galatasaray’ın bu sponsorluktan kazançtan çok kaybedeceği edeceği aşikâr.
biraz uzun bir entry olacak, fikren asla birleşemeyeceğim insanlara hak verdiğim bir kaç konudan biri olduğu için sadece vicdanımla yazacağım, o yüzden şimdiden kusura bakmayın.
uluslararası insan hakları terminolojisinde bir kavram vardır;
complicity, yani “dolaylı işbirliği” veya “suça katkı”. hukuk literatüründe küresel örneklerine denk gelebilirsiniz. çok yakın zamanda rusya-ukrayna savaşında çok fazla örneğine denk geldik, küresel rus şirketlerin nasıl sistem dışına itildiğini vs.
neyse, konumuzdan sapmadan, birleşmiş milletler’in işgal altındaki topraklardaki ekonomik faaliyetleri izlemek için geliştirdiği şirket veri tabanı raporlama çerçevesi de tam olarak bu kavramın etrafında düzenlenmiştir. bm insan hakları yüksek komiserliği (
ohchr), işgal altındaki topraklarda ekonomik faaliyetlerin devlet politikalarının sürdürülmesine nasıl katkı sağlayabileceğini tartışır.
bu çerçevede mantık çok nettir. bir ülkede yatırım yapmak, üretim yapmak, istihdam yaratmak, vergilendirilmiş ticari faaliyet yürütmek, o devletin ekonomik altyapısını güçlendirir.
ekonomik güç ise, devletin hem askeri kapasitesinin, hem siyasi etkisinin, hem de uyguladığı politikaları devam ettirme kudretinin temel kaynağıdır.
dolayısıyla uluslararası hukuk açısından bile şu basit gerçek görmezden gelinmez;
bir devlet ağır insan hakları ihlalleri işliyorsa, onunla ticaret yapan her küresel aktör dolaylı veya doğrudan o devletin kapasitesinin devamına katkıda bulunmuş olur. ama bazı devletlere yaptırım uygulanamıyor tabi, o bambaşka bir konu.
bu çerçeve kişisel görüş değil; birleşmiş milletler’in kullandığı yapısal analiz yönteminin kendisidir. nitekim
whoprofits gibi küresel kabul görmüş bağımsız araştırma kuruluşları, işgal altındaki bölgelerde faaliyet gösteren şirketleri incelerken tam olarak bu mantığı temel alır.
whoprofits, coca-cola’nın israil şişeleyicisi olan central bottling company (cbc)’nin doğu kudüs’teki atarot sanayi bölgesi’ndeki dağıtım ve soğuk depo tesisleri ile işgal rejiminin ekonomik altyapısına entegre olduğunu açık biçimde listeler. yine (ohchr)’nin veritabanlarında adının geçtiği ihlalleri bulabilirsiniz.
cbc’nin bağlı şirketi
tabor winery, üzüm tedarikini batı şeria yerleşimleri ve işgal altındaki suriye golan tepeleri gibi uluslararası hukuka göre “yasadışı yerleşim” statüsünde olan bölgelerden sağlamaktadır. bu durum, bm’nin raporlama çerçevesinde “yerleşim ekonomisine ekonomik katkı” olarak değerlendirilen faaliyet türlerine yakındır.
öte yandan coca-cola israil, binlerce çalışanı olan, geniş bir tedarik zincirine hükmeden ve büyük bir global pazar payına sahip ekonomik aktördür. israil’in gazlı içecek pazarının 2024 itibarıyla yaklaşık 1,48 milyar dolar gelir elde etmektedir. bu faaliyetler, doğal olarak devletin vergi gelirlerine, ekonomik dinamizmine ve kurumsal istikrarına, %100 vergilerle gerçekleştirlen askeri operasyonlarına doğrudan katkı sağlar.
dolayısıyla şu sonuç ahlaki ve yapısal olarak kaçınılmazdır;
bir devlet uluslararası hukuku ihlal eden eylemler yürütüyorsa, hastane bombalamak, çocukları, bebekleri katletmek gibi; o devletin ekonomik sisteminde faaliyet gösteren küresel şirketler ister gıda, ister teknoloji, ister perakende fiilen o sistemin sürdürülebilirliğine katkıda bulunur.
nitekim airbnb’nin yerleşim bölgelerindeki ilanları kaldırma karşılığında çekildi. ben & jerry’s gibi bazı markalar işgal altındaki bölgelerde satış yapmayı durdurduğunu açıkladı, birkaç moda/perakende şirketi tedarik zincirlerini yeniden düzenleyerek israil bağlantılı üretimi azalttı, kimi küçük teknoloji firmaları ise kamuoyu baskısıyla israil pazarından çekildiğini duyurdu. ancak bu örnekler sınırlı, kısmi ve genellikle sembolik adımlar olup, büyük küresel şirketlerin çoğu hâlâ israil’de faaliyet göstermeye devam etmektedir.
bu mantığın coca-cola, mcdonald’s, intel, hp, nestlé, google, amazon gibi tüm küresel markalara hatta ülkelere, yönetimlerine eşit biçimde uygulanması, çifte standardı ortadan kaldırır. keşke hepsine yapılsa. burada bahsedilen şey “suçlama” değil; bm’nin ve insan hakları araştırma ağlarının yıllardır tartıştığı ekonomik sorumluluk gerçeğidir.
yani “bilmiyorsunuz” diye itham ettiğiniz insanlardan farklı değilsiniz. bir halt bildiğiniz olmadığı gibi, haddinizi de bilmiyorsunuz. bilmediğiniz bir konuyu politik düzlemden ele alıp ahkam kesiyorsunuz. galatasaray kimsenin babasının malı değil, her fraksiyondan insan, her fikir ve hayat tarzından bireyler gönül verip destekliyor. ben herkese ve taleplerine saygı duyuyorum. ama aşağılamalarına değil. ahlaki zeminde olan, sizinle örtüşmeyen bir duruşu siz taşımıyor olabilirsiniz, tercihinizdir. bireysel hayatınızda dilediğiniz kararı alıp yaşayabilirsiniz, tercihinizdir. ancak aksi de bir tercihtir. buna saygı duymayı, birbirimizi anlamaya çalışmayı öğrenmeliyiz. burada anlatılmak istenen, taraftarın böyle bir talebi olabilir, sonucu olacak/olmayacak. farkındalık uyandırabilecek ellerinden gelen tek şeyi kamuoyu gücünü kullanıyorlar insanlar.
sonuçta mesele tek bir markanın sicili değil, bu markanın adı çıkmış, ve haksız değil. bundan çok daha çıplak bir gerçek var. bir devlet çocuk öldürüyorsa, onun ekonomik düzenine entegre olan her şirket, ister içecek satsın, ister mikroçip üretsin, ister turizm hizmeti versin, o devletin kapasitesinin bir parçasına dönüşür. kimisi airbnb gibi geri adım atar, kimisi ben & jerry’s gibi satış durdurur, kimisi sessizce tedarik zincirini değiştirir; ama geriye kalanların hepsi, faaliyetleriyle aynı makinenin dişlisidir.
uluslararası hukuk buna “complicity” der; biz ise daha basit bir şey söyleriz. onu burada zikretmeye gerek yok.
çocukların öldürüldüğü bir yerde tarafsızlık yoktur. iş yapmaya devam eden herkes, her marka, her siyasi aktör israilin katliam politikalarının görünmez paydaşıdır.