1874
1 senedir belki bizlerce ucuz olarak görülse de, özellikle kendi taraftarları nezdinde fazlasıyla kabul gören ve inanmaya hazır bir kalabalığı rahatça yönlendirebildilkleri bir pr ya da daha doğru bir ifade ile halkla ilişkiler politikası var fenerbahçe’nin.
tamamen yaptıkları pisliğin üzerini örtmek, haksız çıkar sağlayanın fenerbahçe değil, tam tersi, üzerinden haksız çıkar sağlananın fenerbahçe olduğu vurgusunu yapmak amacıyla uyguladıkları bir politika.
en başından beri başta ali koç, nihat özdemir, murat özaydınlı hatta beden eğitimi hocası kılıklı teknik direktörleri neyin ne olduğunu, ne bok yediklerini çok iyi biliyorlar. koskoca tarihlerine böyle bir lekenin sürülmesindense, iyi bir organizasyon ve pr çalışması ile beraber her şeyi inkar etmenin ve kendilerine komplo kurulduğu düşüncesini yaymanın daha doğru olduğunu düşündüler.
bu politikalarının 3 tane temel ayağı vardı. bir fenerbahçe’ye komplo kurulduğu vurgusuydu. iki biz temimiz vurgusuydu, zaten bunu ortaya koyamadıkları anda ilk vurguları da otomatik olarak boşa çıkacaktı. üçüncüsü ise birinci ayaktaki iddialarını temellendirecek ve “neden” sorusuna cevap olacak delillerin ortaya koyulmasıydı.
birinci aşamada şuçlu değil mağdur vurgusunu türkiye'nin gerçekleri üzerinden kullanmaya çalıştılar. 3-4 sene boyunca suçunu dahil bilmeden içerde tutuklu kalan bir dolu insanın yattığı ülkedeki adaletsizliği silah olarak kullandılar. herkesin aklının bir köşesinde şüpheli konumunda olan hükümet/cemaat olgusunu merkeze koydular. kendilerine bu merkezlerce komplo kurulduğu iddiası bu ülkede tutabilirdi, nitekim çoğu insan tarafından kabul gördü.
ikinci ayakta birinci aşamayı taçlandırmak için haklarında ortaya atılan şike iddialarını çürütmeleri gerekiyordu. eğer haklarındaki iddiaları yalanlayabilirlerse kendilerine oyun oynandığına daha fazla kişiyi inandırmaları çok daha kolay olacaktı. işin beklide en zor kısmıydı bu. kendilerinin internet sitelerinden, satın almış oldukları kalemlerin yazılarından yayılmaya çalışılan kadar umut verici ifadeler kadar iç açıcı değildi yaptıkları savunmalar. tarlaların sürülmesi, dikimler, inşaatlar için, insanın kıçıyla bile gülmeyeceği savunmalara imza attılar. ama nedense içinde inşaat ya da dikim geçen cümleler de aynı zamanda futbolcu isimlerinin ne aradığını açıkla(ya)madılar. yine de medyada ki paralı kalemleri ve kendi internet siteleri aracılığıyla yaptıkları duygu sömürüsüne dayanan söylemleri en azından kendi taraftarlarını kandırmalarına yetti. zaten en başında söylediğimiz gibi inanmaya hazır bir topluluk vardı karşılarında ve onları elde etmek çok zor değildi.
üçüncü ayak ise fenerbahçe camiasına neden komplo kurulmak istendiğine ilişkin inandırıcı gerekçeler ortaya konulmasındaydı. 2011 temmuz’unda ilk tutuklamalar başladığında aziz yıldırım’ın hatta serdar adalı’nın aldıkları nato ihalelerinin çalık grubunun himayesine geçmesi için bu denli bir oyun oynandığı söylendi. bu isimlerin (aziz ve serdar) ağzından böyle bir şeyin söz konusu olmadığı açıklanınca iddia da düşmüş oldu.
bundan sonra ise hafif siyasi/politik bir tavırla atatürk’ü ve atatürkçülüğü kullandılar. 4-5 senedir atatürkçü olan kişi ve kurumların itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bir ülkede, bu durumu kendilerine kalkan yaptılar. bu yüzden öncelikle kendilerine atatürkçü bir misyon yüklemeye çalıştılar. hatta o kadar ileri gidildi ki bu konuda, aziz yıldırım savunmasında bile neredeyse fenerbahçe’nin atatürk’ün ilke ve düşünceleri doğrultusunda kurulup hareket ettiği algısını yaratmaya çalıştı. tabi bu iddialarını desteklemek için en basit ayrıntıları dahi kaçırmadılar.
örneğin 2011 yılına kadar hatırlamadıkları ama ne hikmetse şike soruşturmasıyla beraber parlatmaya çalıştıkları general harrington kupası. 1923 haziran ayında cephe savaşının dahi kalmadığı bir ortamda, lozan barış konferansı devam ederken ve ingilizler istanbul’dan ayrılmaya hazırlanırken işgalci bir ingiliz komutan onuruna düzenlenen kupayı almalarını türk sporunun en şanlı sayfası olarak nitelendirmeye çalışmaları aslında kendilerine milli bir anlam katma çabasındandı. aynı şekilde fenerbahçeli futbolcuların kurtuluş savaşı sırasında anadolu’ya silah kaçırdıkları olgusunu sık sık dile getirmeleri vs.
ayrıca en başından beri bir politika olarak uygulanmasa da taraftarları tarafından sürekli bu doğrultuda öne çıkarılan bir galatasaray düşmanlığı söz konusu oldu. özellikle kendilerine yükledikleri milli ve atatürkçü misyonu, galatasaray’a atmaya çalıştıkları çamur ve yalanlar üzerinden taçlandırmaya çalıştılar. bir osmanlı hükümdarı tarafından kurulan galatasaray lisesi’ne fransız lisesi diyerek, kendi kurucularının st. joseph (ki bir fransız misyoner okuldur) ve galatasaray lisesi kökenli olduğunu görmezden gelip “biz sizin gibi fransız tohumu değiliz” gibi eblek ifadeler kullanarak yaptıkları dezenformasyon bu örneklerin en küçüklerindendir.
yine temelsiz ve dayanaksız bir şekilde galatasaray ile cemaat/hükümet ilişkisi yaratmaya çalıştılar. cemaate olan sempatisini kendi ağzıyla dile getiren eski takım kaptanlarını ne hikmetse bağırına basan ancak galatasaray’a nedendir bilinmez cemaat takımı vurgusu yapan, yine galatasaray’ı stat üzerinden hükümet yalakası ilan ederken, kendi yönetim kurulunun akp kadıköy ilçe teşkilatı gibi olmasını görmezden gelenlerce dile getirilen ufak ama mide bulandıracak derecede mantık yoksunu ifadelerdi bunlar.
özet olarak kendilerine komplo kurulduğu vurgusunu, aslında olmayan ve asla da olamayacak bir atatürkçülük misyonu yüklenimi ile açıklamaya çalıştılar. bu ülkede birilerinin birçok atatürkçü’ye yaptıkları gibi kendilerine de yani kendi deyimleri ile yıkılmayan son kaleye de operasyon düzenlediğini iddia ettiler. tabi ki bu iddiaları da kendilerine inanmaya hazır olan kitle tarafından hemen kabul gördü. en başından beri uyguladıkları ve bence her aşamasında yeterince falso verdikleri halkla ilişkiler çalışması ne kadar boş olursa olsun en azından 25 milyonluk fenerbahçeli kitlesinin büyük bir bölümünü ele geçirmelerine yetti.
bundan sonra yargıtay haklarında verilen mahkeme kararını onasa dahi en başından beri kurdukları kurgu ve oyunun bozulacağına ve bu oyunu oynamaya hevesli hatta buna ihtiyacı olan taraftarlarının doğruyu ve gerçeği göreceklerine ihtimal bile vermiyorum. yine twitter/facebook ve diğer sanal ortamlarda bu arkadaşların saçma sapan edebiyatlarına şahit olurken diğer taraftan gazete ve televizyon köşelerinde bunların satılık kalemlerinin her zaman olduğu gibi yine yalan ve dolan ile ekmek yediklerine şahit olacağız.
tamamen yaptıkları pisliğin üzerini örtmek, haksız çıkar sağlayanın fenerbahçe değil, tam tersi, üzerinden haksız çıkar sağlananın fenerbahçe olduğu vurgusunu yapmak amacıyla uyguladıkları bir politika.
en başından beri başta ali koç, nihat özdemir, murat özaydınlı hatta beden eğitimi hocası kılıklı teknik direktörleri neyin ne olduğunu, ne bok yediklerini çok iyi biliyorlar. koskoca tarihlerine böyle bir lekenin sürülmesindense, iyi bir organizasyon ve pr çalışması ile beraber her şeyi inkar etmenin ve kendilerine komplo kurulduğu düşüncesini yaymanın daha doğru olduğunu düşündüler.
bu politikalarının 3 tane temel ayağı vardı. bir fenerbahçe’ye komplo kurulduğu vurgusuydu. iki biz temimiz vurgusuydu, zaten bunu ortaya koyamadıkları anda ilk vurguları da otomatik olarak boşa çıkacaktı. üçüncüsü ise birinci ayaktaki iddialarını temellendirecek ve “neden” sorusuna cevap olacak delillerin ortaya koyulmasıydı.
birinci aşamada şuçlu değil mağdur vurgusunu türkiye'nin gerçekleri üzerinden kullanmaya çalıştılar. 3-4 sene boyunca suçunu dahil bilmeden içerde tutuklu kalan bir dolu insanın yattığı ülkedeki adaletsizliği silah olarak kullandılar. herkesin aklının bir köşesinde şüpheli konumunda olan hükümet/cemaat olgusunu merkeze koydular. kendilerine bu merkezlerce komplo kurulduğu iddiası bu ülkede tutabilirdi, nitekim çoğu insan tarafından kabul gördü.
ikinci ayakta birinci aşamayı taçlandırmak için haklarında ortaya atılan şike iddialarını çürütmeleri gerekiyordu. eğer haklarındaki iddiaları yalanlayabilirlerse kendilerine oyun oynandığına daha fazla kişiyi inandırmaları çok daha kolay olacaktı. işin beklide en zor kısmıydı bu. kendilerinin internet sitelerinden, satın almış oldukları kalemlerin yazılarından yayılmaya çalışılan kadar umut verici ifadeler kadar iç açıcı değildi yaptıkları savunmalar. tarlaların sürülmesi, dikimler, inşaatlar için, insanın kıçıyla bile gülmeyeceği savunmalara imza attılar. ama nedense içinde inşaat ya da dikim geçen cümleler de aynı zamanda futbolcu isimlerinin ne aradığını açıkla(ya)madılar. yine de medyada ki paralı kalemleri ve kendi internet siteleri aracılığıyla yaptıkları duygu sömürüsüne dayanan söylemleri en azından kendi taraftarlarını kandırmalarına yetti. zaten en başında söylediğimiz gibi inanmaya hazır bir topluluk vardı karşılarında ve onları elde etmek çok zor değildi.
üçüncü ayak ise fenerbahçe camiasına neden komplo kurulmak istendiğine ilişkin inandırıcı gerekçeler ortaya konulmasındaydı. 2011 temmuz’unda ilk tutuklamalar başladığında aziz yıldırım’ın hatta serdar adalı’nın aldıkları nato ihalelerinin çalık grubunun himayesine geçmesi için bu denli bir oyun oynandığı söylendi. bu isimlerin (aziz ve serdar) ağzından böyle bir şeyin söz konusu olmadığı açıklanınca iddia da düşmüş oldu.
bundan sonra ise hafif siyasi/politik bir tavırla atatürk’ü ve atatürkçülüğü kullandılar. 4-5 senedir atatürkçü olan kişi ve kurumların itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bir ülkede, bu durumu kendilerine kalkan yaptılar. bu yüzden öncelikle kendilerine atatürkçü bir misyon yüklemeye çalıştılar. hatta o kadar ileri gidildi ki bu konuda, aziz yıldırım savunmasında bile neredeyse fenerbahçe’nin atatürk’ün ilke ve düşünceleri doğrultusunda kurulup hareket ettiği algısını yaratmaya çalıştı. tabi bu iddialarını desteklemek için en basit ayrıntıları dahi kaçırmadılar.
örneğin 2011 yılına kadar hatırlamadıkları ama ne hikmetse şike soruşturmasıyla beraber parlatmaya çalıştıkları general harrington kupası. 1923 haziran ayında cephe savaşının dahi kalmadığı bir ortamda, lozan barış konferansı devam ederken ve ingilizler istanbul’dan ayrılmaya hazırlanırken işgalci bir ingiliz komutan onuruna düzenlenen kupayı almalarını türk sporunun en şanlı sayfası olarak nitelendirmeye çalışmaları aslında kendilerine milli bir anlam katma çabasındandı. aynı şekilde fenerbahçeli futbolcuların kurtuluş savaşı sırasında anadolu’ya silah kaçırdıkları olgusunu sık sık dile getirmeleri vs.
ayrıca en başından beri bir politika olarak uygulanmasa da taraftarları tarafından sürekli bu doğrultuda öne çıkarılan bir galatasaray düşmanlığı söz konusu oldu. özellikle kendilerine yükledikleri milli ve atatürkçü misyonu, galatasaray’a atmaya çalıştıkları çamur ve yalanlar üzerinden taçlandırmaya çalıştılar. bir osmanlı hükümdarı tarafından kurulan galatasaray lisesi’ne fransız lisesi diyerek, kendi kurucularının st. joseph (ki bir fransız misyoner okuldur) ve galatasaray lisesi kökenli olduğunu görmezden gelip “biz sizin gibi fransız tohumu değiliz” gibi eblek ifadeler kullanarak yaptıkları dezenformasyon bu örneklerin en küçüklerindendir.
yine temelsiz ve dayanaksız bir şekilde galatasaray ile cemaat/hükümet ilişkisi yaratmaya çalıştılar. cemaate olan sempatisini kendi ağzıyla dile getiren eski takım kaptanlarını ne hikmetse bağırına basan ancak galatasaray’a nedendir bilinmez cemaat takımı vurgusu yapan, yine galatasaray’ı stat üzerinden hükümet yalakası ilan ederken, kendi yönetim kurulunun akp kadıköy ilçe teşkilatı gibi olmasını görmezden gelenlerce dile getirilen ufak ama mide bulandıracak derecede mantık yoksunu ifadelerdi bunlar.
özet olarak kendilerine komplo kurulduğu vurgusunu, aslında olmayan ve asla da olamayacak bir atatürkçülük misyonu yüklenimi ile açıklamaya çalıştılar. bu ülkede birilerinin birçok atatürkçü’ye yaptıkları gibi kendilerine de yani kendi deyimleri ile yıkılmayan son kaleye de operasyon düzenlediğini iddia ettiler. tabi ki bu iddiaları da kendilerine inanmaya hazır olan kitle tarafından hemen kabul gördü. en başından beri uyguladıkları ve bence her aşamasında yeterince falso verdikleri halkla ilişkiler çalışması ne kadar boş olursa olsun en azından 25 milyonluk fenerbahçeli kitlesinin büyük bir bölümünü ele geçirmelerine yetti.
bundan sonra yargıtay haklarında verilen mahkeme kararını onasa dahi en başından beri kurdukları kurgu ve oyunun bozulacağına ve bu oyunu oynamaya hevesli hatta buna ihtiyacı olan taraftarlarının doğruyu ve gerçeği göreceklerine ihtimal bile vermiyorum. yine twitter/facebook ve diğer sanal ortamlarda bu arkadaşların saçma sapan edebiyatlarına şahit olurken diğer taraftan gazete ve televizyon köşelerinde bunların satılık kalemlerinin her zaman olduğu gibi yine yalan ve dolan ile ekmek yediklerine şahit olacağız.