80
internet'in olmadığı yıllarda sempati sahibi olabilmek veya tutacak kadar bilgi sahibi olmanın, sadece "avrupa'dan futbol", teletext ve az sayıdaki kitap/mecmuacı'daki dergiler sayesinde olduğu yıllarda bu iş bana çok doğal ve samimi geliyordu. hiç bir zaman avrupa'dan da başka bir coğrafyadan da takım tutmadım ama sempati duyduğum onlarca takım vardı şu yıllarda.
günümüzden bahsedersek dünyanın en boş beleş insanları olan futbol romantikleri ve onların kendilerinden daha boş beleş olan blogları sayesinde bu yabancı takıma samimiyet duygum da köreldi. herif 15 yaşında yok efendim ennio tardini'nin vizyonu, caniggia mı, batistuta mı yalan dolan edebiyatlar parçalıyor. ulan bülent timurlenk, meğer ne menem bir zehirmiş o başlangıçta severek okuduğumuz blogun. internetten zamanının az meşhur futbolcusunu google'layan o takımın ateşli bir taraftarı olarak karşımza çıkıyor. ali ece'nin de az payı yok değil, 18 yaşındaki yeni yetmelerin "george best yaa, you'll never walk alone" diye kafamızı pekmeze çevirmesinde. allah belamı versin şu iki adam liverpool yerine başka takımları güzelleseydi, bu sorunun cevabı çoğu kişi için farklı olacaktı. bir de liman işçileri edebiyatı parçaladık mı ohhh!! katolik veya protestan değilsen celtic üzerinden neyin sevinmek için sevmedik muhabbetini çeviriyorsun? sempati duyarsın o ayrı da, bu ne arkadaş celtic'i tutup, rangers'tan vebaymış gibi bahsetmek, yazık.
takımlar, kulüpler homojen ve statik değil ki yurt dışındaki bir takıma özel bir yaşanmışlık olmadan sempati duyasın, tutmak zaten yine böyle bir yaşanmışlık yok ise saçmalığın daniskası. bak üstte adam babasından örnek vermiş, evet işte bu sempati ateşler.
benim şahsen sempatim yıl-takım ikilisine göre şekilleniyor o da futbol adına sergiledikleri performans üzerinden. mesela şimdi zihniyetlerinden tiksinmekle beraber "double gunners" olduğu sezonki arsenal'e sempatim vardı, onda da o sezonun formasının, posterlerinin bana hediye edilmiş olması müthiş etkiliydi.
şampiyonlar ligi'ne ilk katıldığımız sezondaki barcelona'ya sempatim vardı yine hem futbol hem dayımın getirdiği forma setinin etkisi vardı.
94 dünya kupası'nda romanya, nijerya, isveç, bulgaristan, her futbol sever gibi biz de ilgi duyduk.
ki dediğim gibi bunlar eskiden biraz bilgi yetersizken, az karşılaşılırken yani kıymetliyken yeterliydi. bu formaları o yıllarda bırak türkiye'de bulmayı, galatasaray'ın sezon formasını almak olaydı.
renklere bile güvensen yarı yolda kalırsın. roma'ya güveneceksin, al işte eşleşirsin, döverek gönderirler, ne diyeceksin galatasaray'lı diğer arkadaşlarınla konuşurken "ya aslında biz roma'lılar normalde böyle insanlar değilizdir de, isa'nın çarmığa gerildiği gün olan "kara cumartesi" denk gelmesi sebebi ile gergindik" mi diyeceksin. yemişim roma'sını diyeceksin o gün kuvvetle muhtemel, e bu mu takım tutmak.
son not olarak, sempati duyduğum ya da bir vesile ile bende hatırası olan takımları tam listeleyemedim ama şu hayatta nefret ettiğim takımı şak diye yazabilirim: liverpool.
günümüzden bahsedersek dünyanın en boş beleş insanları olan futbol romantikleri ve onların kendilerinden daha boş beleş olan blogları sayesinde bu yabancı takıma samimiyet duygum da köreldi. herif 15 yaşında yok efendim ennio tardini'nin vizyonu, caniggia mı, batistuta mı yalan dolan edebiyatlar parçalıyor. ulan bülent timurlenk, meğer ne menem bir zehirmiş o başlangıçta severek okuduğumuz blogun. internetten zamanının az meşhur futbolcusunu google'layan o takımın ateşli bir taraftarı olarak karşımza çıkıyor. ali ece'nin de az payı yok değil, 18 yaşındaki yeni yetmelerin "george best yaa, you'll never walk alone" diye kafamızı pekmeze çevirmesinde. allah belamı versin şu iki adam liverpool yerine başka takımları güzelleseydi, bu sorunun cevabı çoğu kişi için farklı olacaktı. bir de liman işçileri edebiyatı parçaladık mı ohhh!! katolik veya protestan değilsen celtic üzerinden neyin sevinmek için sevmedik muhabbetini çeviriyorsun? sempati duyarsın o ayrı da, bu ne arkadaş celtic'i tutup, rangers'tan vebaymış gibi bahsetmek, yazık.
takımlar, kulüpler homojen ve statik değil ki yurt dışındaki bir takıma özel bir yaşanmışlık olmadan sempati duyasın, tutmak zaten yine böyle bir yaşanmışlık yok ise saçmalığın daniskası. bak üstte adam babasından örnek vermiş, evet işte bu sempati ateşler.
benim şahsen sempatim yıl-takım ikilisine göre şekilleniyor o da futbol adına sergiledikleri performans üzerinden. mesela şimdi zihniyetlerinden tiksinmekle beraber "double gunners" olduğu sezonki arsenal'e sempatim vardı, onda da o sezonun formasının, posterlerinin bana hediye edilmiş olması müthiş etkiliydi.
şampiyonlar ligi'ne ilk katıldığımız sezondaki barcelona'ya sempatim vardı yine hem futbol hem dayımın getirdiği forma setinin etkisi vardı.
94 dünya kupası'nda romanya, nijerya, isveç, bulgaristan, her futbol sever gibi biz de ilgi duyduk.
ki dediğim gibi bunlar eskiden biraz bilgi yetersizken, az karşılaşılırken yani kıymetliyken yeterliydi. bu formaları o yıllarda bırak türkiye'de bulmayı, galatasaray'ın sezon formasını almak olaydı.
renklere bile güvensen yarı yolda kalırsın. roma'ya güveneceksin, al işte eşleşirsin, döverek gönderirler, ne diyeceksin galatasaray'lı diğer arkadaşlarınla konuşurken "ya aslında biz roma'lılar normalde böyle insanlar değilizdir de, isa'nın çarmığa gerildiği gün olan "kara cumartesi" denk gelmesi sebebi ile gergindik" mi diyeceksin. yemişim roma'sını diyeceksin o gün kuvvetle muhtemel, e bu mu takım tutmak.
son not olarak, sempati duyduğum ya da bir vesile ile bende hatırası olan takımları tam listeleyemedim ama şu hayatta nefret ettiğim takımı şak diye yazabilirim: liverpool.