• 248
    biraz da divan şiirinden, beyitlerden gidelim.

    tâc-ı fâğfûra değişmezler sifâl-i köhneyi
    câm-ı meyden geçmeyüp serden geçen serhoşlar
    (şarap içmeden serden geçen sarhoşlar(gönül ehli olanlar) eski, topraktan yapılmış testiyi çin'in meşhur parlak tâcına, kıymetlerine değişmezler.)
    koca râgıp paşa

    tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
    evvel giden ahbâba selâm olsun erenler
    (ezel meclisinde elbet tekrar kavuşuruz, önceden giden kardeşlere selam olsun erenler.)
    yahyâ kemâl beyatlı

    meydâna geldi na'ş-ı rakîb-i nemîme-sâz
    kıldum huzûr-ı kalb ile ömrümde bir namâz
    (arabozucu rakibin cenazesi meydana geldi, ömrümde kalp huzuru ile bir namaz kıldım.)
    sâbit

    nice ecelden kaçuban işret kovasın dün ü gün
    uş iletürler çeke çeke "innâ ileyhi râci'ûn"
    (niye bu kadar ecelden kaçıp gece gündüz yeme içme, yaşama peşinde koşarsın? işte sonunda seni de "muhakkak ki o'na dönücüleriz" diye diye toprağa iletirler.)
    şeyyâd hamza

    geçme nâmerd köprüsünden ko aparsın su seni
    yatma tilki gölgesinde ko yesin arslan seni
    (nâmerdin köprüsünden geçme, bırak su alsın seni götürsün. tilki gölgesinde yatma, bırak aslan seni yesin.)
    selîmî (yavuz sultan selim)

    vuslat gülüne ermez elim pes nicesi ben
    bunca tahammül eyleyem ol hâre ey sabâ
    (vuslat gülüne elim ulaşmaz. öyleyse ey seher yeli, ben o dikene ne zamana kadar tahammül edeyim?)
    ahmedî

    dilâ meyl etme vasl-ı dilrübâya
    hevâ-yı saltanat düşmez gedâya
    (ey gönül! sevgiliye kavuşmaya çalışma. dilenciye, fukaraya saltanat arzusu yakışır mı?)
    bâkî

    baht uyansa hâba varsa dîde-i bîdârımız
    düşde bârî gayrdan tenhâ düşürsek yârimiz
    (bahtımız uyansa da uykusuz gözlerimiz uykuya varsa. belki öylece sevgiliyi rüyada başkalarından ayrı, tek başına görebiliriz.)
    nef'î

    bir gûne zevk-yâb-ı gam-ı firkat olmuşuz
    kim yâre hasretiz demeğe hasret olmuşuz
    (ayrılık gamından öyle zevk alır olmuşuz ki yâre hasretiz demeye hasret kalmışız.)
    nâbî

    bülbüller öter güller açık şâd gönül yok
    hîç böyleligin görmemişüz fasl-ı bahârun
    (bülbüller ötüyor, güller açıyor ama sevinçli gönül yok; bahar mevsimini daha önce hiç böyle görmemiştik.)
    şeyhülislâm yahyâ

    âdem ne denlü şîr-dil olsa şikâr olur
    itse kaçan nigâh gazâlâne gözlerün
    (insan aslan yürekli bir avcı olsa da senin ceylan gözlerin ne zaman kendisine baksa av olur.)
    şeyhülislâm yahyâ

    dikkatler ile seyrederiz yâri serâpâ
    görmez mi idik biz de eğer olsa vefâsı
    (yâri baştan ayağa dikkatle seyrederiz; eğer vefası olsa görmez miydik?)
    bâkî

    getürdün ey dil-i âvâre sîneye bir bir
    ne denlü gussa vü gam varsa âşinâ diyerek
    (ey âvâre gönül; ne kadar gam ve keder varsa, tanıdık diyerek bir bir sîneye getirdin!)
    şeyhülislam yahya

    iftirâkınla efendim bende tâkat kalmadı
    yekpâre oldu bu dil, aşkta muhabbet kalmadı
    o kadar yandırdı ben bîçâreyi hükm-i kazâ
    giryeden hîç hazret-i yâkûb’a nevbet kalmadı
    (efendim; ayrılığınla bende takat kalmadı; bu gönül tek parça oldu, aşkta muhabbet kalmadı; allah'ın evvelceden verdiği hükümler ben çaresizi o kadar yandırdı ki ağlamaktan hazret-i yakup'a hiç sıra gelmedi.)
    sultan i. ahmed (bahtî)

    aşkı ko dursun gönlünde mecâzî ise de
    şîre-i engûr hum içre durarak bâde olur
    (aşk, mecazi olsa bile bırak gönlünde dursun, şöyle ki; üzüm suyu, küpün içinde dura dura şarap hâline gelir.)*
    sabrî

    lehv-i çihremde okımağa hikâyât-ı gamı
    giceler subha değin şem' tutar âh sana
    (geceler, yüzümdeki gam hikâyelerini okumak için sana sabaha kadar mum tutuyor.)
    necâtî bey

    gel berü ey aşk-ı dilberden kerâmet isteyen
    az mıdur bu kim kişiye ölmeği âsân ider
    (ey sevgilinin aşkından keramet görmek isteyen; beri gel, o sevgilinin ölmeyi kolaylaştırması az şey mi?)
    necâtî bey

    bahr isen de katre-i nâçiz göster kendini
    gönlüne gir ey gönül ol goncenin şeb-nem gibi
    (deniz bile olsan kendini değersiz bir damla gibi göster. ey gönül, çünkü goncanın gönlüne yalnızca çiy tanesi girebilir.)
    şeyhülislam yahyâ

    bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
    bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan
    erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar
    rencide olur dîde-i huffâş ziyâdan
    (gökten yağmur yerine mücevher yağsa bahtsız birinin bahçesine bir damlası bile düşmez. yarasanın gözü ışıktan nasıl rahatsız oluyorsa; kusurlu olanlar da kemâl ehlini çekemez.)

    ziya paşa

    biri biriyle müjgân safları gavgâya girmişdir
    nigâh-ı gamze gûyâ sulh içün araya girmişdir
    (kirpik safları birbiriyle kavgaya tutuştuklarında gözün bakışı sanki barış için araya girdi.)
    nedîm

    ömrüm oldukça güzel sevmeyeyim derdim lîk
    nideyim bu dil-i şeydâ beni yalân etti
    yine bir şûh-ı cefâ-pîşe güzel cânânın
    uğrun uğrun bakışı gönlümü talân etti
    (ömrüm boyunca artık güzel sevmeyeyim diyordum ama bu deli gönül beni yalan çıkardı. yine bir zalim sevgilinin hırsız bakışı gönlümü talan etti.)
    bâkî

    hâl-i siyeh miyân-ı dü ebrû-yı yârda
    şehbâz-ı hüsndür ki per açmış şikâr arar
    (sevgilinin iki kaşının ortasındaki siyah ben, güzelliğin avcı kuşudur ve kanatlarını(sevgilinin kaşlarını)* açarak kendine av arar.)
    neşâtî

    tok olanlar bilemez çektiğini aç kalanın
    sırtı pek kimseye ahvâl-i şitâ yaz görünür
    (tok olanlar, aç kalanın çektiğini bilemez; sırtını sağlama almış birini kış mevsiminin halleri bile yaz gibi görünür.)
    sâmî

    dedim cânâ niçin zârım işidip şefkat etmezsin
    dedi bülbül figân ettikçe gül handân olmaz mı
    (dedim: ey sevgili, ağlayıp inleyişimi duyup da niçin şefkatli bakmıyorsun? dedi: bülbül ağladıkça gül gülmez mi?)
    ahmed-i mecbûr

    cânân gide rindân dağıla mey ola rizân
    böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
    (sevgili gidecek, sarhoşlar dağılacak, şarap yere akacak... böyle gecenin seherinde hayır umulur mu?)
    ziyâ paşa

    gezme ey gönlüm kuşu gâfil fezâ-yı ışkda;
    kim bu sahrânun güzer-gehlerde çok sayyâdı var...
    (ey gönül kuşum, aşk göğünde dalgın dalgın gezme; çünkü bu çölde yer yer birçok avcı var.)
    fuzûlî

    güneşin zerre kadar kadrine noksân gelmez
    eylese nûr-ı cihân-tâbını huffâş inkâr
    (yarasa, güneşin cihanı aydınlatan nurunu inkâr etse de bundan güneşin kudretine zerre kadar noksanlık gelmez.)
    bâkî

    habîb eşiği rakîbe şeref verirdi velî
    çemende gezmeğile zâğ andelîb olmaz
    (sevgilinin civarında gezmek rakibe belki şeref verirdi ama karga bahçede gezerek bülbül olamaz.)
    necâtî bey
App Store'dan indirin Google Play'den alın