239
bir gün önce olan güzel, kupkuru havanın değiştiği, soğuk bir gündü. ilk maç 1-1 bitmişti, deplasmanda golümüz vardı. üstelik avrupa maçlarında kendimize güveniyorduk bu sene, bir şekilde olacaktı. o kupa ülkemize girecekti, o köprüyü geçip anadolu yakasına gidecekti, biz de köprünün bir ucundan diğer ucuna getiriverecektik geriye sadece. finale billet bulmasak da olurdu, zaten tatil olan 19 mayıs günü tüm gün once istiklal'de, galatasaray'da, sonra mecidiyeköy'de sonra da kadıköy'de formalarımızla gezmeyi hayal ediyorduk.
evden çıkmadan önce, akşam stadın önünde buluşacağım kardeşimin " içimde heyecan yok abla, bir garibim" deyişine takıldım zira bende heyecan ve de tuhaf bir his vardı, tabii her zamanki totem yapıp dışa vurmuyordum. maçı 4 kişi izleyecektik tribünde, sevgili gsuserların yanından in 99 we trust ile ayrılıp yerimizi almaya geldiğimizde yaşadığımız aksilik sanki kötü olayların da başlangıcı idi, o ayrı düşüp yeni açıkta kalmıştı bense eski açık'ta yalnızdım çünkü yanımda olması gereken kardeşim ve arkadaşımla ayrı düşmüştük, eski açık'ta en tepeye geçmiş elimde telefon birilerini bulmaya çalışıyordum ama maçın başlamasına sadece 4-5 dakika vardı, tribünde birini bulmayı bıraktım, yer değiştirmek mümkün değildi, bu maçı yalnız izleyemem diyordum. herkeste bir neşe vardı, sanki herkes birbirini tanıyor gibiydi o gün. artık yalnız olduğumu kabullendiğim anda öndeki bir tribüncü "şurda sarı bir çocuk var, telefonla birini arıyor, size benziyor" dedi ve o an bir parça rahatladım, resmen insanlar tünel açıp kardeşimin yanında yer almamı sağladılar, o oluşmuş tribün kültürüne minnet duydum, gözlerim ıslandı.
nitekim bizler şanslıydık, diğer arkadaşımızı da tüm tribünün yardımı ile yanımıza aldık, başladık şarkılar söylemeye. penaltı oldu, ben hala in 99 we trust nerde kaldı, acaba ne yapıyor diye tuhaf haldeydim, bir türlü ona ulaşamamıştım telefonla. belki de o sevinemeyen garip halimi bu yaşadığım gerginliklere vuruyordum, resmen gole sevinmemiştim adam gibi. ikinci golde ise "bitti bu iş" diyemedim ama ben yine maç öncesi üzüldüğüm için böyle hissediyorum diyordum kendi kendime. birazdan maç bitecek, çıkışta yaşadıklarımıza gülecek ve çeyrek finali bekleyecektik. ilk golü yediğimizde ise hislerim bordo maçında son dakikaya kadar hissettiğimiz "o gol gelecek" hissinden farklı idi, hemen peşinden 2. golü yiyeceğimizi ordaki 17.000 kişi gibi ben de biliyordum, üstelik koskoca bir yarım saat gol atamayacağımızı da biliyordum. tribünde ilk kez bu kadar üzülmüştüm ve tv karşısındakinden çok daha acı olduğunu anlamıştım. o buz gibi sessizlik, herkesin kendi kendine ettiği küfürler. "gerçekleri tarih yazar, tarihi de galatasaray" tezahuratının suskunluğa dönüşü. maç çıkışı teselli için duymayı en çok sevdiğiniz sesin de en az sizin kadar tükenmiş halini duymak.
"bazen sevinç bazen keder senin sevgin ömre bedel galatasaray" deyip acı hatıralara ekleyiverdik işte.
evden çıkmadan önce, akşam stadın önünde buluşacağım kardeşimin " içimde heyecan yok abla, bir garibim" deyişine takıldım zira bende heyecan ve de tuhaf bir his vardı, tabii her zamanki totem yapıp dışa vurmuyordum. maçı 4 kişi izleyecektik tribünde, sevgili gsuserların yanından in 99 we trust ile ayrılıp yerimizi almaya geldiğimizde yaşadığımız aksilik sanki kötü olayların da başlangıcı idi, o ayrı düşüp yeni açıkta kalmıştı bense eski açık'ta yalnızdım çünkü yanımda olması gereken kardeşim ve arkadaşımla ayrı düşmüştük, eski açık'ta en tepeye geçmiş elimde telefon birilerini bulmaya çalışıyordum ama maçın başlamasına sadece 4-5 dakika vardı, tribünde birini bulmayı bıraktım, yer değiştirmek mümkün değildi, bu maçı yalnız izleyemem diyordum. herkeste bir neşe vardı, sanki herkes birbirini tanıyor gibiydi o gün. artık yalnız olduğumu kabullendiğim anda öndeki bir tribüncü "şurda sarı bir çocuk var, telefonla birini arıyor, size benziyor" dedi ve o an bir parça rahatladım, resmen insanlar tünel açıp kardeşimin yanında yer almamı sağladılar, o oluşmuş tribün kültürüne minnet duydum, gözlerim ıslandı.
nitekim bizler şanslıydık, diğer arkadaşımızı da tüm tribünün yardımı ile yanımıza aldık, başladık şarkılar söylemeye. penaltı oldu, ben hala in 99 we trust nerde kaldı, acaba ne yapıyor diye tuhaf haldeydim, bir türlü ona ulaşamamıştım telefonla. belki de o sevinemeyen garip halimi bu yaşadığım gerginliklere vuruyordum, resmen gole sevinmemiştim adam gibi. ikinci golde ise "bitti bu iş" diyemedim ama ben yine maç öncesi üzüldüğüm için böyle hissediyorum diyordum kendi kendime. birazdan maç bitecek, çıkışta yaşadıklarımıza gülecek ve çeyrek finali bekleyecektik. ilk golü yediğimizde ise hislerim bordo maçında son dakikaya kadar hissettiğimiz "o gol gelecek" hissinden farklı idi, hemen peşinden 2. golü yiyeceğimizi ordaki 17.000 kişi gibi ben de biliyordum, üstelik koskoca bir yarım saat gol atamayacağımızı da biliyordum. tribünde ilk kez bu kadar üzülmüştüm ve tv karşısındakinden çok daha acı olduğunu anlamıştım. o buz gibi sessizlik, herkesin kendi kendine ettiği küfürler. "gerçekleri tarih yazar, tarihi de galatasaray" tezahuratının suskunluğa dönüşü. maç çıkışı teselli için duymayı en çok sevdiğiniz sesin de en az sizin kadar tükenmiş halini duymak.
"bazen sevinç bazen keder senin sevgin ömre bedel galatasaray" deyip acı hatıralara ekleyiverdik işte.