25591
aradan tam 20 gün geçmiş. son entryimi girdiğimden beri geçen bu sürede sözlüğü de maçları da yeterince takip edemedim. sadece galatasaray ankaragücü maçını izleyebildim o kadar. nedenini yazmama gerek yok diye düşünüyorum. (ufak bir sağlık sorunu:)
galatasaray futbol takımı ile ilgili değerlendirmeleri okudum ve taraftarın (ya da sözlük yazarlarının) galatasaray’ı, rakiplerin estirdiği sahte rüzgarların etkisinde kalarak değerlendirdiğini gördüm. evet şu anda fenerbahçe, alanya spor, kasımpaşa ve karagümrük’ün estirdiği rüzgarlara kapılırsanız galatasaray’ı sağlıklı ve sakin bir kafa ile değerlendiremezsiniz. nitekim aynı rüzgarların etkisinde kalan bazı tv yorumcuları da galatasaray bu sezon ilk üçe giremez diye iddialı konuşuyor. (reha kapsal) gerekçesi ne? hiç bir gerekçesi yok. sadece fenerbahçe, alanaya, karagümrük ve kasımpaşa gibi takımlara bakıp bunların arasına giremez diye tahminde bulunuyor. (tabi bir de hakemlerin tutumu ve rıdvan dilmen-serdar tatlı işbirliğini düşünerek yumurtluyor bunları)
bu dört takım çok hızlı başladılar. fizik, kondisyon ve motivasyon olarak en üst seviyedeler. bunun neticesi olarak rakipleri üzerinde psikolojik bir üstünlük kurmuş gibi görünüyorlar. ancak sezonun başında bu kadar yüksek vites kırk maçlık maratonda hayır getirir mi? bu hız, bu motivasyon kaç hafta devam ettirilebilir? bu soruların cevabı bence geçmiş tecrübe ve yaşanmışlıklarda saklı ve cevabı da maalesef onlar için hiç hoş değil.
galatasaray için unutulan bir husus var. galatasaray’ın en büyük kozu olan muslera şu anda iyileşme sürecinde ve zaman muslera ve galatasaray lehine işliyor. haziran on beş’te sakatlandı muslera ve aralık on beş’te altı ay dolacak. bir kaleci için altı ay geri dönüş için yeterli olabilir ama hadi biz aralığın sonu diyelim. bu ilk yarının son üç-dört maçında muslera’nın kaleyi devralması anlamını taşır ki, muslera’nın dönüşünün galatasaray ve rakipler üzerindeki psikolojik etkisini hesap etmek kolay olmasa gerek. (emre belözoğlu’nun muslera faktörü dediğini unutmayalım)
galatasaray kadro yapılanması, öyle basite alınacak görmezden gelinecek yapılanma değil. defans hattının rakiplerinin çok ilerisinde olduğunu söylemek zor olmasa gerek. orta sahada ise etebo, taylan, emre akbaba, belhanda, ömer bayram var. rakiplerinin önünde değil ama arkasında da değil. ocak ayında alınacak bir on numara belki de orta sahayı şaha kaldıracaktır. bekleyip göreceğiz. hücum hattında emre kılınç, babel, falcao üçlüsü için kim dudak bükebilir. şu halleriyle bile bütün takımlar için ulaşılması zor bir hücum hattı değil mi? bence öyle. babel formunu yükseltmeye devam ederse, emre kılınç ve falcao da bir tık yukarı çıkarsa ne olabileceğini hiç düşündünüz mü? daha bu takımda ikinci yarıların yıldız futbolcusu feghouli, istediği zaman maç alabilen belhanda ve geçen sezonun otuz gollü kralı diagne var.
ocak’ta bir on numara bir de hızlı santrafor ya da kanat forvet alınacağını düşünüyorum. işte ondan sonra hızlı başlayan ve hızlı giden, bir yerde arızalanacak olan rakipleri geçeceğimiz kanaatindeyim.
kısacası, takım yapılanması ve kadro mühendisliği olarak iki eksiğimiz olduğunu, on numara ve hızlı bir santrafor (ya da kanat forvet) ile bu eksiğimizi giderebileceğimizi, muslera’nın kaleyi devralması ile psikolojik olarak da zirve yapacağımızı düşünüyorum. ancak bir ufak handikaptan daha bahsetmek istiyorum. o da şu; fatih terim eski cesaretini maalesef kaybetmiş gözüküyor. kesin kaybetti demiyorum ama 96/2000 dönemindeki hatta 2011/2013 ve 2017/2019 dönemindeki enerjisini ve cesaretini şahsen ben hissedemiyorum. bu konuda hoca’nın titreyip yenilenmesi gerektiği kanaatindeyim. bu meyanda; daha hızlı paslaşma, daha fazla hücum pres, daha fazla ceza alanı dışından şutlar, daha fazla sağlı sollu ortalar, daha fazla sıfıra inmeler, daha dikine oynama gibi hasletlerimizi sahaya yansıtmasını kendisinden bekliyorum. benim verdiğim isimle; “kopuş futboluna” geri dönmesini bekliyorum. (başkası da bu ismi vermiş olabilir ama ben duymadığım için bu deyimi kendime mal ediyorum.:)
biz milyarlık takımlara karşı set oyunlarıyla galip gelemeyiz bu kesin. işin içine hakem faktörü de girince normale dönerek başarı sağlayamayız. kopuş futbolundan başka çaremiz yoktur. türk futbol ruhuna en uygun sistemin de kopuş futbolu olduğunu düşünüyorum.
kopuş futbolu, kaos futbolu değildir kesinlikle. kopuş futbolunun olmazsa olmazı korkudan arınmaktır. rakip kim olursa olsun, korkmadan sahaya çıkmaktır. bu korkusuzluk hoca’dan başlayacak. öyle “korkmayın” söylemleriyle değil, gerçek manada korkmayacak ve bunu takımına hissettirecek hoca. takım içinde korkan ya da korktuğu tahmin edilen futbolcu ya da futbolcular korkularından kurtarılacak ya da yedeğe çekilecek. ayrıca kopuş futbolunda oyun ezberleri vardır, uygun zamanlarda amansız baskı ve presler vardır, topun olduğu her yerde en az iki kişi ile üç kişi ile bulunmak vardır. dar alanda küçük üçgenlerle hızlı paslaşmalar ve rakip kaleye akmalar vardır. yeri geldiğinde bütün takımla topun arkasına geçmeler vardır. arkadan savunmalar vardır vesaire.
kopuş futbolu, uygun kadro mühendisliği ve titreyip kendine gelecek fatih terim. bu sihirli üçlü ile hayallerimiz gerçek olabilir.
galatasaray futbol takımı ile ilgili değerlendirmeleri okudum ve taraftarın (ya da sözlük yazarlarının) galatasaray’ı, rakiplerin estirdiği sahte rüzgarların etkisinde kalarak değerlendirdiğini gördüm. evet şu anda fenerbahçe, alanya spor, kasımpaşa ve karagümrük’ün estirdiği rüzgarlara kapılırsanız galatasaray’ı sağlıklı ve sakin bir kafa ile değerlendiremezsiniz. nitekim aynı rüzgarların etkisinde kalan bazı tv yorumcuları da galatasaray bu sezon ilk üçe giremez diye iddialı konuşuyor. (reha kapsal) gerekçesi ne? hiç bir gerekçesi yok. sadece fenerbahçe, alanaya, karagümrük ve kasımpaşa gibi takımlara bakıp bunların arasına giremez diye tahminde bulunuyor. (tabi bir de hakemlerin tutumu ve rıdvan dilmen-serdar tatlı işbirliğini düşünerek yumurtluyor bunları)
bu dört takım çok hızlı başladılar. fizik, kondisyon ve motivasyon olarak en üst seviyedeler. bunun neticesi olarak rakipleri üzerinde psikolojik bir üstünlük kurmuş gibi görünüyorlar. ancak sezonun başında bu kadar yüksek vites kırk maçlık maratonda hayır getirir mi? bu hız, bu motivasyon kaç hafta devam ettirilebilir? bu soruların cevabı bence geçmiş tecrübe ve yaşanmışlıklarda saklı ve cevabı da maalesef onlar için hiç hoş değil.
galatasaray için unutulan bir husus var. galatasaray’ın en büyük kozu olan muslera şu anda iyileşme sürecinde ve zaman muslera ve galatasaray lehine işliyor. haziran on beş’te sakatlandı muslera ve aralık on beş’te altı ay dolacak. bir kaleci için altı ay geri dönüş için yeterli olabilir ama hadi biz aralığın sonu diyelim. bu ilk yarının son üç-dört maçında muslera’nın kaleyi devralması anlamını taşır ki, muslera’nın dönüşünün galatasaray ve rakipler üzerindeki psikolojik etkisini hesap etmek kolay olmasa gerek. (emre belözoğlu’nun muslera faktörü dediğini unutmayalım)
galatasaray kadro yapılanması, öyle basite alınacak görmezden gelinecek yapılanma değil. defans hattının rakiplerinin çok ilerisinde olduğunu söylemek zor olmasa gerek. orta sahada ise etebo, taylan, emre akbaba, belhanda, ömer bayram var. rakiplerinin önünde değil ama arkasında da değil. ocak ayında alınacak bir on numara belki de orta sahayı şaha kaldıracaktır. bekleyip göreceğiz. hücum hattında emre kılınç, babel, falcao üçlüsü için kim dudak bükebilir. şu halleriyle bile bütün takımlar için ulaşılması zor bir hücum hattı değil mi? bence öyle. babel formunu yükseltmeye devam ederse, emre kılınç ve falcao da bir tık yukarı çıkarsa ne olabileceğini hiç düşündünüz mü? daha bu takımda ikinci yarıların yıldız futbolcusu feghouli, istediği zaman maç alabilen belhanda ve geçen sezonun otuz gollü kralı diagne var.
ocak’ta bir on numara bir de hızlı santrafor ya da kanat forvet alınacağını düşünüyorum. işte ondan sonra hızlı başlayan ve hızlı giden, bir yerde arızalanacak olan rakipleri geçeceğimiz kanaatindeyim.
kısacası, takım yapılanması ve kadro mühendisliği olarak iki eksiğimiz olduğunu, on numara ve hızlı bir santrafor (ya da kanat forvet) ile bu eksiğimizi giderebileceğimizi, muslera’nın kaleyi devralması ile psikolojik olarak da zirve yapacağımızı düşünüyorum. ancak bir ufak handikaptan daha bahsetmek istiyorum. o da şu; fatih terim eski cesaretini maalesef kaybetmiş gözüküyor. kesin kaybetti demiyorum ama 96/2000 dönemindeki hatta 2011/2013 ve 2017/2019 dönemindeki enerjisini ve cesaretini şahsen ben hissedemiyorum. bu konuda hoca’nın titreyip yenilenmesi gerektiği kanaatindeyim. bu meyanda; daha hızlı paslaşma, daha fazla hücum pres, daha fazla ceza alanı dışından şutlar, daha fazla sağlı sollu ortalar, daha fazla sıfıra inmeler, daha dikine oynama gibi hasletlerimizi sahaya yansıtmasını kendisinden bekliyorum. benim verdiğim isimle; “kopuş futboluna” geri dönmesini bekliyorum. (başkası da bu ismi vermiş olabilir ama ben duymadığım için bu deyimi kendime mal ediyorum.:)
biz milyarlık takımlara karşı set oyunlarıyla galip gelemeyiz bu kesin. işin içine hakem faktörü de girince normale dönerek başarı sağlayamayız. kopuş futbolundan başka çaremiz yoktur. türk futbol ruhuna en uygun sistemin de kopuş futbolu olduğunu düşünüyorum.
kopuş futbolu, kaos futbolu değildir kesinlikle. kopuş futbolunun olmazsa olmazı korkudan arınmaktır. rakip kim olursa olsun, korkmadan sahaya çıkmaktır. bu korkusuzluk hoca’dan başlayacak. öyle “korkmayın” söylemleriyle değil, gerçek manada korkmayacak ve bunu takımına hissettirecek hoca. takım içinde korkan ya da korktuğu tahmin edilen futbolcu ya da futbolcular korkularından kurtarılacak ya da yedeğe çekilecek. ayrıca kopuş futbolunda oyun ezberleri vardır, uygun zamanlarda amansız baskı ve presler vardır, topun olduğu her yerde en az iki kişi ile üç kişi ile bulunmak vardır. dar alanda küçük üçgenlerle hızlı paslaşmalar ve rakip kaleye akmalar vardır. yeri geldiğinde bütün takımla topun arkasına geçmeler vardır. arkadan savunmalar vardır vesaire.
kopuş futbolu, uygun kadro mühendisliği ve titreyip kendine gelecek fatih terim. bu sihirli üçlü ile hayallerimiz gerçek olabilir.