159
benim için biraz kaderin cilvesidir.
futbola ilgi duymayan bir çocuktum. babam da futbol ile hiç ilgilenmediği için ne kurallardan ne takımlardan haberim vardı. dönüm noktam (bkz: 5 aralık 1992 beşiktaş galatasaray maçı) oldu.
yedi yaşında yaramaz bir çocuk olarak hastalanmıştım. annem dışarı çıkmama izin vermiyordu, sobanın yanı başında yatarken yapacak başka birşey olmadığı için trt den bu maçı izlemeye başlamıştım. televizyonda futbol maçları daha önce hiç ilgimi çekmezken o gün garip birşey olmuştu. nedense top kırmızılı takım kalesinden uzaklaştıkça seviniyordum sanki ali sami yen, gündüz kılıç, metin oktay beni bu muhteşem aileye katılmaya çağırıyordu. karşı takımın formasının siyah beyaz gibi renksiz ve bir çocuğun dikkatini çekemeyecek şekilde olmasının da etkisinin olduğunu düşünüyorum.
kader ağlarını gayet güzel bir şekilde ördü. o gün maçı 1-3 kazandık. belki o maçı kaybetsek, tuttuğum takım yenildiği için futbola olan ilgim başlamadan bitecekti. neyse ki kalli'nin kurduğu o fişek gibi takım bana futbolu sevdirdi, galatasaray'a aşık etti.
benim galatasaraylı olduğumu duyan fenerli amcam takımımı bırakmam için para teklif etmişti. dile kolay, babam hariç (o takım tutmaz), neredeyse bütün sülalem fenerli. bütün baskılara karşı 21 sene tek başıma çarpıştım.*
21 senelik çile sonunda ulu odin beni kendisi ve bütün ailesi galatasaraylı olan bir huri ile ödüllendirdi. şimdi maçlara kayınbirader ile beraber gidiyoruz. üçbuçuk yaşındaki oğluma da sürekli olarak indoktirinasyon yapıp, galatasaray marşları, tezahuratları öğretiyorum.
bu hikayeden çıkarılacak sonuç eğer çocuğunuz olursa sakın boşluk bırakmayın. benim galatasaray'ın maçına rast gelip izlememle yaptığım seçim gibi minik yavrularımız fenerin iyi oynadığı bir maçı ebeveyn gözetimi haricinde izleyip kötü yola düşebilir. ibret alalım.
futbola ilgi duymayan bir çocuktum. babam da futbol ile hiç ilgilenmediği için ne kurallardan ne takımlardan haberim vardı. dönüm noktam (bkz: 5 aralık 1992 beşiktaş galatasaray maçı) oldu.
yedi yaşında yaramaz bir çocuk olarak hastalanmıştım. annem dışarı çıkmama izin vermiyordu, sobanın yanı başında yatarken yapacak başka birşey olmadığı için trt den bu maçı izlemeye başlamıştım. televizyonda futbol maçları daha önce hiç ilgimi çekmezken o gün garip birşey olmuştu. nedense top kırmızılı takım kalesinden uzaklaştıkça seviniyordum sanki ali sami yen, gündüz kılıç, metin oktay beni bu muhteşem aileye katılmaya çağırıyordu. karşı takımın formasının siyah beyaz gibi renksiz ve bir çocuğun dikkatini çekemeyecek şekilde olmasının da etkisinin olduğunu düşünüyorum.
kader ağlarını gayet güzel bir şekilde ördü. o gün maçı 1-3 kazandık. belki o maçı kaybetsek, tuttuğum takım yenildiği için futbola olan ilgim başlamadan bitecekti. neyse ki kalli'nin kurduğu o fişek gibi takım bana futbolu sevdirdi, galatasaray'a aşık etti.
benim galatasaraylı olduğumu duyan fenerli amcam takımımı bırakmam için para teklif etmişti. dile kolay, babam hariç (o takım tutmaz), neredeyse bütün sülalem fenerli. bütün baskılara karşı 21 sene tek başıma çarpıştım.*
21 senelik çile sonunda ulu odin beni kendisi ve bütün ailesi galatasaraylı olan bir huri ile ödüllendirdi. şimdi maçlara kayınbirader ile beraber gidiyoruz. üçbuçuk yaşındaki oğluma da sürekli olarak indoktirinasyon yapıp, galatasaray marşları, tezahuratları öğretiyorum.
bu hikayeden çıkarılacak sonuç eğer çocuğunuz olursa sakın boşluk bırakmayın. benim galatasaray'ın maçına rast gelip izlememle yaptığım seçim gibi minik yavrularımız fenerin iyi oynadığı bir maçı ebeveyn gözetimi haricinde izleyip kötü yola düşebilir. ibret alalım.