• 3413
    normal şartlarda maçları kuzey; endüstriyel adıyla pegasus; tribününde izlerim. yalan yok, tezahüratın başladığı, stadın yönlendirildiği tribünde olmayı hep sevdim. belki de öyle alıştığım için olan bir şey sadece, belki de üç maç üst üste batı tribününde olsam otura otura maç izleyip sakin sakin doksan dakikayı noktalamak daha cazip gelecek; kefil olamıyorum kendime bu konuda. her neyse; sami yen'in son zamanları "bu takım elbet düzelecek, bu takım düzelince bunlar da bir ivme yakalayacak, şartlar biraz zorlayacak ve düzelme eğiliminde olacaklar. öyle olmalılar." diye düşünmüştüm ultraslan için. o nedenle de tercihimi kuzey tribününden yana kullanmıştım. sonra onlar da iyiden iyiye cozuttular ya, şimdi anlatmaya niyetlendiğim mevzu onlar ile alakalı değil. en azından genel hatları onlardan bağımsız durumlar ile alakalı.

    bugün maçları birlikte izlediğim yakın bir arkadaşımın bir abisi aradı biz stada girdikten hemen sonra. "iki kişilik yerim var, atlayın gelin arkadaşınla." demiş. biz de bin bir zahmet tekrar çıktık stattan, tuttuk batı vip girişinin yolunu. ben öğrenci adamım, öyle yakın gelecekte pek de kolay değil loca, vip falan görmem. bunu da görmedik demeyelim dedik, gitmiş bulunduk. bilmeyenler, tahmin edebilen ama daha önce duymamış olanlar için söyleyeyim; stadın o bölümü tribün falan değil arkadaşlar. stadın o bölümü, restorant, plaza, toplantı salonu vs. sami yen'de bir antep maçı hatırlarım ben, sekizinci olduğumuz sezon; beş bin kişi falan ya vardık ya yoktuk o maçta, bileğimize kadar karın içine giriyordu ayaklarımız statta. bugünse; içeride öyle optimal bir ısı vardı ki; montumu çıkarmadığım için terlemeye başladım. açık büfedeki kim bilir kaç çeşit yemekten tatmadım ama maçın başlamasına üç dakika kalana kadar tribünde oturacağımız yere on beş adım uzaklıktaki sıcak ve tribün standartlarına göre oldukça rahat masamızda kahve içtim. oysa biz; her maç başlama saatinden en az bir-bir buçuk saat önce statta olmak zorunda hissediyoruz kendimizi. yanlış anlamayın; öyle bitmek tükenmek bilmez bir arma aşkından ötürü değil, stadın karşısındaki otopark girişi-çıkışı oldukça zor bir yapı, nispeten iyi bir yere park etmek ehemmiyetli bir mevzu bu nedenle. haliyle o plastik koltukların orada en az bir saat ayakta dikiliriz, çayımızı da orada içeriz, yedi buçuk liraya aldığımız kaşarlı simitimizi de orada yeriz. sırf bu yüzden iyi dostluklar da kurduk bizim gibi olanlarla. bir buçuk saat maç, en az bir saat de maç öncesi; kafadan iki buçuk saat ayakta dikiliyoruz her maç. bazı maçlarda bu süre dördü, beşi görüyor. ayakta yiyip ayakta içiyoruz, tuvalete giderken takım elbise giymiş cici cici hostes kızlarla karşılaşmıyoruz, klozetlerin kapağına sıçacak kadar barzo tiplerle omuz omuza çekiyoruz vs. haliyle stada girdikten sonra çıkana kadar tam bir konfor içerisinde vakit geçiren ve bunun için hatrı sayılır paralar ödeyen müşteriler biraz beklenti içerisine giriyorlar. çünkü para bir çok şeyi satın alır. çünkü o adam oraya bir takım başarılara ortak olmak için para vermiş. çünkü o adam orada antik roma'da kolezyonda cariyelerin elinden üzüm yiyerek favori dövüşçüsünü seyreden soylunun mirasçısı. çünkü o adamın parası var, cefa çekmesine gerek yok. çünkü o adam bir müşteri, para ödediği firmaya karşı aidiyet duygusu hisseden ve iyi de kazandıran ideal bir müşteri. haliyle ayıplı mal sunulursa kendisine; bu onu çok sinirlendirir. sinirlendirdi de. kalktı oldukça yumuşak, kıçını zerre ağrıtmayan, ergonomik olarak üzerinde iyi düşünülmüş koltuğundan; ve ıslıkladı ceyhun gülselam'ı. zaten devre arasında yediği parmesan peynirli makarna ve havuçlu kek, içtiği çaya rağmen sindirim sistemini zorlamıştı; olacak iş miydi onun üstüne bir de bu?! hani, nerede kaldı müşteri memnuniyeti? müşteri daima haklıdır!

    evet, benim gözlemlerim bu yönde. gönül ister ki; icabında ayağa kalkıp bağıra çağıra marşlar söyleyen, ama genel olarak herkesin aynı nezih koltuklarda yayıla yayıla oturup keyifle maç izlediği, hem devre arasında açık büfeden bilmem ne ile marine edilmiş kuşbaşı ve italyan usulü egzantirik makarna yediği, hem de hata yapan oyuncuyu ıslıklamak yerine alkışlayarak yüreklendirdiği, hem takımına para kazandırıp hem de gerçekten "bu takım, bu forma, bu arma, bu renkler, bu oyuncular benim ulan!" diyecek hassasiyet ile hareket edecek bir taraftar profili oluşsun. lakin; böyle bir profil yok, müşteri profilimiz var bizim. gürültücü ve varoş, az kazandıran müşteriler- şikayetçi ve elit, çok kazandıran müşteriler.

    müşterileşiyoruz!

    not: canlı izlediğim 100 maçın 95ini kale arkasından izlemiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; rahat bir koltukta oturarak, dertsiz tasasız beslenip sıçabileceğini bilerek maç izlemek gerçek anlamda çok cazip. zehirlendim resmen!
App Store'dan indirin Google Play'den alın