1211
fatih terim'in ersun yanal'ı kaçırttığı maç. sezon boyu k a ç a c a k diye türkü çalan, galatasaray tutuk başladı diye "şampiyon olacağız" diye gaza gelen ezeli rakip camiasını teşrik tekbiri eşliğinde komaya sokmuştur. covid-19 arası girmeseydi galatasaray 2019-2020 sezonu şampiyon olur muydu bilinmez ama fenerbahçe normal giden bir sezonda bu maçtan sonra çok daha büyük kaosa girerdi.
bir yeni emekli futbolcu, bir emekli olmaya çalışan futbolcu ve ikisinin de lisansı yok diye kulübede durabildiği için kağıt üzerinde teknik direktör olan altyapı sorumlusu koalisyonu ile normal bir sezonu bitirmeyi fenerbahçe taraftarı bile kabul edemezdi. leş bir kadronun başına 8 haftalığına geçecek emanetçi bir hoca normal zamanda da bulamayacaklardı, zaten pandemi arasından önceki iki haftada da bulamamışlardı. zeki murat göle statü gereği iki maçta takımın başında durabiliyordu, iki maçın bittiği yerde de şanslarına pandemi arası girdi. tarihte hiç olmamış bu aranın etkisi gibi gösterilip bu kriz hafifletilmeye çalışılıyor.
bu galibiyetle birlikte 8 maçta alınan 24 puanın ve 20 yıllık serinin bitişiyle epey övülmüştü bu maçta oynanan futbol. ancak gecenin iki yıldızından biri fatih terim diğeri de halil umut meler'di.
ozan tufan'ın daha nefesi normale dönmeden verdiği böyle bir şey olabilir mi repliği aslında halil umut meler'in o akşamki performansına yönelik ciddi bir turnusol kağıdıydı. sanki bir hafta eve kapanmış, 20 yıldaki tüm fenerbahçe-galatasaray maçlarını izleyip notlar almış gibiydi. maç 1-1 iken hatta 2-1 iken "burası kadıköy" diyerek kendini yere bıraktıkları iki pozisyonda penaltı üfürmemesi, belhanda'nın atıldığı pozisyonda deniz'e de kırmızı kart çıkarması kafada bir hafta boyunca geçmiş maçları izleyen halil umut meler portresi canlandıran tercihlerdi.
ortalama bir hakem performansıyla son 10-15 dakikayı bir kişi eksik oynar, 2-1 öne geçtikten hemen sonrasına denk gelen o anlarda bir de penaltı golü yerdik. maçtan son hatırladığımız sahne de fatih terim-onyekuru-şükrü hanedar'ın sımsıkı sarılıp telefona bakması değil volkan demirel ayısının eline mikrofon alıp işte böyle her sene böyle diye böğürmesi olurdu...
fatih terim ise ersun yanal'ı top diye oynamıştır bu maçta. emre, garry, gustavo ve sadık olmadığı için zaten opsiyonları çok azalan ersun yanal var olan 1-2 hamle oyuncusunu da yedekte bırakmıştı. göbekten hızlı çıkarak muriqi'nin tutacağı şişirme toplara yetişip ceza sahası önünde çoğalarak gol bulmayı hedefliyordu.
rakibinin aklını çok iyi okuyan hoca sadece ömer-seri-belhanda üçlüsü ile kilitledi fenerbahçe'yi. fenerbahçe daha fazla topa sahip olsa da gevelemekten başka bir şey yapamadı. marcao-donk ile başlayan önde seri-ömer-belhanda hatta feghouli ile devam eden blok halindeki alan savunması rakibin orta bloğunu felç etti. hücumda onyekuru'nun yaptığı sayısız bindirme, falcao'nun topsuz oyundaki bitmek tükenmek bilmeyen hareketliliği, ömer'in hatta belhanda'nın hatta bazen seri'nin ileri çıkışlarıyla topu kaptırsa bile fenerbahçe'nin baskın bir hücum yapacak hali kalmıyordu.
vedat muriqi orta yuvarlağın önlerine kadar çekilmek zorunda kaldı, max kruse kayboldu, ozan tufan ve tolgay arslan ikilisi ise bu hücum aksiyonları karşısında bitap düştü. kanatlarda ise mariano ve sarachi olması gerektiği kadar oynayınca tolga ciğerci ve dirar sadece boş koşular yapabildi. zaten kalibresi çok kısıtlı olan bu ikili de hücumda ekstra bir üretim yapmakta zorlandı.
takımın bireysel konsatrasyonu ise üst düzeydeydi. 20 yıldır değişmeyen şeyler vardır kadıköy'de. bak yine iyi başladık, bak yine osuruk bir düdük, bak yine oyun sıkıştı, bak yine bir fahiş hakem hatası, bak yine bala göte bir gol...
yine iyi başladık ve yine bir penaltıyla geriye düştük. ben işten eve geldiğimde maçın otuzlu dakikaları oynanıyordu. skorun 1-0 olduğunu görünce direk babama "yine mi aynı terane" dedim. babam da "skora bakma çok iyi oynuyoruz döner bu maç" dedi. ben "her sene aynı hikaye bıktım artık" derken babam "yok lan hakikaten iyi oynuyoruz" dedi. biz bu tartışmayı yaparken beraberlik golü geldi. tekrarlarını izleyince farkettik yan top organizasyonunda bile nakış gibi işlenmiş bir taktik vardı.
ikinci yarıyı dakika dakika anlatmaya gerek yok. belhanda boş kaleye topu yetiştiremeyince "yine mi" sesleri inceden inceye duyulmaya başlamıştı ruhun derinliklerinde. bu iş burda bitmezdi tabii ki bitmeyecekti hissiyatı ile 20 yılın edinilmiş çaresizliği birbiriyle dövüşürken penaltı oldu. bitime 10 dakika kala, aciz ve sıkışmış bir fenerbahçe'ye karşı kadıköy'de penaltı alabilmek pek tahmin edilebilir bir şey değildi. o sene bu sene mi falan derken tam o anda televizyondan tekbir sesleri gelmeye başladı.
televizyonun sesini biraz daha açtım, babama sordum "ne tekbiri ya" dedi. aha maç izlerken kafa gitti galiba derken falcao'nun golü geldi ve tekrar tekbir sesleri yükseldi. sırf bunu doğrulamak için twitter'a girip bakınca bir iç çekmiştim delirmedim diye.
tabi klasik türk eyyamı, hele de kadıköyde fenerbahçe galatasaray maçı. asıl yürek söken dakikalar şimdi başlamıştı. belhanda oyundan çıkarken yaşanan itiş kakış sonrası gözümün önüne "it's happening again" yazısı geldi. orda da halil umut meler'in "ben bunları yutmam" tavrı sonrası hasarsız atladık. tabi biz bağırıp çağırınca, maçın da bitme vakti olunca annem maç bitti sanıp odaya geldi.
bizim defanstan birinin sırf top çarpmasın diye kendini yere attığı ve muslera'nın müthiş çıkardığı bir top vardı. net hatırladığım bir tek o an var, "galiba bu sene olacak" dedirten. sonra bizim kale önündeki yine bir cılız pozisyonda top havalandı, onyekuru topu önüne jailson'u arkasına alıp koşmaya başladı. o kadar çok kaçırmıştı ki onyekuru giderken tek düşündüğüm topun auta çıkıp birkaç saniye daha fazladan zaman kazandırmasıydı...
onyekuru deplasman tribününün önünde kayarken bende tepki yoktu. babam sevindi, annem bile sevindi ama bende tık yok. birkaç saniye sonra ikisi birden dönüp bana baktı, bakışlarını farkedince "ne oldu?" dedim. niye sevinmediğimi sorduklarında, "bilmem" diyebildim sadece...
maçtan sonra gördüğüm bir tweet vardı "dur bakalım bu sefer nasıl 2-2 olacak derken üçüncü gole sevinemeyenler derneği" diye. sanırım tam olarak o derneğin üyesiydim ben o akşam...
işte hocanın takıma yaptığı mental hazırlık biraz da bu yüzden çok benzersizdi. öyle bir deplasmanda erken bir golle geri düşmüşken kale önünde bile ısrarla paslaşarak çıkan mental güç, ilk goldeki organizasyon, herkes birilerini uyuturken donk'un sıyrılıp kafayı vurması, sırf rakiple dalaşıp kart görmesin diye kendi arkadaşını yere çalmalar, aman başıma götüme çarpar da kaleye girer diye şutun önünden kendini yere atanlar ve arkasından gelen kurtarışlar...
tüm bunlara ek olarak aciz bir teknik direktör, aciz bir 11 karşısında çok basit iki hamle ve dersine iyi çalışmış bir hakem çelme takmayınca alınan galibiyet...
ve k a ç a c a k muhabbetinden dolayı ersun yanal'ın bir hafta bekletilen istifası...
böyle bir seriye böyle bir bitiş yakışırdı, tertemiz, eze eze...
aslında penaltı olmadığını bildikleri ancak sırf kadıköy olduğu için çalınan ve itiraz etmek isteseler de edemedikleri pozisyonlar dışında tek bir tartışmalı düdük olmadan, organize tek bir atak yapamayıp kalesinde 8-9 pozisyon görerek...
covid-19 araya girmeseydi ali koç'u istifaya götürecek bir maçtı. belki fenerbahçe'yi çok daha büyük krizlere sürükleyecek bir maçtı. ancak pandemi arası bu maçın yarattığı yıkımın etkilerini sönümleyecektir. kadıköy kısmını bilemem ama arena'da bizi çok daha rahat sahaya çıkaracaktır bu galibiyet.
kötü bir sezonun zirve noktasıydı. o şekilde görüp hazmedip yola devam etmek gerek...
bir yeni emekli futbolcu, bir emekli olmaya çalışan futbolcu ve ikisinin de lisansı yok diye kulübede durabildiği için kağıt üzerinde teknik direktör olan altyapı sorumlusu koalisyonu ile normal bir sezonu bitirmeyi fenerbahçe taraftarı bile kabul edemezdi. leş bir kadronun başına 8 haftalığına geçecek emanetçi bir hoca normal zamanda da bulamayacaklardı, zaten pandemi arasından önceki iki haftada da bulamamışlardı. zeki murat göle statü gereği iki maçta takımın başında durabiliyordu, iki maçın bittiği yerde de şanslarına pandemi arası girdi. tarihte hiç olmamış bu aranın etkisi gibi gösterilip bu kriz hafifletilmeye çalışılıyor.
bu galibiyetle birlikte 8 maçta alınan 24 puanın ve 20 yıllık serinin bitişiyle epey övülmüştü bu maçta oynanan futbol. ancak gecenin iki yıldızından biri fatih terim diğeri de halil umut meler'di.
ozan tufan'ın daha nefesi normale dönmeden verdiği böyle bir şey olabilir mi repliği aslında halil umut meler'in o akşamki performansına yönelik ciddi bir turnusol kağıdıydı. sanki bir hafta eve kapanmış, 20 yıldaki tüm fenerbahçe-galatasaray maçlarını izleyip notlar almış gibiydi. maç 1-1 iken hatta 2-1 iken "burası kadıköy" diyerek kendini yere bıraktıkları iki pozisyonda penaltı üfürmemesi, belhanda'nın atıldığı pozisyonda deniz'e de kırmızı kart çıkarması kafada bir hafta boyunca geçmiş maçları izleyen halil umut meler portresi canlandıran tercihlerdi.
ortalama bir hakem performansıyla son 10-15 dakikayı bir kişi eksik oynar, 2-1 öne geçtikten hemen sonrasına denk gelen o anlarda bir de penaltı golü yerdik. maçtan son hatırladığımız sahne de fatih terim-onyekuru-şükrü hanedar'ın sımsıkı sarılıp telefona bakması değil volkan demirel ayısının eline mikrofon alıp işte böyle her sene böyle diye böğürmesi olurdu...
fatih terim ise ersun yanal'ı top diye oynamıştır bu maçta. emre, garry, gustavo ve sadık olmadığı için zaten opsiyonları çok azalan ersun yanal var olan 1-2 hamle oyuncusunu da yedekte bırakmıştı. göbekten hızlı çıkarak muriqi'nin tutacağı şişirme toplara yetişip ceza sahası önünde çoğalarak gol bulmayı hedefliyordu.
rakibinin aklını çok iyi okuyan hoca sadece ömer-seri-belhanda üçlüsü ile kilitledi fenerbahçe'yi. fenerbahçe daha fazla topa sahip olsa da gevelemekten başka bir şey yapamadı. marcao-donk ile başlayan önde seri-ömer-belhanda hatta feghouli ile devam eden blok halindeki alan savunması rakibin orta bloğunu felç etti. hücumda onyekuru'nun yaptığı sayısız bindirme, falcao'nun topsuz oyundaki bitmek tükenmek bilmeyen hareketliliği, ömer'in hatta belhanda'nın hatta bazen seri'nin ileri çıkışlarıyla topu kaptırsa bile fenerbahçe'nin baskın bir hücum yapacak hali kalmıyordu.
vedat muriqi orta yuvarlağın önlerine kadar çekilmek zorunda kaldı, max kruse kayboldu, ozan tufan ve tolgay arslan ikilisi ise bu hücum aksiyonları karşısında bitap düştü. kanatlarda ise mariano ve sarachi olması gerektiği kadar oynayınca tolga ciğerci ve dirar sadece boş koşular yapabildi. zaten kalibresi çok kısıtlı olan bu ikili de hücumda ekstra bir üretim yapmakta zorlandı.
takımın bireysel konsatrasyonu ise üst düzeydeydi. 20 yıldır değişmeyen şeyler vardır kadıköy'de. bak yine iyi başladık, bak yine osuruk bir düdük, bak yine oyun sıkıştı, bak yine bir fahiş hakem hatası, bak yine bala göte bir gol...
yine iyi başladık ve yine bir penaltıyla geriye düştük. ben işten eve geldiğimde maçın otuzlu dakikaları oynanıyordu. skorun 1-0 olduğunu görünce direk babama "yine mi aynı terane" dedim. babam da "skora bakma çok iyi oynuyoruz döner bu maç" dedi. ben "her sene aynı hikaye bıktım artık" derken babam "yok lan hakikaten iyi oynuyoruz" dedi. biz bu tartışmayı yaparken beraberlik golü geldi. tekrarlarını izleyince farkettik yan top organizasyonunda bile nakış gibi işlenmiş bir taktik vardı.
ikinci yarıyı dakika dakika anlatmaya gerek yok. belhanda boş kaleye topu yetiştiremeyince "yine mi" sesleri inceden inceye duyulmaya başlamıştı ruhun derinliklerinde. bu iş burda bitmezdi tabii ki bitmeyecekti hissiyatı ile 20 yılın edinilmiş çaresizliği birbiriyle dövüşürken penaltı oldu. bitime 10 dakika kala, aciz ve sıkışmış bir fenerbahçe'ye karşı kadıköy'de penaltı alabilmek pek tahmin edilebilir bir şey değildi. o sene bu sene mi falan derken tam o anda televizyondan tekbir sesleri gelmeye başladı.
televizyonun sesini biraz daha açtım, babama sordum "ne tekbiri ya" dedi. aha maç izlerken kafa gitti galiba derken falcao'nun golü geldi ve tekrar tekbir sesleri yükseldi. sırf bunu doğrulamak için twitter'a girip bakınca bir iç çekmiştim delirmedim diye.
tabi klasik türk eyyamı, hele de kadıköyde fenerbahçe galatasaray maçı. asıl yürek söken dakikalar şimdi başlamıştı. belhanda oyundan çıkarken yaşanan itiş kakış sonrası gözümün önüne "it's happening again" yazısı geldi. orda da halil umut meler'in "ben bunları yutmam" tavrı sonrası hasarsız atladık. tabi biz bağırıp çağırınca, maçın da bitme vakti olunca annem maç bitti sanıp odaya geldi.
bizim defanstan birinin sırf top çarpmasın diye kendini yere attığı ve muslera'nın müthiş çıkardığı bir top vardı. net hatırladığım bir tek o an var, "galiba bu sene olacak" dedirten. sonra bizim kale önündeki yine bir cılız pozisyonda top havalandı, onyekuru topu önüne jailson'u arkasına alıp koşmaya başladı. o kadar çok kaçırmıştı ki onyekuru giderken tek düşündüğüm topun auta çıkıp birkaç saniye daha fazladan zaman kazandırmasıydı...
onyekuru deplasman tribününün önünde kayarken bende tepki yoktu. babam sevindi, annem bile sevindi ama bende tık yok. birkaç saniye sonra ikisi birden dönüp bana baktı, bakışlarını farkedince "ne oldu?" dedim. niye sevinmediğimi sorduklarında, "bilmem" diyebildim sadece...
maçtan sonra gördüğüm bir tweet vardı "dur bakalım bu sefer nasıl 2-2 olacak derken üçüncü gole sevinemeyenler derneği" diye. sanırım tam olarak o derneğin üyesiydim ben o akşam...
işte hocanın takıma yaptığı mental hazırlık biraz da bu yüzden çok benzersizdi. öyle bir deplasmanda erken bir golle geri düşmüşken kale önünde bile ısrarla paslaşarak çıkan mental güç, ilk goldeki organizasyon, herkes birilerini uyuturken donk'un sıyrılıp kafayı vurması, sırf rakiple dalaşıp kart görmesin diye kendi arkadaşını yere çalmalar, aman başıma götüme çarpar da kaleye girer diye şutun önünden kendini yere atanlar ve arkasından gelen kurtarışlar...
tüm bunlara ek olarak aciz bir teknik direktör, aciz bir 11 karşısında çok basit iki hamle ve dersine iyi çalışmış bir hakem çelme takmayınca alınan galibiyet...
ve k a ç a c a k muhabbetinden dolayı ersun yanal'ın bir hafta bekletilen istifası...
böyle bir seriye böyle bir bitiş yakışırdı, tertemiz, eze eze...
aslında penaltı olmadığını bildikleri ancak sırf kadıköy olduğu için çalınan ve itiraz etmek isteseler de edemedikleri pozisyonlar dışında tek bir tartışmalı düdük olmadan, organize tek bir atak yapamayıp kalesinde 8-9 pozisyon görerek...
covid-19 araya girmeseydi ali koç'u istifaya götürecek bir maçtı. belki fenerbahçe'yi çok daha büyük krizlere sürükleyecek bir maçtı. ancak pandemi arası bu maçın yarattığı yıkımın etkilerini sönümleyecektir. kadıköy kısmını bilemem ama arena'da bizi çok daha rahat sahaya çıkaracaktır bu galibiyet.
kötü bir sezonun zirve noktasıydı. o şekilde görüp hazmedip yola devam etmek gerek...