resim
Arda Turan
Görev:Teknik Direktör
Takım:Eyüpspor
Yaş:37
Uyruk:Türkiye
  • 4676
    takim kaptanligi kimseye verilen bir unvan degildir, kaptanlik bir gorevdir.

    ''sir'' unvani gibi hayatinin sonuna kadar onunla yasayamazsin kaptansan,
    veya ''kral'' gibi babadan ogula gecmez bu kaptanlik.

    kaptanlik, sana ihityac duyuldugu icin verilmis bir gorevdir sadece.
    bu gorev en layikiyla senin yapacagin bilindigi icin sana verilmistir, sana yine. belki daha iyisi yoktu belki de en iyisi sendin, kaptansin iste.

    ama kaptan isen, dikkatli olacaksin

    mesela sinema kapatirken dusunceksin laf olur mu diye, herkes neler yapiyor ben de yaparim demeyeceksin
    veya ucak gibi arabaya binerken , dusuneceksin, ''ben kaptanim '' diyeceksin, tum bu futbol takiminin, taraftarin en onde gideneyim...

    veya sezginin yaptirdigi senin deyisinle sikindirik formaya kufrettikten sonra, o formayi giydirtmeyeceksin takimina, karabukte rezil etmeyeceksin o formayla..

    eger begenmediysen cikip soyleyeceksin '' biz bu formayla maca cikmayacagiz'' diye. sonra o formalar imha edilecek, bunu yaparsin sen , sen galatasaray kaptanisin.

    sonra da sittirip gitmeyeceksin , sen buyuksun, bizi buradan cikaracak adam da sensin, burada kalacak ve dediklerimi bana yedirteceksin cunku sen kaptansin.
  • 4678
    vurun lan bu adama. profesyonel değil deyin küfürbaz deyin özel hayatından vurun kız arkadaşından giydirin yapın lan ezin bu adamı. bu adam ezildi mi ezilen kekik gibi koku salıyor (mahalle takımının kulakları çınlasın) galatasaray kokuyor. mis gibi kokuyor. her eleştiriye insanlık dersi veriyor. vurun lan vurun da iki gram insanlık öğrenin cibilliyetsizler.
  • 4679
    http://2.bp.blogspot.com/...600/arda%2Bturan.jpg

    sevginin iyileştirici ve huzur verici bir güç olduğu söylenir. turuncular içindeki tibet rahipleri ya da en vurucu romantik romanların yazarı değildir bunu söyleyen. deneyimlerle, izlediğimiz filmlerle ya da yaşam öyküleriyle şahitlik ettiğimiz bir gerçekliktir. bahar gelir gelmez çiçeklerini açmış kiraz ağacı gibidir sevgi ile kapsanmak ve o sevgiyi duyumsamak. karanlığı yırtan bir ışık, karamsarlığı uzaklaştıran bir yelpaze, gülümseten bir devadır.

    eyvallah! klasikçe sevmek güzeldir. sevgi güzeldir. bunu tek bir kalıba sığdırmamak gerekir. sevgi deyince iki insan arasındaki özel bağlantıyı düşünmemek gerekir. sevginin birçok çeşidi var. herhangi bir insana, aileye, tutulan bir takıma, bir müzik grubuna, sanatçıya, aktöre, müzisyene, edebiyata, doğaya, hayata.. hangisine olursa olsun, bu sevgi aşırılık kazanınca beraberinde bir hastalığın geldiğini de görmek lazım. aşırılık her zaman kafa karıştırıcıdır, bozuk bir ruh halidir. psikolojik bağlamda bir hastalık olduğu söylenebilir. aşırı seven, tapan, ilgili şeye çok ama çok düşen, bir hastalık tohumunu yutmuş ve o tohumun tesiri altında yaşamaya başlamıştır bile. o noktadan sonra mantığın da yavaş yavaş kaybolduğu söylenebilir. aşırı seven, aşırı sevdiği şeyi putlaştırmıştır, merkezileştirmiştir. o olmazsa olmazıdır hayatı için.

    bir kadını aşırı seven bir erkek ya da bir erkeği aşırı seven bir kadın normallik mefhumunun ötesine geçmiştir bile. gözü ondan başkasını görmez. ondan gayri hiçbir şeyi hissetmez. hayatının anlamıdır o. onsuz bir yaşam ışığı düşünemez. hayatının en keskin ve tek ışığıdır. mantık kaybolmuştur. ne yaptığını ve ne kadar doğru olduğunun farkındalığı kaybolmuştur. onunla kapsanmak için yapmayacağı şey yoktur. gerekirse hayatında geri kalan her şeye bir set çeker. onlara olmasa da olur gözüyle bakar. gün gelir, aşırı sevginin getirdiği manyaklıkla öyle saçma sapan şeyler yapar ki, tüm bunların hepsi o anki ruh hali doğrultusunda gayet doğal gelir. hastalık bütün bedene, kalbe, ruha yayılmıştır bir zift gibi ama gerçekliktir bu onun için. normalliğin kendisidir. dışarıdan bakan mantıklı ve objektif dimağların gözlemleri, bu noktada hastalığın tüm işaretlerine hâkim olur. “ortada bir manyaklık var” çıkarımına ulaşır. aşırılık büyük oranda körlüktür çünkü. onun için o ruh haliyle gerçek olan tek şey haricinde hemen hemen her şeye kördür belki de. dedik ya, hayatın kendisidir aşırı sevdiği ve bağlandığı şey.

    bir hastalığın boyunduruğunda olduğumuzu ne zaman anlarız? onu kaybettiğimiz zaman.. işte o zaman, ne kadar mantıksız olduğumuzun farkına hemen varır mıyız? hayır. sanmıyorum. hayatın gerçekliğine ve merkezine tek bir şeyi alan insanoğlu için, kaybedilen o tek şey hayatın elden uçup gitmesi gibidir. aşırı duyarlılar için belki de bir intihar sebebidir. hayatın tek bir anlamla yüklü olamayacağını başlangıç itibariyle anlamanın imkânsızlığıdır. anlayamaz da! ölüm gibi bir şeydir onu kaybetmek. sevmek güzeldir ama aşırı sevmek ve sadece tek bir şeye bağlanmak hayatın kaybeden bireyi olmakla eşdeğerdir. bir katile bile dönüşebilirler. sadece ona sahip olmak için tüm dünyaları, yolları, insanları yakıp yıkabilirler.

    tek bir şeye aşırılıkla bağlanmak hastalıktır. hayatın merkezinde tek bir şey olmamalıdır. hayatın anlamını sadece bir insana, sadece bir insana duyulan aşka bağlamak sağlıklı bir ruh hali değildir. hayatın merkezine sadece birini almak ölüme her an hazır olmak gerekliliğidir. zayıflıktır. hayatın merkezine birçok doluluğu ve anlamları yüklemek daha gerçekçi ve mantıklı olsa da çok insansı olduğu söylenemez. çünkü bu aşırılık zaten insan olmaktan gelir. daha insansıdır. insan çok güçlü bir varlık olsa da aşırı güçlülere robot yakıştırması yaparız. insan değil bu deriz. çok güçlü olmak, bazen insan olmanın ötesine geçebilmektir derler. bunu gerekli kılar.

    bazen birçok şeyi aptalca ve mantıksızca görürüm. hayatın merkezinde ne kadar çok veri ve sonsuzluk varsa, gözlemlerimin eşik değeri o derece mantıksızlığı yakalamaya meyilli oluyor. gerçeği saf haliyle yakalıyorsunuz. bu gerçeklik bazı şeyleri daha iyi anlamanızı sağlar.

    dünyanın uzaylı tarafı barca veyahut dünyanın insansı tarafı real madrid bazılarını ilgilendirmez bile. onun için tek gerçek galatasaray’dır. dünyanın en muhteşem futbol resitali, galatasaray’ın verdiği zevki vermez bile. en kötü anlarında bile mazoşistçe zevk almayı bilirler. ne olursa olsun, en kötü anlarında bile onu izlerken heyecan yaparlar. titrerler. ateşle kapsanırlar. hep bir umudun peşinden koşarlar.

    dünyanın en iyi takımı barca’dır derler. ama sevgimizin getirdiği mantıksızlıktan olsa gerek, galatasaray’ın verdiği zevkin yanına bile yaklaşamaz onların oyunu. istedikleri kadar makine olsunlar. olaya futbol dilinden ve biraz daha mantıklı taraftan yaklaşmak istersek, sürekli paslaşmak, makine gibi bir devir tutturmak güzel. hoş. gözlere zevk veriyor. tamam da, bunların çok büyük bir kısmı rakip takımın hücum bölgesinde olmayınca, gerçek anlamda saldırgan bir atakçılıktan dem vurulamayınca, bir noktadan sonra insanın uyuyası geliyor. çünkü sistematik devir bir noktadan sonra uyuşturur. adrenalini düşürür. rakip kaleye 50. pas sonunda şut çekilecekse, insanoğlu bunu yüceltebilir ama ben bundan 11-12 yıl önceki sarı kırmızılılarının, durmaksızın sağlı, sollu, ortalı saldırgan ve sürekli atağı düşünen, rakibi bunaltan anlayışını daha heyecanlı buluyordum. bu sarı kırmızılıların dna’sının bir parçasıydı. milanlar, barca’lar, realler korkarak çıkarlardı bu sarı kırmızılıların karşısına. her babayiğidin kabullenebileceği bir şey değildi bu. bir gerçeklikti. bir heyecan fırtınasıydı. bu öyle bir güçtü ki, milan ile yapılacak karşılaşma öncesi, sarı kırmızılıların teknik hocası “rakibi küçümsememeliyiz” gibi bir ibare kullanabiliyordu. bu büyüklük, sadece renklerden gelen bir büyüklük değildi. rakip kim olursa olsun, onları boğan, sürekli rakip kale önünde cirit atan ve bana göre şimdiki barca’dan daha heyecanlandırıcı, ateşli ve yürekten oynayan bir duygunun dışavurumuydu.

    bu öyle bir sevgidir ki yeri gelince armayı öptürür. onun uğruna, bu renkler uğruna linç edilmene bile sebep olabilir. aşırı seversin, mantıksızlığa düşersin, gençliğinin getirdiği yanlışlar da yaparsın. ama en azından aşklarda linç edilmek istemezsin. milyonlar vurmaz sana. sadece tek bir insan vurur. sevdiği vurur. bir armaya duyulan aşkın, kalpten sevmelerin nihayetinde, milyonlar tarafından bu sevgin yüzünden linç edilmek istenmen sağlıklı bir ruh hali değildir. onu sevmeyenlerin hastalığıdır. ruhsuzluğudur. çekememezliğidir. hastalıklı bir ruh halidir. nefret tohumların tarafından ziftlenmişliktir.

    aşkta çok sevmek mi? aşırı sevmek her zaman mantıksızdır ve hastalıktır. bunda değişen bir şey yok. bu acı gerçeklik kabul edilmelidir. savunma mekanizmalarına hiç girmeksizin..
  • 4681
    --- alıntı ---

    galatasaray’ın önceki maçlara göre farkı arda turan’dı. sadece attığı goller değil, birlikte oynadığı culio, stancu gibi arkadaşlarıyla birlikte takımı ileri taşıdı, asıl önemlisi takımı ileride tuttu. stancu, çok beceriksizce işler yapmadı mı, yaptı. bence umut bulut’u fazla izlemesin, böyle giderse galatasaray’ın umut bulut’u olacak. gerçi olsun, umut faydalı adam. culio, kuvvetli, hızlı, istekli bir adam. geldiğinden beri tek başına savaşıyordu, sonuç alamıyordu. arda ile oynayınca çok daha verimli oynadı. dikkatli olanlar fark etmiştir, daha önce söylediklerimi destekleyen “bakın haklıydım” demek istiyorum elbette. ama haklıyım be, zorlama değil.

    arda turan. sağlıklı, formda olduğunda ve pas alıp verebileceği adamlarla oynadığında neler yapabileceğini bir kez daha gösterdi. bir kez daha, çünkü o kadar çok gösterdi ki aslında. ama sakatlık belasından oynayamayınca hepsi unutuldu gitti. milli takımda oynadığı avusturya maçı arda’nın sakatlıktan kurtulduğu ve yavaş yavaş form tutmaya başladığı zamana denk geldi. milli takımda hamit, selçuk inan, nuri şahin ile oynayan bir arda’nın galatasaray’dan daha iyi oynayacağı, daha iyi pasları daha iyi zamanlarda alacağı, sıkışınca yardımına daha çok yetenekli futbolcu geldiği bariz değil mi? vay efendim milli takımda oynuyor galatasaray’da bilerek, isteyerek oynamıyor demek için, bunların hiç birini düşünmemek gerek.
    aynı konu 66 numaralı arda turan, 10 numaralı arda turan arasında da yaşanıyor. 66 arda turan’ın daha iyi olduğunu düşünmek ki normal ve doğru elbette ama eksik. 10 numaralı arda ile 66 arasında ne fark var hiç düşündünüz mü? defalarca yazdım, bir daha yazacağım. 66 nolu arda, sağlıklı ve istekli bir lincoln, sağlıklı bir baros (o hep istekli zaten), sağlıklı bir kewell ile birlikte oynadı. hatırladınız mı? o zamanlar takım sürekli hücum ettiği için savunma bile yapmıyordu. balta, servet aslanlar gibi oynuyordu bu sebeple. ertesi sezon 10 numaralı arda, takımla birlikte ortalığı dağıtmıyor muydu, ta ki baros ve kewell sakatlanana kadar. onların sakatlandığı ve keita oynatılmadığı zaman takımın hücum işlerini tek başına üstlenmedi mi, üstlendi. yok canım üstlenmemiştir. takımda taç atışından bile top almaya gelen yoktu hanımlar, beyler.
    kız arkadaşıyla ilişkisi, özel hayatında yaşadıkları gibi saçmalıklara hiç girmek istemiyorum. ama forma konusunda arda haklı beyler, hanımlar.

    arda’nın bu maçta yaptıklarının hiçbir enteresanlığı yok. bildiğimiz arda.

    --- alıntı ---

    alıntı : #654719
  • 4685
    “beşiktaş forması giysin, sizden oynasın bir görün” diyor. arda, beşiktaş forması giyip 2 de gol atıyor ve oynadığı futbolla herkesi büyülüyor.
    olan biteni uzaktan izleyen beşiktaş altyapı sorumlusu davut şahin, “bu çocuğa buradan çıkmadan imza attırın” talimatını veriyor. müjdeli haberi arda’ya ulaştırıyorlar. altıntepsi forması giyen 10 yaşındaki o çocuk, kendisine altın tepside sunulan teklife rağmen başlıyor ağlamaya, “ama ben beşiktaşlı değilim ki, galatasaraylıyım!..”
    ***
    cahit eroğul türkiye gazetesi.
  • 4692
    güntekin onay: "arda tamam hayallerin var ama yeni seçilecek başkan sana arda bu takımın sana ihtiyacı var gitme derslerse ne dersin?"

    arda: "yani benim burada üstüme çok geliyorlar aynı zamanda hayallerim..."

    bir söz bekledim be arda "evet ben bu takımın kaptanıyım ve galatasarayın bana ihtiyacı olduğu sürece buradayım" gibisinden bir söz. neyse yolun açık olsun, galatasaray'a futbolu bırakmaya geldiğinde geri görüşürüz yeniden.
App Store'dan indirin Google Play'den alın