aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • 3802
    türkiye'de rahmetli conan evren ve saz arkadaşları tarafından yapılmış olan 80 darbesi sonrası apolitikleştirilmeye, daha açık tabirle uyutulmaya çalışılan gençliğin oyalansın diye kanalize edildiği önemli yerlerden biriydi futbol stadları. geceleri sokağa çıkma yasağının olduğu, sokaklarda tankların gezdiği dönemlerde bile insanların maçlara topluca gidip gelmesine müsamaha gösterilmiştir. sağ-sol ayrımının bariz ve ateşli bir biçimde yaşandığı, insanların kendilerini ifade edebildiği o ortamın aniden kesilmesi insanları alternatif yollar arayışına itmiş; bu yol da tribünler olmuştur.

    çatışma ve şiddet kültürünün iyiden iyiye hakim olduğu, sokakta silahlı çatışmanın sıradanlaştığı dönemde bunun hayatın genelinde olduğu gibi spor alanlarına da yansımaması düşünülemezdi. buna futbolun "gelişmemiş kitlelerin afyonu" özelliğinin idare tarafından keşfi de eklenince üç büyükler adı verilen futbol düzeni doğdu, ülkenin geneli gibi futbolda da bir sınıf ayrımı oluştu. hayatta tarafını seçme imkanı olmayan insanlar futbolda tarafını seçerek bir şekilde kazanan tarafta olmayı içgüdüsel olarak seçmeye kanalize edildi. bugün türkiye'nin en uzak köşesindeki adam dahi hayatının her alanındaki olumsuzlukların izini iki saatlik maç sonunda silebiliyor. konudan çok sapmamak adına olayın bu boyutunu burda kesmek gerekiyor, yoksa bundan bile uzun bir yazı çıkabilir. yine de futbolun dünya çapında gelişiminin bu paralelde olduğunu belirtmekte fayda var.

    tekrardan şiddet ve çatışma ortamına dönersek, türkiye'deki spor alanlarında ve çevresinde 1980 sonrası başlayıp taa 1990ların ikinci yarılarına kadar süren kötü bir dönem yaşandı. siyasi çatışma döneminin karanlık tarafında bulunan insanlar da spor alanlarına gelmeye, bir süre sonra da kendi maçlarını(!) oynamaya başladılar. devlet otoritesi tarafından bu insanların birbirine girip kendi kendilerini bitirmeleri tercih edildi. zaten türkiye'nin köhne ve bakımsız stadlarında o dönemler için maç izleyebilmenin yolu saatler hatta bir gece öncesinden stad kapısında beklemeye başlamaktı. bu da şiddet olayları için hem yeterli kitle hem de zaman yaratıyordu.

    istanbulda, trabzon'da, izmir'de, ankara'da, eskişehir'de, bursa'da, hatta antalya, sakarya, izmit ve konya gibi şehirler tribün kültürü dediğimiz zaman türkiye'de ilk öne çıkan şehirler oldu. maçtan önceki gece birbirine girme olayları önce istanbul'da başladı. zaman içinde anadolu'da belli taraftar kitlesi olan şehirlere de sıçardı. siyasal olaylarda tetiğin arkasındaki parmak konumundaki insanlar, toplumun geri kalan arızalarıyla buralarda hemencecik kaynaştı. kah gecenin bir yarısı bir mezarlıkta, kah maçtan saatler önce stad kapısında birbirine öldüresiye saldırır hale geldiler. hem semtin avantajını hem de bu kontejandan(!) önemli bir hisseyi alan beşiktaş üç istanbullu arasında ilk hakimiyeti kuran oldu, kapalı tribüne kimseyi sokmadıkları yıllar oldu. fenerbahçe hemen arkasından organize oldu ve cenk döneminin ateşli taraflarından biri oldu. galatasaray yıllar yılı sayıca az oldu, bu olayların başlangıcı biraz da kendi tarihinin karanlık dönemlerine denk geldiği için. peygamber hüseyin sonrası belli semtlerde kitlesini toplayarak olayda söz söyleyebilecek kıvama geldi.

    gel zaman git zaman, üstüne yeni olaylar koyuldukça işler kontrolden çıkmaya başladı. gece mezarlık kapışmaları, tesis baskınları, stad önünde kovalamacalar derken özellikle belli insanlar kelle koltukta gezmeye başladı. mekan baskınları, pusuya düşürmeler, cinayetler falan girdi işin içine. daha önce de bu olaylarda yaralılar hatta ölümler oluyordu. ancak iş birebir kapışmalara, ya da üç dört kişi bir kişiyi pusuya düşürüp cinayet işlemeye kadar gidiyordu. özellikle bazı anadolu şehirlerindeki istanbul takımı maçları küçük bir çıkartma havasında geçer oldu. üç istanbul takımı taraftarı(!)nın bir ankara deplasmanına beraber gittiği goygoyu vardır mesela. ya da diğer iki istanbul takımı maçında çıkan olaylarda yaralanan ya da göz altına alınan üçüncü takım tribüncüleri falan... zamanında seksen bin kişilik atatürk stadı'nı doldurup yarı yarıya olaysızca paylaşan göztepe-karşıyaka taraftarlarının bugün tavla maçı için bile birbirini bıçakla kovalar hale gelmesi bu iki takımın rekabeti konulu muhabbetlerde ortalama bir futbol ulemasının önemli geyiklerinden biridir. ne oldu da bu hale gelindinin cevabı biraz da buralardadır.

    sağ-sol çatışmalarındaki ortam geri dönmüştü bir yerde. bir bahaneyle yaratılan bu canavarın öldürülmesi gerekiyordu. o bahane de mühendis oktay'ın öldürülmesi oldu. beşiktaşlıları arayan galatasaraylıların yolu üzerinde olmaktan başka bir suçu olmayan, yurtdışında çalışıp sırf o maç için istanbul'a gelen elektrik mühendisi genç adam canı çıkana kadar dövüldü. olay gazetelere yansıdı ve infial yarattı. zaten "bu yolun yolcusu" insanların kaybı hem toplum için sıradanlaşmış(!) hem de siyasi otorite açısından önemsiz hale gelmişken yaşanan bu olay sonrası ilk defa bu kitlelerin üzerine ciddi anlamda gidildi. yıllardır maç öncesi savaşan insanlar üçer beşer yakalanmaya başladı. bazıları başka işler peşindeyken hapis cezası alır oldu. zaten kelle koltukta gezmekten yorulmuş olan, üstüne bir de bu baskılamalarla iyice köşeye sıkışan bu teşkilatlanmaların liderleri 1995 yılında bir araya gelip barış diye anılan olayı gerçekleştirdiler. rivayete göre kuran'a el basarak eski günlere dönülmeyeceğinin sözünü verdi.

    tribünler toplumun psikopatları kadar diğer kesimleri için de bir kaçış noktasıydı. avaz avaz bağırarak ya da bir pankart boyayarak kendini ifade edebilme imkanı veriyordu. bunu başka mecralarda yapmak hem uğraşı gerektiren hem de riskli işlerdi. kulüpler bu tarz risklerden arınmak ve gizli gizli stadı kontrol altına almak için bu teşkilatlanmalardan vazgeçmek istemedi. onlar da hem stadlarda kitlelere hükmedebilmenin cazibesinin, hem de maç bileti fiyatlarının uçup gitmesiyle olayın bir kazanç kapısı olabileceğini farkedince stadlarda kalmaya devam ettiler. bu insanların varlığı da yeni bir kültürü doğurdu. bugün her şehrin her semtinde böyle insanlar var. karikatürlere konu olacak kadar tek tipe inmiş bir kitle. tribün yapılacaksa, adam lazımsa, kargaşa lazımsa ilk akla gelen adamlar.

    türkiye stadları son 4-5 yıla kadar fi tarihinden kalma, bir çayırın dört tarafını turlayan, eğri büğrü dökülmüş betonlardan ibaretti. bu da üst gelir kesimi için cazip değildi. stadları mesken belleyip hayatta tek kazanabildiği yer futbol sahası olan, kendini tanıyıp yetiştirecek eğitimi bırak çoğu temel haktan bile mahrum olan alt sınıfı idare etmesi zaten kolaydı. bu tarz abilerin peşinden koşmak onlar için belki de bir kurtuluş yoluydu. yıllar geçtikçe bu kitleler kökleşip genişlemeye devam etti. karaborsa da bu paralelde büyüyüp sektör hatta mafya işi oldu. bu insanlar kendilerine verilen biletleri satarak gelir elde eder hale geldi. 40000 kişinin doluştuğu maçta seyirci sayısının 23000 civarında açıklanması da bir türkiye klasiğiydi. stadı dolduracak ya da kendi masraflarını karşılayacak kadar bileti kendi satan kulüpler fazla fazla basılan biletleri bu gruplara dağıtır oldu. böylece hem sattığı bilet sayısını az gösterip vergi kaçırıyor, hem staddaki kitleleri kontrol ediyor, hem de artık mafyalaşan bu teşkilatların ağzına da bir parmak bal çalıyordu. bu kitleler de hem işin kaymağını yiyor, hem de mürid toplayabilmek için gerekli finansmanı sağlıyordu.

    işin bu noktada çetrefilli ve zor kısmı orta sınıftı. özgür irade sahibi, kafası çalışan, kendini ifade edebilen, beğenmediğine tepkisini koyabilen, bunu yapabilecek imkan ve yeteneğe sahip insanlardı. bu insanlar için stadlar az da olsa kendini ifade edebilme alanıydı. pankartlarıyla, sloganlarıyla her zaman "kapalı kutu" rakipti hem bu gruplar hem de yönetimler için. bu mayfalaşmış gruplar ile kulüp yönetimleri arasındaki ilişkinin bir kopyası da kulüp yöneticileri ile siyasi erkan arasındadır. onlar milleti uyutan futbol düzenini körükler, siyasi erkan da bunlara ufak güzellikler(!) yapar. ufak bir eleştiri büyüyebilir, hatta arena açılışındaki olaylarda görüldüğü üzere krize yol açabilir. zaten kafası çalışan, söyleyecek sözü olan insan her zaman sistem için tehlike arz eden insandır.

    doksanlı yıllarda adı konulmuş gruplar yoktu türkiye'de. tayfa ismiyle şimdi bile yaşayan bu tarz gruplar vardı her tribünde müstakil. aynı semtten gelen insanlar olurdu, arkadaş grupları olurdu onun dışında alayı münferitti. semt grupları arasında da buna benzer bir hiyerarşi vardı yalnız, ama henüz oraya kadar büyümemişti işte. 2000'lere doğru gelinirken stadlardaki orta sınıfı da bir şekilde idare etme ihtiyacı doğdu. çünkü ülkede işler kötü gidiyordu, orta sınıf günden güne eriyordu ve tepkilerin en ufak fırsatta siyasi idareye yönelme riski(!) artıyordu.

    özel televizyon kanallarının açılması, internetin doğum sancılarının yaşanması, seksen sonrası örgütlenmeye dair baskılanmanın bir nebze de olsa azalmasıyla orta sınıf da kendi örgütlenmelerini kurma ihtiyacı duydu. orta sınıf aslında tribünlede önemli bir kitleyi oluşturuyordu; inönü kapalısı, sami yen kapalısı, fenerbahçe maraton tribünü gibi marka olmuş tribünlerin arkasındaki asıl güçtü ama yine de son sözü söyleme yetkisi bu mafyalarda olurdu. bazı maçlarda sorunlar yaşansa da halledilirdi. orta sınıfın insanları bu mafyavari tiplerle uzun soluklu mücadele edemezdi. tam anlamıyla bir kaynaşma mümkün değildi belki ama belli bir kollektivite mevcuttu. iktidarları garanti altında olduğundan bu mafyalar da bu duruma ses çıkarmazdı pek.

    alpaslan dikmen ve arkadaşları orta sınıf ile bu mafyalar arasında bir köprü olması amacıyla kurdu ultraslan'ı. tek bir grup, büyük bir havuz yarattılar. aslanlar tecrübesiyle olsa gerek bu tipleri karşısına almak yerine organizasyona dahil ettiler, hatta tayfa ismiyle onlara da bir etiket koyulmuş oldu. tribünlerdeki potansiyelin, dolayısıyla tehlikenin(!) tek çatı altına alınması kulüplerin de işine geldi. hatta bu model fenerbahçe'de de genç fenerbahçeliler ismiyle denendi. dernekleşmelerine, hatta kendi markalarının dolaylı yoldan yaratılmasına bile ses çıkarılmadı. aynı ultraslan birkaç sene sonra marka haklarını kulübe devretti zaten, store'da ürünler satılmaya başlandı ultraslan logosuyla. kulübün söylediğine göre milyon dolar kazanmıştı kulüp bu işten.

    alpaslan dikmen olsun, diğer ultraslan kurucuları olsun yirmi küsur yıldır tribünlerde olan insanlardı. belli bir kıdemi doldurmuşlardı ve tribündeki gruplarla tanışıklıkları vardı. en azından belli başlı şeyleri kabul ettirebilecek konumdaydılar. orta sınıfı insanların da tribünde söz sahibi olmaya başlamasıyla organizasyonlar hızla popülerleşti. koreografi gibi bu mafyaların asla kotaramayacağı işler yapıldı. yardım organizasyonları falan yapılmaya, galatasaray'ın unutulmaya yüz tutmuş nice değerleri hatırlanıp ziyaret edilmeye başlandı. tezahürat konusunda da bir zenginlik yaşandı. sonuçta dünya çapına yayılan bir güç oldu ultraslan. tayfa ile ilişkisini belli ölçüde koruması sayesinde diğer denemelerin aksine uzun ömürlü ve kalıcı olmayı başardı. arada tayfa yine eski usül işlere devam etse de alpaslan dikmen ve etrafındaki bir avuç adamın müthiş sevgisi ve yapıcı tavırlarıyla bir şekilde işler yürüyordu.

    ultraslan'ı yavaş yavaş erozyona sürükleyen olay ise kurucu grubun yavaş yavaş tribünlerden el ayak çekip hayat koşuşturmasının içinde kaybolup gitmeye başlaması oldu. o yıllarda ismi efsane gibi yayılan, alttan gelen yeni insanlara aynı müsamahayı göstermedi meşhur tayfa. yavaş yavaş yine kendi bildiğini okumaya, olayı eski şekline döndürmeye başladı. eğlenmesini bilen, söyleyecek lafı olan, yeri geldiğinde övüp yeri geldiğinde tepkisini koyacak olan kitlenin kafasına göre çalıp oynamasıyla uğraşmak istemediler. dönem dönem bu döngüyü kırmaya çalışan alt gruplar olsa da yeterince popüler olduğu anda hepsinin önüne bir şekilde taş koyuldu. sonunda tüm alt grupların feshedilmesine kadar giden süreç yaşandı. karaborsada yolunacak adam potansiyeli yurt hatta dünya çapına yayıldığı için ultraslan ismi ve organizasyonundan vazgeçilmedi belki ama işler eski usule dönmüştü bile. fenerbahçe'de uygulanan modelin düzgün çalıştığı ömrü daha da kısa oldu; bunda hem aziz yıdırım'ın gücü kendinde toplama isteği hem de olayı kotarabilecek kadar donanımlı insanların kuruluş aşamasında bile yeterince yer alamaması rol oynadı.

    orta sınıf ile bu tip mafyanın kaynaşmasının nispeten başarılı olduğu tek istanbul takımı beşiktaş oldu. ismini beşiktaş köyiçi'ndeki çarşı'dan alan, aslında 25-30 kişilik bir arkadaş grubundan ibaret olan çarşı; içinde yer alan insanların gayretiyle orta sınıfı tribünde söz sahibi yapmayı başardı. duruşları, söylemleri benimsendi. biraz da kendi "tayfa"larıyla aynı semti paylaşmanın avantajıyla hiçbir zaman ters düşmediler. kafası çalışan, eğlenmeyi bilen insanların peşinde kitleler sürüklendi, yeri geldiği zaman beşiktaş'tan bile popüler olmayı başardılar. en önemlisi dediğim dedik bir tavır içinde olmadılar. sıradan bir insanın "çıkarttığı" bir tezahüratı bile beğendikleri taktirde söylemekten çekinmediler. böylece insanların hem sevgisini hem de katılımını kazandılar. sonunda herkesin imrenerek baktığı bir tribün haline geldiler. tabi onlar da gittikleri bu yolun bedelini her daim yönetimlerle ters düşerek ödediler. asya kartalları ya da daha trajiği 1453 kartalları gibi şeylerle uğraşmak zorunda kaldılar.

    bugün ultraslan tribününde yeni beste kolay kolay çıkmıyor. çıkanlar da arabesk melodiye sahip, belli başlı kelimelerin dönüp dolaşıp tekrar ettiği uyutucu dizelerden ibaret oluyor. tezahürat yapmayı sevmeyen "abi"ler meydan boş kalmasın diyerek birşeyler bağırtmaya çalışıyor ama onlar da bu konuda yetersiz kalıyor. amigoluk yapabilecek düzeyde birileri organizasyonun içinde bulunmuyor. amigo dediğin adam nerede ne yapılacağını bilmezse, silah bile çekse kitlesi hariç kimseyi bağırtamaz. buna bir de kendilerinden olmayan herkese karşı tavırları da eklenince malesef kendi kendine bağırıp çağıran bir kalabalık olup çıktı koca ultraslan. kıt bir akılla yönlendirmeye maruz kalan, bu yüzden ani gelişen bir olayda reaksiyon göstermekten aciz, kendi seyircisiyle mücadele eden...

    açıkçası mevcut durumda ne düzelir, ne de tribünden silinir. çünkü hem siyasi idarenin hem de kulüp yönetimlerinin arzu edeceği özellliklere sahiptir. hele ki farklı(!)lıklara tahammülün giderek azaldığı yepyeni türkiye düzeninde tahtları epey sağlam gözükmektedir.
App Store'dan indirin Google Play'den alın