bu gece hayata dair uzun uzun düşündüğüm sıradan anlardan birinde aklıma gelen eski futbolcumuz.
çok saçmaladı arda geçmişte. nefret ettirdi bir ara çoğumuza olduğu gibi beni de kendinden. defalarca konuşuldu, yazıldı, çizildi. hepiniz biliyorsunuz söz konusu olayları. hala da içinde olmaması gereken olaylarda aktör malumunuz.
bugün 30’lu yaşların ortasında bir adam. 30’tan sonra biraz değişiyor hayat, biraz oturuyor. bolca da içinize oturmaya başlıyor. ben 20’li yaşlarındaki arda’ya bugünden baktığımda gereksiz heyecanlı bir adam görüyorum. oturmamış bir karakter, etrafında gerçek sandığı bir toz bulutu görüyorum. bu bulut kimi zaman sözde dostlar, kimi zaman bolca para gibi çeşit çeşit hayat ilüzyonları. ortasında da saf, bilinçsiz, çok yetenekli, çok eğlenceli hoş sohbet gencecik bir adam. büyük hatalar yapmak için bütün şartlar olgunlaşmış yani. o da gelişine yapıştırmış.
26 şubat 2009 galatasaray bordeaux maçı’nda vurduğu top gibi şans yüzüne gülmemiş tabi her zaman. bolca kendi ağlarında da bulmuş topu.
sonra 30’lu yaşlarındaki arda’ya bakıyorum. o boş bakışlarına, anlamsız gülümsemelerine, anlamlı hüznüne bakıyorum.
socrates dergi youtube kanalı’nda sadece taktik konuşulan programda bile aynısını görüyorum. farkındasın ama değiştiremezsin ya bazen. farkındasındır ama değişemezsin ya bazen. işte onu görüyorum. kötü bir adam görmüyorum ama kesinlikle. kafasında binbir tilki gezen bir adam hiç görmüyorum. yaşamaya devam edebilmek içim yeni bir hayale kendini inandırmaya çalışan çiçeği burnunda bir teknik adam görüyorum. geçmişinde bulunan onca çer çöp içinde heybesini işe yarar ne doldurmuşum diye eşeleyen bir karakter görüyorum. ama en önemlisi hayatta ne yaptıysa en çokta kendine yapmış bir adam izliyorum.
neden görüyorum? nerden biliyorum? galiba biraz kendimden pay biçiyorum. sizde durumlar ne bilmem ama benim de bu ben miyim diye kendimi yediğim anlar var geçmişte. öyle çok büyük şeyler gelmesin aklınıza. işte karşınıza geçip anlatsam omzuma dokunup hocam olur arada öyle takma kafana geçmiş gitmiş dediğiniz şeyler. bu tür olaylar ilk yaşandığında anlamsız bir savunma mekanizması kaplar insanın içini. saçma sapan savunursun kendini kendine. ipe sapa gelmez argümanlar bulursun. biraz zaman geçer bir pişmanlık oturur tam midenin ortasına. yataktan çıkmadan geçen günler, sanki nefes almak zorlaşıyor gibi derin derin alınan nefesler. sonra, eğer yapabilirsen yaptığın hatanın seni büyütme süreci başlar. kabuğundan çıkar gibi yataktan çıkar, yaptığın hatayla yüzleşmeni tamamlarsın. ama özünde yaptığın hatanın da senin bir parçan olduğunu kabul edersin. hatalı olan, eksik olan, travmalı olan işte adına ne derseniz o tarafınızla mücadele etmenin hayatın tam da kendisi olduğunu fark etme hali gelir. kendinle olan mücadelemizden daha zor ne var bu hayatta? aklımızla, kalbimizle olan serüvenimizden daha uzun ne var? yani en azından ben bunu deneyimledim.
arda’ya da bakınca bu serüvenden çıkmış, kendine tutunmaya çalışan bir adam görüyorum işte. amacım haklı çıkarmak, savunmak falan değil kendisini. zaten benim düşüncemin önemi de yok bu hikayede. özetle kendisine hiç katılmıyorum, hiç desteklemiyorum ama en azından ucundan kıyısından bir yerlerden anlayabiliyorum sanırım. geçmişinde olan o uçarı kaçarı, patavatsız, bilinçsiz, saf çocuğu hala içinde tuttuğuna inanıyorum. ona bakıp gülüyor sanki arada kendi kendine. belki biraz da acıyor.
son söz, hayat bana tabi tutulmadığım hiçbir sınavın çıkışında elimde cevaplarla kimseye ahkam kesmemem gerektiğini öğretti. sınavdan çıkınca evde otururken daha fazla doğru yaparız hep. kim milyoner olmak ister izlerken evde daha fazla para kazanırız. ama sınava giripte tik tak işleyen saatin altında sınav kağıdı ve kendimizle yüzyüze kalınca işler sarpa sarar bazen. hayat sınavına istediğin sorudan da başlamıyorsun üstelik. allah yardımcın olsun sipsi. umarım boş değildir kağıdın.