2791
peşinen; takımın her maçı kazanmasını, önüne geleni çatır çutur yenmesini hiçbir zaman beklemedim. benim takımımdan beklediğim; rakibi boğan, futbolcuların pas atıp tekrar boşa kaçarak pas istediği, istekle rakip kaleye saldırdığımız, alternatif ataklar üretebildiğimiz, maç boyunca yaratıcı ve üretici olduğumuz güzel futbol.
güzel futbol oynadığımız fakat gerek takım olarak gerek bireysel anlamda yapılmış hatalardan dolayı kaybettiğimiz maçlar o denli koymuyor bana. bir olur, iki olur o iş, her el papaz pilav yemez bize karşı. mesela süperdandikfinal denen saçmalığın peydah olduğu sezon, içerde fenerbahçe'ye kaybettiğimiz maç. o maç biz fenerbahçe yerinde olsaydık, maçı o şekilde kazanmış olsaydık ve bunu genel olarak yaşıyor olsaydık o galibiyet bana hiçbir anlam ifade etmezdi. kaybedeceksek o günkü galatasaray gibi oynarken kaybetmeyi yeğlerim. düşünsene maç boyu ne tırnak tüketmiştir fb taraftarı.
istediğim güzel futbolun da bana yaşatılabilmesi için basit bir problemden kurtulmamız gerekiyor. nedir? yarı sahamızdan top çıkarabilmek. boştan yere senelerdir popescu diye, melo diye boşa sayıklamıyoruz mesela. maicon bu işi fena yapmıyor zaman zaman. burada 2 soru işareti türüyor. neden maicon? pası nereye çıkardığı? ilk çünkü ve ikinci çünkünün * * sebebi tek bir adreste toplanıyor: sevgili selçuk. selçuk senelerdir korkak futbol oynuyor. hayal edin lütfen (zor olmayacak hemen göreceksiniz...); önünde 2 futbolcu var selçuk'un ve aralarından, o iki futbolcunun arkasındaki takım arkadaşını görebiliyor. pası çıkartabilir. ama selçuk o topu rakibe vermekten korktuğundan, ezberlediğimiz üzere yanındaki veya arkasındaki arkadaşına veriyor pası, kendince basit olanı tercih ediyor. esasında bu, zaman zaman yaşanılabilir olasılıkta fakat tam bu noktada 2. bir sıkıntı devreye giriyor. yahu gözünü sevdiğim diyelim geçiremedin topu, verdin yanındakine, popişi kaldırıp ileri doğru 6 adım atsan topu geri alıp 2 savunmacıyı gerinde bırakmış olacaksın. ama ben selçuk'un bunu gerçekleştirdiğini sittin senedir göremiyorum. selçuk o pası geri verdikten sonra yanındaki savunmacısıyla beraber yürüyor. saklanıyor adeta. oynanması gereken basit futboldan kasıt bu değil ama? nasıl yapsak? neyse ki fernando döndü... fernando'yla birlikte şahsi fikrim de yanında tolga önünde belhanda ile oynaması. ama muhtemelen donk'la devam edecektir fatih terim. neyse ki hiç beklemediğimiz şekilde takıma pozitif etki etmeye başladı hocayla birlikte...
şimdi yukardaki olumsuzlukları belhanda üzerinden düşündüğümde herhangi birisinin kendisi sebebiyle gerçekleştiğini göremiyorum. evet selçuk'la görev tanımları farklı fakat belhanda topu ayağına aldığı anda rakip kaleyi düşünen bir adam. o karşısındaki 2 futbolcunun arasından pası arkaya, takım arkadaşına aktarabiliyor. hep yapıyor bunu bu arada! sürekli. pası attığı adam da sağda feghouli veya mariano solda garry veya nagatomo, ilerde gomis. korkmuyor abi adam. zınk diye çıkartıyor topu ayağından ve hemen peşine gelen garry - belhanda - nagatomo üçlüsü solda, feghouli - mariano - belhanda üçlüsü sağda tehlikenin fitilini ateşliyor. neden? çünkü pası verdikten sonra savunmacısıyla birlikte jogging yapmıyor da ondan. sonrasında 2'ye 1'lerle olsun gomis'i duvar olarak kullandığımız olsun veya çizgilere inilip içeri kesilen ortalar olsun, bireysel hazırlananlar olsun pozisyonlar gelmeye başlıyor. bu bahsettiğim pasları, pres sebebiyle topu çıkaramadığımız zamanlarda yarı sahamıza gelerek de yapıyor belhanda.
yine gomis, belhanda, gary ve feghouli'de şöyle sevdiğim bir özellik daha var...
arena'da da olsa deplasmanda da olsa uzun süreler rakibi çok geride karşılıyoruz. bekliyoruz topla oynuyorlar falan. hayır her hafta real madrid'le, arsenal'le falan da oynamıyoruz. nedir abicim atıyorum antalyaspor'la oynarken 10 dakika muslera'nın burnunun dibinde beklemek? savunmada rakibi ittiğimiz anlarda füze gibi ileri fırlıyorlar ve bir yandan da arkada bekleyen arkadaşlarına el kol yaparak yaklaşın diyorlar. prese başlıyoruz. koşturuyoruz, kovalıyoruz bir şekilde hataya zorlayıp alıyoruz topu. isyan ediyor herifler. top oynamak istiyorlar. alalım, top bizde kalsın istiyorlar.
futbolcularımızı değerlendirirken kendisinden ziyade takıma da ne gibi etkilerde bulunduğuna dikkat etmekte fayda var. belhanda oyunda olmadığında ne feghouli'nin, ne de garry'nin o denli etkinliği kalıyor.
seviyorum ben hepsini. her ne sebeple olursa olsun; ne belhanda'nın, ne feghouli'nin, ne garry'nin, ne tolga'nın, ne de gomis'in sene sonunda gönderilmesinden yana değilim. ilerde alternatifler yaratarak bize hücum futbolunu izleten bu adamlardan önce hemen herkesin hemfikir olduğu, gitmesi gereken birçok futbolcumuz var. yerlerine gelecekler de kesebiliyorlarsa bu adamları kessinler. o şampiyonlar ligi müziği seyrantepe semalarından yükselirken ben selçuk, lato, yasin falan kenardan gelsin istemiyorum çünkü. yedekten girecekse belhanda girsin oyuna...
güzel futbol oynadığımız fakat gerek takım olarak gerek bireysel anlamda yapılmış hatalardan dolayı kaybettiğimiz maçlar o denli koymuyor bana. bir olur, iki olur o iş, her el papaz pilav yemez bize karşı. mesela süperdandikfinal denen saçmalığın peydah olduğu sezon, içerde fenerbahçe'ye kaybettiğimiz maç. o maç biz fenerbahçe yerinde olsaydık, maçı o şekilde kazanmış olsaydık ve bunu genel olarak yaşıyor olsaydık o galibiyet bana hiçbir anlam ifade etmezdi. kaybedeceksek o günkü galatasaray gibi oynarken kaybetmeyi yeğlerim. düşünsene maç boyu ne tırnak tüketmiştir fb taraftarı.
istediğim güzel futbolun da bana yaşatılabilmesi için basit bir problemden kurtulmamız gerekiyor. nedir? yarı sahamızdan top çıkarabilmek. boştan yere senelerdir popescu diye, melo diye boşa sayıklamıyoruz mesela. maicon bu işi fena yapmıyor zaman zaman. burada 2 soru işareti türüyor. neden maicon? pası nereye çıkardığı? ilk çünkü ve ikinci çünkünün * * sebebi tek bir adreste toplanıyor: sevgili selçuk. selçuk senelerdir korkak futbol oynuyor. hayal edin lütfen (zor olmayacak hemen göreceksiniz...); önünde 2 futbolcu var selçuk'un ve aralarından, o iki futbolcunun arkasındaki takım arkadaşını görebiliyor. pası çıkartabilir. ama selçuk o topu rakibe vermekten korktuğundan, ezberlediğimiz üzere yanındaki veya arkasındaki arkadaşına veriyor pası, kendince basit olanı tercih ediyor. esasında bu, zaman zaman yaşanılabilir olasılıkta fakat tam bu noktada 2. bir sıkıntı devreye giriyor. yahu gözünü sevdiğim diyelim geçiremedin topu, verdin yanındakine, popişi kaldırıp ileri doğru 6 adım atsan topu geri alıp 2 savunmacıyı gerinde bırakmış olacaksın. ama ben selçuk'un bunu gerçekleştirdiğini sittin senedir göremiyorum. selçuk o pası geri verdikten sonra yanındaki savunmacısıyla beraber yürüyor. saklanıyor adeta. oynanması gereken basit futboldan kasıt bu değil ama? nasıl yapsak? neyse ki fernando döndü... fernando'yla birlikte şahsi fikrim de yanında tolga önünde belhanda ile oynaması. ama muhtemelen donk'la devam edecektir fatih terim. neyse ki hiç beklemediğimiz şekilde takıma pozitif etki etmeye başladı hocayla birlikte...
şimdi yukardaki olumsuzlukları belhanda üzerinden düşündüğümde herhangi birisinin kendisi sebebiyle gerçekleştiğini göremiyorum. evet selçuk'la görev tanımları farklı fakat belhanda topu ayağına aldığı anda rakip kaleyi düşünen bir adam. o karşısındaki 2 futbolcunun arasından pası arkaya, takım arkadaşına aktarabiliyor. hep yapıyor bunu bu arada! sürekli. pası attığı adam da sağda feghouli veya mariano solda garry veya nagatomo, ilerde gomis. korkmuyor abi adam. zınk diye çıkartıyor topu ayağından ve hemen peşine gelen garry - belhanda - nagatomo üçlüsü solda, feghouli - mariano - belhanda üçlüsü sağda tehlikenin fitilini ateşliyor. neden? çünkü pası verdikten sonra savunmacısıyla birlikte jogging yapmıyor da ondan. sonrasında 2'ye 1'lerle olsun gomis'i duvar olarak kullandığımız olsun veya çizgilere inilip içeri kesilen ortalar olsun, bireysel hazırlananlar olsun pozisyonlar gelmeye başlıyor. bu bahsettiğim pasları, pres sebebiyle topu çıkaramadığımız zamanlarda yarı sahamıza gelerek de yapıyor belhanda.
yine gomis, belhanda, gary ve feghouli'de şöyle sevdiğim bir özellik daha var...
arena'da da olsa deplasmanda da olsa uzun süreler rakibi çok geride karşılıyoruz. bekliyoruz topla oynuyorlar falan. hayır her hafta real madrid'le, arsenal'le falan da oynamıyoruz. nedir abicim atıyorum antalyaspor'la oynarken 10 dakika muslera'nın burnunun dibinde beklemek? savunmada rakibi ittiğimiz anlarda füze gibi ileri fırlıyorlar ve bir yandan da arkada bekleyen arkadaşlarına el kol yaparak yaklaşın diyorlar. prese başlıyoruz. koşturuyoruz, kovalıyoruz bir şekilde hataya zorlayıp alıyoruz topu. isyan ediyor herifler. top oynamak istiyorlar. alalım, top bizde kalsın istiyorlar.
futbolcularımızı değerlendirirken kendisinden ziyade takıma da ne gibi etkilerde bulunduğuna dikkat etmekte fayda var. belhanda oyunda olmadığında ne feghouli'nin, ne de garry'nin o denli etkinliği kalıyor.
seviyorum ben hepsini. her ne sebeple olursa olsun; ne belhanda'nın, ne feghouli'nin, ne garry'nin, ne tolga'nın, ne de gomis'in sene sonunda gönderilmesinden yana değilim. ilerde alternatifler yaratarak bize hücum futbolunu izleten bu adamlardan önce hemen herkesin hemfikir olduğu, gitmesi gereken birçok futbolcumuz var. yerlerine gelecekler de kesebiliyorlarsa bu adamları kessinler. o şampiyonlar ligi müziği seyrantepe semalarından yükselirken ben selçuk, lato, yasin falan kenardan gelsin istemiyorum çünkü. yedekten girecekse belhanda girsin oyuna...