84
ben ve bir grup arızalı arkadaşım için bir hafta öncesinde başlayan unutulmaz maç.
(bkz: #1227362)
fenerbahçe'nin saha dışında saha içinde en güçlü olduğu zamandı son 30 yıllık dönemde. 2006'da son haftada yaşadığımız mucize hariç son 4 sezonun 3'ünü şampiyon bitirmişlerdi. biz ise rüya gibi geçen 1992-2002 "decade"inden sonra her anlamda yokluklarla mücadele ediyorduk. özhan canaydın başkanlığında inim inim inleyen bir galatasaray vardı.
fenerbahçe şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynamıştı. ligde de mücadele etmemize rağmen bir türlü geride bırakamıyorduk. biz sezona 5 maç seyircisiz cezası ile başladık. avrupa ligi formatının doğuş sancılarında olan uefa kupası'nda el sikiyle gerdeğe girip gruptan çıkmış, leverkusen karşısında bozguna uğramıştık. fenerbahçe mateja kezman ve roberto carlos gibi dünya yıldızlarıyla coşarken biz rigobert song ve shabani nonda haricinde türk oyuncularla mücadele ediyorduk. evet türk oyuncularımız da çok kaliteliydi ama aykut erçetin, servet çetin, emre güngör, barış özbek gibi şimdilerde dillendirilse dalga geçilecek isimler de vardı...
yine de 28. haftaya puan puana girmiştik. fenerbahçe inönü'de beşiktaş'ı yenmeyi başardı. biz de o sezonki 6. seyircisiz maçta gaziantepspor ile golsüz berabere kaldık sami yen'de. son 6 haftaya fenerbahçe 2 puan önde giriyordu. üstelik bu maç sonrası feldkamp da görevi bırakmıştı. parasız, yabancısız ve sonunda teknik direktörsüz galatasaray ile yakın tarihin en güçlü fenerbahçe'si yarışacaktı son 6 haftada. üstelik galatasaray'ın ibb, trabzonspor, fenerbahçe, sivasspor gibi zorlu bir fikstürü vardı.
ertesi hafta fenerbahçe hata yapmadı, biz de gençlerbirliği deplasmanında* lincoln'ün yarattığı mucizeyle yarışta kalmıştık. ertesi hafta trabzon'u tek golle sami yen'den boş gönderirken ankaraspor'un fenerbahçe'den puan almasıyla bir mucize için şartlar olgunlaşmaya devam etmişti. 31. haftada da iki takım hata yapmayınca, her ne kadar sivasspor işin içinde olsa da ligin düğüm maçı haline gelmişti bu yürek söken doksan dakika...
olimpiyattaki ibb maçının bitmesiyle kendimizi biletix gişesi önünde bulmamız arasında yarım saat bile geçmemişti. 15 saat süren zorlu mücadelenin ardından biletlerimizi cebe koyup saatlerimizi cumartesi gece yarısına kurmuştuk. mis gibi bir bahar akşamında, hayatın hızlı aktığı sokaklardan geçip zifiri karalıkta bizi bekleyen otobüslerin arasında bizimkini arayıp bulduk. kalabalıkla birlikte ara ara patlayan tezahüratlar hepimizi heyecanlandırıyordu ertesi gün olacaklara dair. tam yola çıkmak üzereyken yaşanan bir kapkaç olayına tüm kafilenin tek tek müdahale etmesi sebebiyle* * yolculuğumuz belirlenen saatten biraz gecikmeli başlamıştı.
sabahın köründe sokağa aracımızı park edip maç saatini beklemeye koyulmuştuk. şampiyonluk havası ile klasik derbi atmosferi birbirine girmişti. kah yiyerek, kah içerek, kah sokakta kimilerinin alkol duvarını aşıp yaptığı saçmalıkları izleyerek saatleri geçirmiştik. erkenden stada yollansak da daha eski açığa girmeye çalışırken yaşanan karmaşa ve kalabalık içerisine dair ilk ipuçlarını veriyordu. içeri girdiğimizde bizim için fenere de ko koreografisi için son hazırlıklar yapılıyordu. hem o işlerin bitmesi hem de fenerbahçe tribününün yükünü almasıyla ilk atışmalar da başlamıştı.
takımlar sahaya çıkarken koreografi, tribünün teknik yetersizliklerine rağmen başarıyla uygulansa da kulübün yaptığı konfeti şovuyla biraz güme gitmişti. maç öncesi tribünlerde gezdirilen roberto carlos formalı şişme bebek, kartonların bir kısmının bebek sayesinde açılamayacak hale gelmesi ve maç öncesi atışmalar tüm hızıyla sürerken deplasman tribününde tellerin tepesinde uyuyan fenerli arkadaş aklıma gelen hadiselerden...
maça yine istekli başlamıştık. ümit karan'ın direkten dönen bir şutu vardı ceza sahasına dalıp vurduğu. orda yaşanan dalgalanma belki de golden daha fazlaydı. net bir pozisyon bulamasak da fenerbahçe'yi de oynatmadan götürüyorduk maçı. topu rakip kaleye itmeye çalıştığımız anlardan birinde top ceza sahasına doğru havalandı. volkan ve edu birbirini döverken top nonda'nın önünde kaldığında çoğunluk aklının iplerini saldığı için topun ağlara gidişini stadda çok az insan görebilmiştir.
ikinci yarı da ilk yarının bir kopyası gibi geçti. fenerbahçe bizim kaleye gelmeye çalıştıysa da gelemedi. takım elinden gelenin fazlasını yaptı ve çok da sıkıntı çekmeden maçı bitirdik. bitime 2 maç kala 3 puan öne geçmiştik, şampi olmasa bile şam olmuştuk. peri masalı devam ediyordu. yabancısız, hocasız, parasız galatasaray bitime 2 hafta kala tüm ipleri eline almıştı...
günün finali ise maç çıkışı ali sami yen sokak'ta kasap gökhan ile bira tokuşturuşumuz olmuştu. sokakta artık neden yapıldığı bile belli olmayan köfteleri afiyetle mideye atıpı otobüsümüze bindik.
uyandığımda okulun önündeydik zaten...
(bkz: #1227362)
fenerbahçe'nin saha dışında saha içinde en güçlü olduğu zamandı son 30 yıllık dönemde. 2006'da son haftada yaşadığımız mucize hariç son 4 sezonun 3'ünü şampiyon bitirmişlerdi. biz ise rüya gibi geçen 1992-2002 "decade"inden sonra her anlamda yokluklarla mücadele ediyorduk. özhan canaydın başkanlığında inim inim inleyen bir galatasaray vardı.
fenerbahçe şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynamıştı. ligde de mücadele etmemize rağmen bir türlü geride bırakamıyorduk. biz sezona 5 maç seyircisiz cezası ile başladık. avrupa ligi formatının doğuş sancılarında olan uefa kupası'nda el sikiyle gerdeğe girip gruptan çıkmış, leverkusen karşısında bozguna uğramıştık. fenerbahçe mateja kezman ve roberto carlos gibi dünya yıldızlarıyla coşarken biz rigobert song ve shabani nonda haricinde türk oyuncularla mücadele ediyorduk. evet türk oyuncularımız da çok kaliteliydi ama aykut erçetin, servet çetin, emre güngör, barış özbek gibi şimdilerde dillendirilse dalga geçilecek isimler de vardı...
yine de 28. haftaya puan puana girmiştik. fenerbahçe inönü'de beşiktaş'ı yenmeyi başardı. biz de o sezonki 6. seyircisiz maçta gaziantepspor ile golsüz berabere kaldık sami yen'de. son 6 haftaya fenerbahçe 2 puan önde giriyordu. üstelik bu maç sonrası feldkamp da görevi bırakmıştı. parasız, yabancısız ve sonunda teknik direktörsüz galatasaray ile yakın tarihin en güçlü fenerbahçe'si yarışacaktı son 6 haftada. üstelik galatasaray'ın ibb, trabzonspor, fenerbahçe, sivasspor gibi zorlu bir fikstürü vardı.
ertesi hafta fenerbahçe hata yapmadı, biz de gençlerbirliği deplasmanında* lincoln'ün yarattığı mucizeyle yarışta kalmıştık. ertesi hafta trabzon'u tek golle sami yen'den boş gönderirken ankaraspor'un fenerbahçe'den puan almasıyla bir mucize için şartlar olgunlaşmaya devam etmişti. 31. haftada da iki takım hata yapmayınca, her ne kadar sivasspor işin içinde olsa da ligin düğüm maçı haline gelmişti bu yürek söken doksan dakika...
olimpiyattaki ibb maçının bitmesiyle kendimizi biletix gişesi önünde bulmamız arasında yarım saat bile geçmemişti. 15 saat süren zorlu mücadelenin ardından biletlerimizi cebe koyup saatlerimizi cumartesi gece yarısına kurmuştuk. mis gibi bir bahar akşamında, hayatın hızlı aktığı sokaklardan geçip zifiri karalıkta bizi bekleyen otobüslerin arasında bizimkini arayıp bulduk. kalabalıkla birlikte ara ara patlayan tezahüratlar hepimizi heyecanlandırıyordu ertesi gün olacaklara dair. tam yola çıkmak üzereyken yaşanan bir kapkaç olayına tüm kafilenin tek tek müdahale etmesi sebebiyle* * yolculuğumuz belirlenen saatten biraz gecikmeli başlamıştı.
sabahın köründe sokağa aracımızı park edip maç saatini beklemeye koyulmuştuk. şampiyonluk havası ile klasik derbi atmosferi birbirine girmişti. kah yiyerek, kah içerek, kah sokakta kimilerinin alkol duvarını aşıp yaptığı saçmalıkları izleyerek saatleri geçirmiştik. erkenden stada yollansak da daha eski açığa girmeye çalışırken yaşanan karmaşa ve kalabalık içerisine dair ilk ipuçlarını veriyordu. içeri girdiğimizde bizim için fenere de ko koreografisi için son hazırlıklar yapılıyordu. hem o işlerin bitmesi hem de fenerbahçe tribününün yükünü almasıyla ilk atışmalar da başlamıştı.
takımlar sahaya çıkarken koreografi, tribünün teknik yetersizliklerine rağmen başarıyla uygulansa da kulübün yaptığı konfeti şovuyla biraz güme gitmişti. maç öncesi tribünlerde gezdirilen roberto carlos formalı şişme bebek, kartonların bir kısmının bebek sayesinde açılamayacak hale gelmesi ve maç öncesi atışmalar tüm hızıyla sürerken deplasman tribününde tellerin tepesinde uyuyan fenerli arkadaş aklıma gelen hadiselerden...
maça yine istekli başlamıştık. ümit karan'ın direkten dönen bir şutu vardı ceza sahasına dalıp vurduğu. orda yaşanan dalgalanma belki de golden daha fazlaydı. net bir pozisyon bulamasak da fenerbahçe'yi de oynatmadan götürüyorduk maçı. topu rakip kaleye itmeye çalıştığımız anlardan birinde top ceza sahasına doğru havalandı. volkan ve edu birbirini döverken top nonda'nın önünde kaldığında çoğunluk aklının iplerini saldığı için topun ağlara gidişini stadda çok az insan görebilmiştir.
ikinci yarı da ilk yarının bir kopyası gibi geçti. fenerbahçe bizim kaleye gelmeye çalıştıysa da gelemedi. takım elinden gelenin fazlasını yaptı ve çok da sıkıntı çekmeden maçı bitirdik. bitime 2 maç kala 3 puan öne geçmiştik, şampi olmasa bile şam olmuştuk. peri masalı devam ediyordu. yabancısız, hocasız, parasız galatasaray bitime 2 hafta kala tüm ipleri eline almıştı...
günün finali ise maç çıkışı ali sami yen sokak'ta kasap gökhan ile bira tokuşturuşumuz olmuştu. sokakta artık neden yapıldığı bile belli olmayan köfteleri afiyetle mideye atıpı otobüsümüze bindik.
uyandığımda okulun önündeydik zaten...