"taraftarlar hafta boyunca ter döküyor, çalışıyordu. stadyumdan çıktıklarında evlerine, gördüklerinden mutlu gitmeliydiler. kazanabilirsiniz, canınızı dişinize takar ama başarıya ulaşamayabilirsiniz. klişedir, evet ama kazanmak sahiden her şey değildir. her zaman yürekten inanmışımdır buna. elbette her daim kazanmaya çabalarsınız ama daha önemlisi nasıl yaptığınızdır. taraftarınızın ne istediğini kavramalı ve ona uyum göstermelisiniz." der johan cruyff "benim oyunum" adlı biyografisinde.
fatih terim'in galatasaray'ı da iç sahada oynadığı iki şampiyonlar ligi maçında kendi liginde sergilediği performanstan farklı olarak taraftarının arzuladığı oyunu oynayarak, haftalarca bu maçları bekleyen taraftarını mutlu ederek ayrıldı sahadan... evet, ikisinde de "galiptir bu yolda mağlup" dercesine taraftarının ve hocasının gönlünü kazanıyordu sarı kırmızılı futbolcular. "kazanmak sahiden de her şey değildir" ve bazı mağlubiyetler galibiyetten de değerlidir. dediğim gibi bizler formayı terletenlerden memnunduk da "seyirciler"e söylenecek o kadar laf var ama burası yeri değil...
paris saint germain maçında "tutan" üçlü savunma aşısını, ispanyol rakibine karşı da değiştirmeden uyguladı fatih terim... donk yine iki stoperin arasına girmiş, kanatlara da mariano ve nagatomo yerleşmişti. onların önü nzonzi ve seri ile kapatılırken, belhanda da babel ve andone'yi "ara paslarıyla" beslemekle yükümlüydü. falcao yoktu belki ama sivas maçında "şeytanın bacağını kırmış" andone'den kimse şüphe duymuyordu... topçular da paris saint-germain maçındaki oyunlarından mutlu olmuşlar ki, real madrid karşısında daha öz güvenliydiler, topu daha güvenli ayaklarında tutup, iç sahada oynamanın "havası ve rahatlığıyla" peşi sıra paslar yapıyorlardı. zidane'nın taktiği ise organize ataktan çok, galatasaraylı futbolcuların kaptırdığı toplarla "baskın basanındır" bilinciyle kontra yapmaktı. bir kaç cılız denemesi de oldu ama maçın ilk tehlikeli iki atağı galatasaray'dan geldi. önce belhanda'nın ara pasıyla savunmanın arkasına sarkan rumen forvet andone, topu kontrol edip, ceza sahasına girer girmez vurdu ama courtois gole izin vermedi. bir dakika sonra ise kazanılan serbest vuruştan yapılan ortada yine andone gelişine "çaktı" ama belçikalı kaleci "iyi günündeydi."
taraftarının da desteği ile rakip kaleye baskısını kuran ve gol arzulayan galatasaray, alışıla gelmiş olarak "iyi oynarken golü kalesinde görüyordu"... lanet olsundu böyle işe... bir çok kişi hazard'a topu kaptıranın seri olduğundan bahsediyor ve fil dişili orta saha oyuncusunu suçluyor ama onun geri pasında "topu alamam" düşüncesiyle yerinde patinaj yapan ve topu rakibine bırakan donk daha da hatalıydı. şans becerikli olanın yanındadır derler ya, kroos'un vuruşu seri'ye çarpmasa marcao'dan geçmez, ondan geçse bile muslera tutardı...
maçı seyrederken kroos'la belhanda'nın takımlarını değiştir, galatasaray şimdiden iki farklı öndeydi diye düşünürken, "sağolsun" belhanda 38. dakikada babel'in geliştirdiği atakta penaltı noktası üzerinde bom boş pozisyonda yaptığı cılız vuruşla beni haklı çıkardı. keşke o golü yapmış olsaydı da, ben haksız çıksaydım...
devreyi yenik kapatmıştı galatasaray ama benim için pek önemi olmasa da bir çok istatistikte real madrid'in önündeydi. özellikle topu daha fazla kontrol edenler sarı-kırmızılı forma içindekiler olurken, şutlar deplasman ekibinden gelmişti. gol istiyordu fatih terim ve bu amaçla savunmadaki donk'u kenara alıp hücüm gücü yüksek feghouli ile başladı ikinci kırkbeş dakikaya. planladığı da çok vakit geçmeden oluyordu, mariano'nun pasında savunma arkasına koşan feghouli topa yetişemeden courtois başarılı bir hamle ile kalesini golden koruyordu. ev sahibi beraberlik ararken, madridliler de boş durmuyor, onlar da muslera'nın kalesini ara ara yokluyordu, ki benzema'nın pasında ceza sahasına giren hazard'ın kaleciyi de çalımlayıp, boş kale yerine direğe nişanladığı topun "maçın kırılma anı" olmasını çok arzuladık... maalesef olmadı...
fatih terim'in "sonuç almak için" yaptığı emre mor ve ömer bayram değişiklikleri de "saman alevi" gibi anlık ateşlerken takımı, son dakikalarda nzonzi ve luyindama'nın kafa vuruşları da skorbordu değiştirecek kadar başarılı değildi...
zinedine zidane'nın yerine fatih terim'in yakın dostu mourinho'yu getirecektik salı gecesinden sonra ama olmadı, fransız hocanın ömrü biraz daha uzadı. üzüldük... yenemedik real madrid'i diye üzülmek bile galatasaray'ın büyüklüğünü başlı başına gösterirken, ne yazık ki o şanlı tarihe ve kültüre yakışmayan hareketler de maçın 67. dakikasında sergilendi bütün dünyanın gözü önünde. sivasspor maç yazımızda belirttiğimiz "seyirciler", bu maç içinde de belhanda'yı münferit olarak yuhlarken, hocanın oyuncu değişikliği esnasında faslı topçuya tepki arttı ve o da tribünlere "el kol hareketleri" ve küfürlerle cevap verdi... işte o an yahya kemal beyatlı belhanda için söylüyor gibiydi o meşhur dizeleri:
artık demir almak günü gelmişse zamandan
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
belhanda'ya karşı tavrımız geldiği günden beri netti, karakteri ve yeteneği ile değildi galatasaray'ın topçusu ve olmayacaktı da, ne ilginçtir bugün onu ıslıklayıp yuhalayanlar o günlerde kendisine methiyeler düzmekteydiler... disiplinsizdi, sorumsuzdu, maç içinde canı isterse koşar, istemezse bakardı da milyonlarca euro harcanmış bu topçuyu, elinde de yedeği olmadığı için hocalar hep sahaya sürmekteydi. yine oynatacaktır fatih hoca on numarasını da kış transfer sezonunda yollarımız ayrılacaktır büyük ihtimal kendisiyle... öyle sosyal medyada özürle mözürle düzelmez bu işler... o vazo kırıldı artık, ne kadar onarsan da izi kalır...
belhanda'ya kızdım kızmasına da esas zoruma giden sami yen'e yerleşen ıslıklama kültürü. latovleviçiler, sinan gümüşler, sabriler, ömer bayramlar geçmiş yıllarda hep nasibini aldı bu "egolu seyircilerden" de, real madrid maçında namlunun ucunda mariano, nagatomo, seri, belhanda ve babel vardı. o kadar acımasız ve vahşiydi bu "seyirciler" ki, daha maçın başında mariano topla buluştuğunda homurdanıyordu. bereket bekler günündeydi de tepkiyi unutturdular ama seri ve belhanda kenara gelirken kucaklarına düştüler bu "densizlerin"... densiz diyorum zira rahmetli alparslan abiden ve tribündeki diğer büyüklerden öğrendiğimiz, mantığımızın doğruladığı maç esnasında futbolcu yuhlanmaz, protesto edilmez. hakem son düdüğü çalar ve protestonun en alası yapılır ama oyun esnasında asla...
kaynak ve fotoğraflar:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...y0-1real-madrid.html