94
öncelikle şunu ifade etmem lazım ki, sonraları ortaya çıkan, şifreli de olsa tv'den naklen yayımlanan bir maçın stat atmosferinden uzak, ses ve tribün efektleri ile bezeli bir şekilde stüdyo ortamında radyodan anlatımını, bu "radyodan maç dinlemek" kategorisinin dışında kabul ediyorum.
şahsi kanaatimce geçmişte (80lerin sonu ve 90ların başı) radyodan maç dinlemenin keyfini aldıysak bunun temel gerekçeleri;
- o maçların canlı tv yayınının olmaması (büyük maç olacak da, trt lütfedip kırkı yılda bir maçı yayınlama zahmetinde bulunacak da.... ölme eşeğim ölme..)
- dolasıyla maçı radyodan nakledecek spikerin mecburen statta olması (o atmosferi hissetmesi ve hissettirmesi)
- ve en önemlisi o dönemlerde bırakın maçın canlı skorunu takip edebilecek maçkolik, canlı skor vari uygulamaları, henüz cep telefonunun bile icat edilmemiş ya da yaygınlaşmamış olması...
yaşı 40 ve üzeri olanlar daha iyi hatırlarlar;
o dönemler bugünkü gibi cumadan p.tesiye oynanmazdı maçlar.
genelde c.tesiye bir, maksimum iki maç konur, gerisi pazar günü, gece maçı da olmadığından, genelde öğlenleri aynı saatte başlardı.
bu nedenle radyo yayınında merkez stüdyo olur, oradaki spiker arkadaşın yönetiminde sürekli "mikrofonlarımız -atıyorum- konya'da, adana'da.....vs." diye 2-3 dkda bir her maça bağlanılırdı.
tabii görece haftanın öne çıkan bir maçı olursa, derbi gibi veya şampiyonluğu / küme düşmeyi yakından ilgilendiren bir maç gibi, o maçta sürece daha uzun kalınırdı
hatırlıyorum da, galatasaray - xspor ile içerde oynadığında, o sırada başka bir maçın anlatımı varken, merkez stüdyodaki spikerin ani olarak o yayını kesip (ki ani olarak yayını kesmek mütemadiyen önemli bir gelişme olması anlamına gelirdi -ki o da genelde gol olması olurdu) "mikrofonlarımız ali sami yen stadında" ya da "ali sami yen stadında gol var" dediğinde, stada bağlantı olup da maçı nakleden spikerin konuşmaya başlaması için geçen o aradaki 5-6 saniyelik boşlukta, arkadan coşkulu bir tribün hışırtısı geliyorsa, tahmin ederdik ki galatasaray golü atmış, ya da galatasaray özelinde olmasın, yayın ani kesilip, gelen gol haberi üzerine başka bir stada bağlanıldığında, arkadan coşkulu bir tribün hışırtısı gelirse anlardık ki ev sahibi takım, arka fonda bir sessizlik hakimse anlardık ki deplasman takımı gol atmış, ki genelde de öyle olurdu..
büyük heyecandı doğrusu...
kısaca ne teknoloji ne başka bir haberleşme imkanı, tamamen o radyodaki spikerlerin anlatımlarıyla haberdar olurduk maçların gidişatından ve skorlardan.
pazar akşamları da trt'de yer alan "spor stüdyosu" programında maçların 1-2 kamera açısıyla çekilmiş 2-3 dklık özetleri olurdu. doğru düzgün görüntü olmadığından ne hakem kararları konuşulurdu ne başka bir şey, ama değerli olan bir şey vardıki o da; maçları seyredemeyip, sadece 2-3 dklık özetleri görebildiğimizden, bugünün goygoycu spor programlarının yanında o günün spor yorumcularının oyunun nasıl oynandığına ilişkin yorumları daha değerli olurdu, özellikle görüşlerine güvenilen rahmetli coskun özarı, vedat okyar, can bartu gibi spor yazarlarını daha ilgiyle takip ederdik o dönemlerde.
...hey gidi günler hey...
şahsi kanaatimce geçmişte (80lerin sonu ve 90ların başı) radyodan maç dinlemenin keyfini aldıysak bunun temel gerekçeleri;
- o maçların canlı tv yayınının olmaması (büyük maç olacak da, trt lütfedip kırkı yılda bir maçı yayınlama zahmetinde bulunacak da.... ölme eşeğim ölme..)
- dolasıyla maçı radyodan nakledecek spikerin mecburen statta olması (o atmosferi hissetmesi ve hissettirmesi)
- ve en önemlisi o dönemlerde bırakın maçın canlı skorunu takip edebilecek maçkolik, canlı skor vari uygulamaları, henüz cep telefonunun bile icat edilmemiş ya da yaygınlaşmamış olması...
yaşı 40 ve üzeri olanlar daha iyi hatırlarlar;
o dönemler bugünkü gibi cumadan p.tesiye oynanmazdı maçlar.
genelde c.tesiye bir, maksimum iki maç konur, gerisi pazar günü, gece maçı da olmadığından, genelde öğlenleri aynı saatte başlardı.
bu nedenle radyo yayınında merkez stüdyo olur, oradaki spiker arkadaşın yönetiminde sürekli "mikrofonlarımız -atıyorum- konya'da, adana'da.....vs." diye 2-3 dkda bir her maça bağlanılırdı.
tabii görece haftanın öne çıkan bir maçı olursa, derbi gibi veya şampiyonluğu / küme düşmeyi yakından ilgilendiren bir maç gibi, o maçta sürece daha uzun kalınırdı
hatırlıyorum da, galatasaray - xspor ile içerde oynadığında, o sırada başka bir maçın anlatımı varken, merkez stüdyodaki spikerin ani olarak o yayını kesip (ki ani olarak yayını kesmek mütemadiyen önemli bir gelişme olması anlamına gelirdi -ki o da genelde gol olması olurdu) "mikrofonlarımız ali sami yen stadında" ya da "ali sami yen stadında gol var" dediğinde, stada bağlantı olup da maçı nakleden spikerin konuşmaya başlaması için geçen o aradaki 5-6 saniyelik boşlukta, arkadan coşkulu bir tribün hışırtısı geliyorsa, tahmin ederdik ki galatasaray golü atmış, ya da galatasaray özelinde olmasın, yayın ani kesilip, gelen gol haberi üzerine başka bir stada bağlanıldığında, arkadan coşkulu bir tribün hışırtısı gelirse anlardık ki ev sahibi takım, arka fonda bir sessizlik hakimse anlardık ki deplasman takımı gol atmış, ki genelde de öyle olurdu..
büyük heyecandı doğrusu...
kısaca ne teknoloji ne başka bir haberleşme imkanı, tamamen o radyodaki spikerlerin anlatımlarıyla haberdar olurduk maçların gidişatından ve skorlardan.
pazar akşamları da trt'de yer alan "spor stüdyosu" programında maçların 1-2 kamera açısıyla çekilmiş 2-3 dklık özetleri olurdu. doğru düzgün görüntü olmadığından ne hakem kararları konuşulurdu ne başka bir şey, ama değerli olan bir şey vardıki o da; maçları seyredemeyip, sadece 2-3 dklık özetleri görebildiğimizden, bugünün goygoycu spor programlarının yanında o günün spor yorumcularının oyunun nasıl oynandığına ilişkin yorumları daha değerli olurdu, özellikle görüşlerine güvenilen rahmetli coskun özarı, vedat okyar, can bartu gibi spor yazarlarını daha ilgiyle takip ederdik o dönemlerde.
...hey gidi günler hey...