• 53
    kapitalist amerika'nın en sosyalist yeri.

    ---alıntı---

    spor pazarlaması için olduğu kadar bir piyasa düzenlemesi açısından da mükemmel bir örnek sunan nba modelinde, piyasanın toplam değerini artırmak için işbirliği yapan kulüpler, yaratılan toplam değeri eşit şekilde paylaşırken, parke üzerinde oyuncularıyla gerçekleştiriyor. bu rekabette tüm takımlar yetenek ve para paylaşımında eşitliğe sahipken, saha gerisindeki farkı yöneticiler ve ekipleri yaratıyor.
    nba sistemine dikkatle inceleyince adeta sosyalist bir piyasa modeli kullanıldığını görüyorsunuz. bu görüş, ciddi verilerle de destekleniyor. öncelikle, liberalizmin anavatanı amerika'da böylesine ciddi korumacı ve eşitlikçi kuralların uygulandığı bir başka sektör yok. gelirler, en iyi-en kötü, en zengin-en fakir kulüp ayırımı yapılmadan eşit şekilde paylaştırılıyor. sezonu en kötü dereceyle bitiren takımlara oyuncu seçmelerinde (draft) öncelik tanınıyor. kulüplerin ve oyuncuların ücret sınırı var, her takım oyuncularına en fazla 49 milyon dolar ücret ödeyebilirken, oyuncular da kıdemle belli bir oranda yüzde 12.5 artan bir ücret alabiliyor. bu ve benzeri kurallar, liberal piyasalardan çok sosyalist nitelik taşıyor. öylesine ki bu konuda abd'de espriler bile yapılıyor.
    dr. robinson ve deschriver ; bir nba takımını almak için yüz milyonlarca doları olan büyük bir kapitalist olmanız gerekir. ama bir takımı alıp yönetim koltuğuna oturduktan sonra herkes sosyalist olur derler. dr. deschriver bu espriyi tamamlayarak ; hatta daha sonra , şu kapitalistleri camdan atalım, herkes için en iyisi bu derler diye konuştu.
    delaware üniversitesi'nde üniversite ve lisansüstü öğrencilere spor pazarlaması dersleri veren robinson ve deschriver ile yaptığımız sohbette nba'in bilinmeyen yeniden diriliş öyküsüyle başarı sırlarını konuştuk. robinson ve deschriver, nba modeli hakkında herşeyi anlattı:

    nba'de her takımın bir sahibi buluyor. maaşları ve masrafları da bu kişi ödüyor. los angeles lakers, dallas mavericks ve new york knicks gibi takımların yıllık bütçeleri 150 milyon dolara kadar varıyor. oyunculara ödenen paralar ise 100 milyon doları bulabiliyor. shaquille o'neal ve kevin garnett gibi oyuncuların yıllık maaşları ise 25 milyon dolara kadar çıkıyor.
    nba'in tepesinde ise süper girişimci komiser david stern oturuyor. tüm ligi o yönetiyor. stern, 1980'lerin başında göreve geldi. göreve geldiğinde nba iflas etmek üzereydi. 1981 yılında nba finalleri ancak gece yarısı banttan yayınlanmıştı. nba o yıllarda sadece siyahların oynadığı, beğenilmeyen ve talep edilmeyen bir spor idi. stern'in gelişiyle basketbol farklı bir boyuta taşındı. öncelikle yeni bir iş modeli getirdi ve güçlü bir nba markası yaratmaya girişti. bunun için önce sahadaki oyunun gelişmesine çaba gösterdi, sonra sahanın arkasındaki işlerin büyümesine omuz verdi.

    son 10 yılda nba'i dünya çapında popüler yapan şeylerden birisi de küresel bir lig haline getirme çabasıdır. türkiye gibi dünyanın birçok ülkesinden oyuncular getiriliyor. çin'den gelen yao ming sayesinde milyonlarca çinli gece yarısı uyanıp, nba maçlarını seyrediyor ve ertesi gün pekin'de mağazaya gidip 100 dolara orijinal yao ming forması alıyor. basketbol yayın hakları bu oyuncularının bulunduğu ülkelere satılıyor. nba oyuncuları yurtdışına giderken, yurtdışından da nba oyuncuları abd'ye geliyor. bu da nba ürünlerinin uluslararası pazarda satılmasına imkan veriyor.
    buradaki esas ürün takımlardan çok nba'in kendisi. nba, abd'de diğer eğlence ürünleriyle bir rekabet içinde. lakers ile celtics rekabetinden çok, nba ile ulusal futbol ligi (nfl) arasında bir rekabet yaşanıyor. nba, hollywood, amerikan futbolu ve beyzbol ile rekabet içinde.

    bir markadan bahsedince onun neyi çağrıştırdığını düşünürüz. nba deyince micheal jordan aklımıza gelir. nba deyince dünyanın her yerinde heyecan akla gelir. nba ile ilgili algılar hep pozitiftir. önce kalite sonra da sadakat söz konusudur. insanlar nba lisanslı ürünler için tutku duyar.
    nba kendi ürünlerinin reklamını da yapmasını iyi bilir, magic johnson ve larry bird. daha sonra michael jordan. onun arkasından kobe byrant ve shaquille o'neal. şimdi de lebron james bu meşaleyi alıyor. david stern, bu yetenek ve hepsi tek başına bir marka haline gelen bu isimleri, nba markasını güçlendirmek için kullanıyor.

    nba sanıldığının aksine sıkı kuralları olan bir lige sahip. takımların renklerini ve logolarını değiştirmek bile izne tabi. isteseniz dahi kötü bir logo ve renk seçme imkanınız yok. kontrol sadece bu kadarla sınırlı değil, lisanslı ürünlerin tümü özel izne tabi. örneğin philadelphia 76'ers için tişört yapmak isteyenlerin nba ofisini arayıp izin alması gerekiyor. bununla da kalmıyor, kardan belli bir oranı da nba yönetimine ödemek gerekiyor. toplanan bu para takımlar arasında eşit şekilde dağıtılıyor. nba rekabet ve başarı ötekinin başarısızlığı üzerine kurulmuş bir sistem değil. kazan-kazan mantığıyla işleyen sistemde kaybeden yok.

    şimdiye kadar kusursuz işleyen nba modelinde tek problem takım geneli ve oyuncu bazında ücretlerinin sınırlandırılması. bunun ise mantıklı sebepleri var. astronomik transfer ücretleri nba'in sürdürülebilir olmasına karşı en ciddi tehdidi oluşturuyor. böylece bir yandan takımların varlığını tehdit eden yüksek giderler önlenirken, öbür yandan da takımlar arasında eşitsizlik ve yıkıcı rekabete engel olunuyor.
    nba'de her yıl yapılan ve 30'a yakın ülkeden sporcuların bu ligde oynayabilmek için kendini göstermeye çalıştığı seçmelerde (draft) ilk sıradan seçme hakkı ligi en kötü dereceyle bitiren takıma veriliyor. böylece finansal olduğu kadar yetenek açısından da eşitlik sağlanması ve rekabetin sürdürülebilir olması amaçlanıyor. liberalizmin anavatanında böylesine korumacı, kuralcı ve eşitlikçi bir piyasa modelinin başarı sırrı da burada yatıyor olsa gerek.

    ---alıntı---
App Store'dan indirin Google Play'den alın