208
hayatında hiç hegel okumamış ve diyalektikten hiç anlamayan kimi art niyetliler tarafından ciddi anlamda itibar kaybettirmek için, entryleri didik didik edilerek eleştirilen yazar.
hayatın kendisi zaten bir çelişkiler bütünü. dün öyle düşünmüşsem, bugün farklı düşünürüm. buna kim mani olabilir, hayatın akışına kim karşı gelebilir. belki totem yapıyorum, olumsuz düşünüp de tersi olursa daha çok seviniyorum. belki karamsar bir yapım var ve hep bardağın boş tarafını görüyorum, işler yolunda gittiğinde ise mutluluğum tavan yapıyor. size ne ulan bunlardan, kimsiniz ki ve hangi ehliyetle karışıyorsunuz yazdıklarıma.
küçüklüğümden beri en uç seviyelerin adamı oldum. hiçbir şeyi beğenmedim, her şeyde bir kusur buldum şimdiye kadar. evet entelektüelim, üzerime de adam tanımıyorum. deminden edouard manet'in "the luncheon on the grass" isimli tabosunu neden bu kadar sevdiğimi düşünürken erotik düşler kuruyordum. adını bile duymadıklarından emin olduğum william faulkner'ın tüm eserlerini hatim ettim. amerika'nın güney eyaletlerini, centilmence nasıl içki içilip de züppelik yapıldığını ondan öğrendim. yani rednecklerle oturup viski yudumlasam sırıtmam. maçaları sıkıyorsa denesinler bakalım okumayı faulkner'ı.
avam topluluklar çadır tiyatrosu yapan şebeklere gülerken ben tennessee williams'ın ihtiras tramvayı'na biniyor, sırça kümes'e hüzünleniyordum votkamı pet şişeden yudumlarken.
paul eluard, arthur rimbaud ve louis aragon'dan şiirler okuyup, turgut uyar, özdemir asaf ve cemal süreya'ya haklarını teslim ediyordum.
andrei tarkovski, robert bresson, federico fellini ve robert altman en sevdiğim yönetmenlerdi. keşke hayat amarcord gibi olsaydı bana, zira matureleri de çok seviyordum.
vedat milor ile yarışacak bir damak zevkine haizim ayrıca. kimsenin midesinin almayacağı tadları, ancak elit damaklara hitap eden, birçokları tarafından yine adları bile bilinmeyen yiyecekleri indireli çok oldu mideye.
burada saymadığım kadar çok da bilgi birikimine sahibim evelallah, şimdiye kadar tevazuyu elden bırakmadık ama apaçiler mecbur ettiler beni bunları yazmaya.
velhasıl diyorum ki çakma profesörleri genel kültürümle yalar, kurutuncuya kadar da emerim. charles bukowski'ye de selamı çakarım bu vesileyle.
hayatın kendisi zaten bir çelişkiler bütünü. dün öyle düşünmüşsem, bugün farklı düşünürüm. buna kim mani olabilir, hayatın akışına kim karşı gelebilir. belki totem yapıyorum, olumsuz düşünüp de tersi olursa daha çok seviniyorum. belki karamsar bir yapım var ve hep bardağın boş tarafını görüyorum, işler yolunda gittiğinde ise mutluluğum tavan yapıyor. size ne ulan bunlardan, kimsiniz ki ve hangi ehliyetle karışıyorsunuz yazdıklarıma.
küçüklüğümden beri en uç seviyelerin adamı oldum. hiçbir şeyi beğenmedim, her şeyde bir kusur buldum şimdiye kadar. evet entelektüelim, üzerime de adam tanımıyorum. deminden edouard manet'in "the luncheon on the grass" isimli tabosunu neden bu kadar sevdiğimi düşünürken erotik düşler kuruyordum. adını bile duymadıklarından emin olduğum william faulkner'ın tüm eserlerini hatim ettim. amerika'nın güney eyaletlerini, centilmence nasıl içki içilip de züppelik yapıldığını ondan öğrendim. yani rednecklerle oturup viski yudumlasam sırıtmam. maçaları sıkıyorsa denesinler bakalım okumayı faulkner'ı.
avam topluluklar çadır tiyatrosu yapan şebeklere gülerken ben tennessee williams'ın ihtiras tramvayı'na biniyor, sırça kümes'e hüzünleniyordum votkamı pet şişeden yudumlarken.
paul eluard, arthur rimbaud ve louis aragon'dan şiirler okuyup, turgut uyar, özdemir asaf ve cemal süreya'ya haklarını teslim ediyordum.
andrei tarkovski, robert bresson, federico fellini ve robert altman en sevdiğim yönetmenlerdi. keşke hayat amarcord gibi olsaydı bana, zira matureleri de çok seviyordum.
vedat milor ile yarışacak bir damak zevkine haizim ayrıca. kimsenin midesinin almayacağı tadları, ancak elit damaklara hitap eden, birçokları tarafından yine adları bile bilinmeyen yiyecekleri indireli çok oldu mideye.
burada saymadığım kadar çok da bilgi birikimine sahibim evelallah, şimdiye kadar tevazuyu elden bırakmadık ama apaçiler mecbur ettiler beni bunları yazmaya.
velhasıl diyorum ki çakma profesörleri genel kültürümle yalar, kurutuncuya kadar da emerim. charles bukowski'ye de selamı çakarım bu vesileyle.