindedir. derken, mükemmelliğin yükü altında ezilerek bunalıma girer. her köşe bucaktan gol atmak zorunda olmanın sorumluluğu onu perişan eder. psikiyatra gider, elektroşok da içeren bir tedavi görür, en nihayet mükemmel golcü olma baskısından kurtulur, futbola geri döner. kaçırdığı gollerden ötürü taraftarların dul annesine, soyuna sopuna ve kendisine dümdüz gitmesine aldırmıyordur artık, huzuru bulmuştur.
ölen bir meslek
galiba geçmiş zaman kipinde söz etmeliyiz, “golcü”den. tıpkı “libero” gibi (kayzer beckenbauer’in mesleğiydi!), ölen bir meslek…
kendisinden sadece gol atması beklenen, top sürmesi, pres yapması, uzvu olduğu takımın bedeniyle beraber devinmesi beklenmeyen, sadece olay yerinde hazır bulunarak “golünü” atması istenen bir özel görevli olarak golcü istihdamına postmodern futbolun tahammülü yok. hani şu “icabında sahaya sandalye koyar oynatırım” lafı var ya, işte o sandalyedeki adam odur, golcüdür – ve artık sahada sandalye koyacak yer yok. (koyacak olsanız, alimallah var’dan döner!)
tabii müthiş skorerler, peynir ekmek gibi gol atanlar yine var. ama gerd müller soyundan eski usul golcü, golcülükten başka bir vasfı olmayan futbolcu tipi başka bir şey.
belki jorge valdano’nun müthiş kitabı on football’da (ne yazık ki türkçesi yok) philippo ınzaghi hakkında yazdıklarını, golcüye ağıt makamından okuyabiliriz. aman diyeyim, müller’le ınzaghi’yi aynı nefeste anmayalım, şirk koşmak gibi bir şey olur. zaten tam da bu kıyaslanamazlık içinde, valdano’nun golcülükten başka bir vasfı olmayan futbolcu tipi olarak çizdiği ınzaghi karikatürü, bize zamanımızda o golcünün imkânsızlığını anlatıyor:
“yalnız kalmak da, beklemesi gereken süre de onu alakadar etmez. top etrafında uçuşurken, çaresizin teki gibi koşturup durur. kalenin önünde dikilip durarak takımının oyun düzenini mahveder (onun için üzerine koşup ona bir tane geçirmek istersiniz) veya golü atıverir ve oyuna yön verir (onun için üzerine koşup ona sarılmak istersiniz). o kadar bencildir ki, pas verse yüzde yüzlük fırsat olacak olsa annesine bile atmaz topu. bir topu anca üç defada kontrol edebilir, bir sandalyeyi bile çalımlayamaz, pasları isabetsizdir, 700 kez ofsayta düşüp bir defa gol atar. ama yapayalnızlığın sıkıntısına ondan iyi kimse dayanamaz.”
tabii bencillik de, daha incesi, zamanla ve yalnızlıkla ilişkideki bilgelik de golcü profilinin bir unsuru… ama o kadar. valdano’nun ınzaghi karikatürü zamane futbolunda eski usul golcünün ancak bir karikatür olabileceğini düşündürtüyor.
gerd müller’in mükemmel temsilcisi olduğu “golcü” zaten ölmüştü.
--- alıntı ---