26894
takımın şimdisini aşırı sevdiğim takım. yanlış anlaşılmasın. kulübü zaten seviyorum. ama ben bu takım bugününden bahsediyorum. sevmediğim bir futbolcusu yok. younes belhanda hergelesini, diagne fırlamasını bile severdim. hatta aşırı hallendiklerim bile var. moralim bozuk olduğunda tam adını söyleyip kendimi o meçhur penaltı öncesi çocuksu mahçupluğunu izlerken ve garip olmadık şekilde neşe de bulduğum fernando muslera gibi... ah, pardon! arda turan'a hâlâ ısınamadım. ve muhtemeldir ki bu mesafeyi bir türlü kapatamayacağız. ama olsun. ne ben onun umurundayımdır ne de o benim. bu umursamazlığın şiddetinin bedelini umarım bir gün ödemeyiz diye düşünüyorum.
araya nilgün marmara'ya gönderme atalım. hoş olur.
neyse.
giriş her ne kadar sıkıcı ve aslında konuyla ilintisiz olsa da yazılmış oldu. silmeye kıyamadım. yazarım arada ben öyle alakasız.
!neyse.
bu takımın potansiyeli var. ben ona inanıyorum.
allah aşkı için, muslera-marcao-luyindama-taylan gibi bir karo kimde var. zamanında fransa'nın vardı: fransız'ız ya haybeden, öyle derler, fransızlar 80'ler ve sonrasındaki takımlarında jean tigana, alain giresse, luis fernández ve michel platini için 'le carré magique' derlerdi. üff! benzetmeyi dörtleme -karo-elmas-baklava- üzerinden yapıyorum, yanlış olmasın.
bizim ihtiyacımız olan şey aslında bir oyun bulmak, o oyuna uygun oyuncular bulmak ve o oyunu oturtmak. pekala bu oyun için içimizden geçen "bam-bam-bam"dır. "topun olduğu yer pozisyon"dur. kıpırtısız bir oyun değil. topun dünyanın dönüş hızına ters mukavemetten neredeyse durduğu bir oyun hiç değil.
ha, oyuna uygun oyuncu bulmaktan bahsetmiştim. ama aslında bunu sırf transferle yapacak da değiliz. taylan antalyalı'yı nasl bulduk ve yerleştirdik. aynısını yapabiliriz. ya da akademiye dönebiliriz. tabii kısa vade için değil. akademi, üst yapıya futbolcu, üst yapının oynadığı oyuna göre futbolcu yetiştirir. genele hitap etmez mesela. gerekiyorsa çok spesifik özellikli futbolcular yetiştirirsiniz. bu bir plan program dahilinde olur. en azından yedek için, 23'ü doldurmak için transfer yapmayız. ya da transfer ettiğimiz futbolcunun oyuna uyumunu beklemeyiz yedekten girdiğinde.
yahu. galatasaray'ın yıllardır bek sorunu vardı. gelen gelene, giden gidene. eyvallah iyi transferler yaptık son dönemlerde. oldukça iyi de faydalandık o isimlerden. ama şöyle bir durum oldu mesela. sakatlık oldu patladık, cezalı oldu patladık. yedek olsun diye gırla transfer yaptık. abi, bir tane bek yetiştiremez mi, koca bir kulüp on yıllar boyunca? ilk on biri geçtim bakın. yedekten bahsediyorum.
aslına bakılırsa bizim bir oyuncu eğitim/geliştirme departmanına ihtiyacımız var. sadece akademi oyuncuları için gerekli değil bu. a takım için de geçerli. genç, gelişmeye açık oyunculardan kurulu bir kadromuz var. bu departmanı kurmak içinse çok çok 1 transferden vazgeçersiniz.
ama kim uğraşacak. akademi takımımız çoğu zaman şampiyon oluyor. avrupa'daki takımları bile yeniyor. aynısı bizim milli takımın alt yaş kategorileri için de geçerli. tamam bu çocuklar rekabetçi bir ortamda olsunlar ama aslen eğitilsinler. bizim eğitim sistemi gibi... al birini vur ötekine... net sayısına göre eğitim seviyesini belirlersen falan diye gider.
neyse.
bu takımın gerçekten potansiyeli var. zaten bazı bazı gösteriyor. ama neden sonra duruyor. öyle illaki on bire transfer de istemiyor bu takım. bizim oyuna ihtiyacımız var, oyun istikrarına ihtiyacımız. takımın 1 dakikası bir diğer dakikasını tutmuyor neredeyse. "hah tamam" diyorum, "topun hızı çok iyi, güzel top çeviriyoruz, oyuncular durmuyor." sonra birden duruyor takım. benim cünüplüğüm sanırım, kem dilim. desek ki takım tüm zamanı aynı oynayamaz. ama işte o tempoyu kaybettiğinizde bir daha o tempoyu yakalamak zor oluyor. yeni bir temponun akışına çoktan girmiş oluyorsunuz.
doğrudur gerçi. hep aynı tempoda oynayamazsınız. ama temponun da bir ritmi vardır. alt limiti ve üst limiti vardır. standartlarınız vardır. tempodan kopmazsınız onları yakaladığınız. tempoyu bozan oyuncuyu da sahada tutmazsınız, olur biter.
bu bağlamda -hangi bağlamda? bağlayamadım sona, ondan böyle bir bağlaçlama yapayım dedim- fatih terim'e güveniyoruz tabii. ne güzel geldim konuya (:
fatih terim'i ben çok eleştirdim. eleştirinin iyi olduğuna inanırım. ama bazen tutarsızlık olabiliyor. mohammed ile falcao'nun ilk kez ikili oynadıkları maçtan sonra "bunlar beraber oynar," denip güzelleniyordu. bir maç kaybettik, "oo, bunlar beraber oynamaz hoca!" oldu. o meşhur yorumcular da yaptı bu yorumları. istikrarını koruyanlara diyecek bir şeyim yok. diğer yandan hoca'nın "kazanan takım bozulmaz" düsturuna olumsuz eleştiri getirenler, zamanında igor tudor takımı bozup başakşehir'e yenilince biz, "kazanan takım bozulur mu?" diye eleştiri getiriyordu.
çuvaldızı kendime de batırayım. benim de tutarsızlıklarım vardır. "düşünce" zamanla değişeceğine de inanırım. çünkü insan zamanla değişir. bir kitap okur, birini dinler, o olur, bu olur. değişir yani.
gerçi "kazanan takım bozulmaz" düsturuna silme karşıyım. tıpkı insanlar, düşünceler gibi, durumlar da değişir çünkü. bir rakiple oynuyorsunuz bu oyunu sonuçta. ve o rakip hep aynı olmuyor. koşullar illaki değişiyor. koşullara karşı sizin cevabınız aynı olabilir. burada cevabınızın değerlendirmesi önemlidir.
bu bağlamda -geldik yine bağlama- fatih terim hocamızın inatçılığı tutabiliyor. futbolu ondan çok bilmeyelim, ama "göz var, izan var" sözünün geçerli olduğu yığınla olay cereyan ediyor. hoca bir türlü aksiyon almayabiliyor.
galatasaray'ın biraz değişmesini gelişmesini istiyorum ya, fatih terim'in de istiyorum. çünkü biliyorum ki tıpkı galatasaray gibi fatih terim de değişime ve gelişime açıktır. hep öyle olmuştur. sıkıntı hocanın değişime ihtiyaç olduğunu düşünüp düşünmemesinde.
ben bu güzel takım, fatih terim ile güzelleştiğini ve yine fatih terim ile daha da güzelleşeceğini biliyorum.
bir mağlubiyetin, şampiyonluğun bir önemi yok. canımız sıkılıyor ama olsun. gerçi şu oyun bir güzel olsa o da tın değil. "top bu olur öyle" deriz o zaman. ama oyun güzel olmayınca, bir sonraki haftayı düşünüp daha da can sıkıyorsunuz.
içim döküldü.
canım sıkıntı sınırı'dayız sayın nilgün marmara.
şiiri de bırakalım bari:
https://www.youtube.com/watch?v=M0-eBwUIq8I
araya nilgün marmara'ya gönderme atalım. hoş olur.
neyse.
giriş her ne kadar sıkıcı ve aslında konuyla ilintisiz olsa da yazılmış oldu. silmeye kıyamadım. yazarım arada ben öyle alakasız.
!neyse.
bu takımın potansiyeli var. ben ona inanıyorum.
allah aşkı için, muslera-marcao-luyindama-taylan gibi bir karo kimde var. zamanında fransa'nın vardı: fransız'ız ya haybeden, öyle derler, fransızlar 80'ler ve sonrasındaki takımlarında jean tigana, alain giresse, luis fernández ve michel platini için 'le carré magique' derlerdi. üff! benzetmeyi dörtleme -karo-elmas-baklava- üzerinden yapıyorum, yanlış olmasın.
bizim ihtiyacımız olan şey aslında bir oyun bulmak, o oyuna uygun oyuncular bulmak ve o oyunu oturtmak. pekala bu oyun için içimizden geçen "bam-bam-bam"dır. "topun olduğu yer pozisyon"dur. kıpırtısız bir oyun değil. topun dünyanın dönüş hızına ters mukavemetten neredeyse durduğu bir oyun hiç değil.
ha, oyuna uygun oyuncu bulmaktan bahsetmiştim. ama aslında bunu sırf transferle yapacak da değiliz. taylan antalyalı'yı nasl bulduk ve yerleştirdik. aynısını yapabiliriz. ya da akademiye dönebiliriz. tabii kısa vade için değil. akademi, üst yapıya futbolcu, üst yapının oynadığı oyuna göre futbolcu yetiştirir. genele hitap etmez mesela. gerekiyorsa çok spesifik özellikli futbolcular yetiştirirsiniz. bu bir plan program dahilinde olur. en azından yedek için, 23'ü doldurmak için transfer yapmayız. ya da transfer ettiğimiz futbolcunun oyuna uyumunu beklemeyiz yedekten girdiğinde.
yahu. galatasaray'ın yıllardır bek sorunu vardı. gelen gelene, giden gidene. eyvallah iyi transferler yaptık son dönemlerde. oldukça iyi de faydalandık o isimlerden. ama şöyle bir durum oldu mesela. sakatlık oldu patladık, cezalı oldu patladık. yedek olsun diye gırla transfer yaptık. abi, bir tane bek yetiştiremez mi, koca bir kulüp on yıllar boyunca? ilk on biri geçtim bakın. yedekten bahsediyorum.
aslına bakılırsa bizim bir oyuncu eğitim/geliştirme departmanına ihtiyacımız var. sadece akademi oyuncuları için gerekli değil bu. a takım için de geçerli. genç, gelişmeye açık oyunculardan kurulu bir kadromuz var. bu departmanı kurmak içinse çok çok 1 transferden vazgeçersiniz.
ama kim uğraşacak. akademi takımımız çoğu zaman şampiyon oluyor. avrupa'daki takımları bile yeniyor. aynısı bizim milli takımın alt yaş kategorileri için de geçerli. tamam bu çocuklar rekabetçi bir ortamda olsunlar ama aslen eğitilsinler. bizim eğitim sistemi gibi... al birini vur ötekine... net sayısına göre eğitim seviyesini belirlersen falan diye gider.
neyse.
bu takımın gerçekten potansiyeli var. zaten bazı bazı gösteriyor. ama neden sonra duruyor. öyle illaki on bire transfer de istemiyor bu takım. bizim oyuna ihtiyacımız var, oyun istikrarına ihtiyacımız. takımın 1 dakikası bir diğer dakikasını tutmuyor neredeyse. "hah tamam" diyorum, "topun hızı çok iyi, güzel top çeviriyoruz, oyuncular durmuyor." sonra birden duruyor takım. benim cünüplüğüm sanırım, kem dilim. desek ki takım tüm zamanı aynı oynayamaz. ama işte o tempoyu kaybettiğinizde bir daha o tempoyu yakalamak zor oluyor. yeni bir temponun akışına çoktan girmiş oluyorsunuz.
doğrudur gerçi. hep aynı tempoda oynayamazsınız. ama temponun da bir ritmi vardır. alt limiti ve üst limiti vardır. standartlarınız vardır. tempodan kopmazsınız onları yakaladığınız. tempoyu bozan oyuncuyu da sahada tutmazsınız, olur biter.
bu bağlamda -hangi bağlamda? bağlayamadım sona, ondan böyle bir bağlaçlama yapayım dedim- fatih terim'e güveniyoruz tabii. ne güzel geldim konuya (:
fatih terim'i ben çok eleştirdim. eleştirinin iyi olduğuna inanırım. ama bazen tutarsızlık olabiliyor. mohammed ile falcao'nun ilk kez ikili oynadıkları maçtan sonra "bunlar beraber oynar," denip güzelleniyordu. bir maç kaybettik, "oo, bunlar beraber oynamaz hoca!" oldu. o meşhur yorumcular da yaptı bu yorumları. istikrarını koruyanlara diyecek bir şeyim yok. diğer yandan hoca'nın "kazanan takım bozulmaz" düsturuna olumsuz eleştiri getirenler, zamanında igor tudor takımı bozup başakşehir'e yenilince biz, "kazanan takım bozulur mu?" diye eleştiri getiriyordu.
çuvaldızı kendime de batırayım. benim de tutarsızlıklarım vardır. "düşünce" zamanla değişeceğine de inanırım. çünkü insan zamanla değişir. bir kitap okur, birini dinler, o olur, bu olur. değişir yani.
gerçi "kazanan takım bozulmaz" düsturuna silme karşıyım. tıpkı insanlar, düşünceler gibi, durumlar da değişir çünkü. bir rakiple oynuyorsunuz bu oyunu sonuçta. ve o rakip hep aynı olmuyor. koşullar illaki değişiyor. koşullara karşı sizin cevabınız aynı olabilir. burada cevabınızın değerlendirmesi önemlidir.
bu bağlamda -geldik yine bağlama- fatih terim hocamızın inatçılığı tutabiliyor. futbolu ondan çok bilmeyelim, ama "göz var, izan var" sözünün geçerli olduğu yığınla olay cereyan ediyor. hoca bir türlü aksiyon almayabiliyor.
galatasaray'ın biraz değişmesini gelişmesini istiyorum ya, fatih terim'in de istiyorum. çünkü biliyorum ki tıpkı galatasaray gibi fatih terim de değişime ve gelişime açıktır. hep öyle olmuştur. sıkıntı hocanın değişime ihtiyaç olduğunu düşünüp düşünmemesinde.
ben bu güzel takım, fatih terim ile güzelleştiğini ve yine fatih terim ile daha da güzelleşeceğini biliyorum.
bir mağlubiyetin, şampiyonluğun bir önemi yok. canımız sıkılıyor ama olsun. gerçi şu oyun bir güzel olsa o da tın değil. "top bu olur öyle" deriz o zaman. ama oyun güzel olmayınca, bir sonraki haftayı düşünüp daha da can sıkıyorsunuz.
içim döküldü.
canım sıkıntı sınırı'dayız sayın nilgün marmara.
şiiri de bırakalım bari:
https://www.youtube.com/watch?v=M0-eBwUIq8I