• 2096
    ... seksenli ve doksanlı yılların tribün geleneğidir. hatta ortada " yeni beste " durumları varsa, bir nevi kaçınılmazdır. maç öncesi, sırası ve dahi sonrasında devam eden tek beste ritüeli. youtube'siz, facebook'suz, twitter'sız, vine'sız zamanlar malum. "yeni beste"yi yaymanın tek yolu saatlerce, hatta bazen gün boyu aynı besteyi söyleyip durmak. "birileri" ortaya birşeyler atar, kapı önü kuyruklarda darbuka desteğiyle aranje edilir(!), tribünde son şekli verilirdi. o "birileri" ki maçta paraladığı boğazından çıkan çatallı sesi bir hafta boyunca madalya gibi taşır, sesi kısılmadan geçen maç haftasını ayıp sayardı falan.

    bir de deplasman, özellikle derbi deplasmanı geleneği tarafı vardır bu tek beste olayının. biraz "yeni beste"nin çıkışına imkan verecek ortamın deplasman otobüsü olmasından, biraz da sayıca az olmanın açığını kapatacak tek sesliliği sağlamak adına bir besteyle geçirilen nice deplasmanlarla doludur tarih. "cimbombom'un sen çok yaşa"nın bilmemkaçıncı uyarlaması olan "geçse de gençlik çağım" versiyonunun domine ettiği sergen attı şampiyonluk geldi maçı mesela. ya da maç boyu üçlüyle geçilen kadıköy deplasmanları...

    uzunca bir süredir hayatım bu modda geçiyor işte. pişman olmak ve affedilme umudu haricinde ne bir duyguya ne bir düşünceye yer bulamıyorum. yaklaşık bir senedir sayılar ve dakika-saat-gün dışında bir olayımız yoktu gerçi eyvallah da, bu sefer bambaşka... kafamın içinde sürekli dönen yarım saatlik bir tartışma, fevzi'nin galatasaray maçındaki tarihi ıskası gibi her seferinde aynı acı saplanıyor içime. göğsüm sıkışıyor, üzerime biri oturuyormuş gibi oluyor. yorgun düşüp uykuya daldığımda ise binbir türlü anı "random" şekilde dönüp duruyor. sergen-tümer ikilisiyle birlikte defansa dönmeye çalışan kaptan bülent gibi oluyorum her seferinde. sergen atıyor, şampiyonluk geliyor, olduğum yere çöküp kalıyorum. kaleye giren her top birşeyler alıp götürüyor, tükeniyorum be tükeniyorum... binlerce var ulan binlerce, ben doğmadan önce oynanan maçta tribüne asılan pankartları bile hatırlayan adamım ben onları nasıl unutucam?

    bunlar son uykusuzluklar belki de. uykunun ortasında birileri tarafından "hadi nöbete" diye kaldırılacak belki 15 belki 20 gece. ciğeri üç para etmeyecek adamların binbir şerefsizliğine katlanacak, normalde suratına işemeye bile tenezzül etmeyeceğin adamlarla "abi-kardeş" olma zorunluluğunda geçecek, bir an önce bitsin artık diye yalvartacak son 48 gün. askerlikten böylesine bunalmışken bile bir umutla saydığım son şafak 90 falandı sanırım, durum öylesine vahim işte. kıbrıs'ın sıcağına üzerimde hücum yeleği, altımda botlarla falan sucuk gibi terliyor belki bedenim ama ruhum rahmetli tavutta rovasatanın "bir tercih(!) yapmadan önce yazıp yadigar bıraktığı o entryde bahsettiği kedicik gibi ıslak; sahilde yanlız ve üşüyor.

    dayanamıyorum be, dayanamıyorum artık. allah belamı versin dayanamıyorum....

    --- alıntı ---

    hayallerinin gercekleşebilirlik derecesini sorgulamaya başlayıp,acı gerceklerle karşılaştığın anda iki seçenekle burun buruna gelirsin.ya elde bir şırıngayla olabildiğince derin ve serin bir bank seçmek kendine,ya da bulunduğun mahalleden,şehirden ve hatta mümkünse gezegenden siktir olup gitmek...
    tercihimiz hangi yönde olur bilinmez ama bir tercih yapmak zorunda olduğumuz aşikar durumda iken,
    elinizde kınayla seyredin olası tercihi..

    --- alıntı ---

    (bkz: galatasaraylılar ölür galatasaraylılık ölmez)
App Store'dan indirin Google Play'den alın