eveet, bir olimpiyatı daha geride bıraktık. dünyanın en önemli ve prestijli spor organizasyonunu 2 altın madalya ile noktaladık. kimilerine göre başarılı olduk, kimilerine göre ise başarısız. herkesin olimpiyata bakış açısı, düşüncesi ve sporcularımızdan beklentisi farklıdır. bu da çok normaldir ve saygı duymak gerekir.
ben kendi penceremden baktığımda, bu olimpiyatlarda beklentilerimizi baştan yüksek tuttuğumuzu düşünüyorum. tarihimizde olimpiyatlara 66 kadın ve 48 erkekle
* rekor sayıda sporcu ile katıldık ama birincisi, çok sporcu çok madalya anlamına gelmiyor malesef. yakın geçmişten örnek vermek gerekirse,
2004 atina olimpiyatlarına 66 sporcu ile katılmışız ve 3 altın madalya almışız.
2008 pekin olimpiyatlarına 68 sporcu ile katılmışız ve 1 altın madalya almışız. ikincisi, bizim zaten olimpiyatlarda sürekli madalya beklediğimiz branşlar belli. halter, evet bir hayal kırıklığı oldu bizim için ama zaten halterimizde bir düşüş vardı yıllardır. 1988'de
naim süleymanoğlu ve
halil mutlu ile gelen o süreçte çok şeyler beklemeye başladık ve bu olimpiyatlarda düşüşün zirvesi oldu. 28 yıl aradan sonra halterde ilk defa kürsüye çıkamadık.
her şey bir yana bardağın dolu tarafından görmek lazım. rekor sayıda sporcu katılımı türkiye açısından kazançtır. olimpiyat heyecanının bir sporcuyu nasıl gerdiğini, hangi baskılar altına soktuğunu bilmemiz gerekir. ne kadar çok sporcuyu olimpiyat seviyesine taşırsak o kadar çok olimpik insan profili ortaya çıkarırız. bir ülkeye olimpiyat verilme şartlarından bence en önemlisi o ülkenin olimpiyatlarda kaç sporcuyla temsil edildiğidir. çünkü bu bir prestijdir, vizyondur.
geçmişten günümüze baktığımızda
* sporun bir kanunu oluştu, spor özel bir yapıya kavuştu. bunların hepsi bizde mevcut ama kurumsal hafıza, kurumsal kimlik bir anda kazanılmıyor. fakat biz istiyoruz ki bir anda her şeyi olgunlaştıralım. eskilerin bir sözü vardır : "her nimet bir külfete tabidir." diye. siz bir bedel ödemeden, bir çaba göstermeden, bir irade ortaya koymadan eğer sporcu bunu niye kazanamıyor, derseniz olmaz. şunu demek çok kolay; "bu sporcular hiç çalışmamış, sadece olimpiyat barajını geçmiş." bu cümleleri kurmak kolaycılıktan başka bir şey değildir. kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor : "biz bu sporculara ne veriyoruz
* ve karşılığında ne bekliyoruz ?" kadın voleybolcularımıza ve basketbolcularımıza bakıyoruz, orada bir başarı var ve beklentinin üzerinde bir başarı var. neden var ? çünkü orada bir disiplin var, sistem oturmuş.
hep sistem sistem dedim dedim durdum. bu sistemi de açmam gerektiğini düşünüyorum.
sistemin bir yönetim boyutu vardır, bir idari boyutu vardır, bir performans boyutu vardır ve eğitim boyutu vardır. bütün bunların ötesinde, bütün sporların yapılma amacı temaşadır. bir de kültür boyutu vardır. bunların hepsi bir bütündür. öncelikle şu mantaliteyi değiştirmemiz gerekiyor mu diye sormak lazım, biz neyiz ?
* spor medyası mıyız, yoksa futbol medyası mıyız ? daha buna karar veremedik. olimpiyatları 4 yılda bir hatırlamak dışında ne yaptık? sayfalarımızın yüzde kaçını olimpik branşlara ayırdık ? bir sorgulamak lazım. bunların hepsi sebep sonuç ilişkisi gibidir. bu bir hayat tarzıdır. bakıyoruz çin'in, eski sovyetler birliği'nin
* ve abd'nin temsil, tanıtım ve diplomasi yarışında, hatta spor ekonomisi yarışında güç gösterisi, gövde gösterisi yaptığı bir argumandır spor ve düzenli bir sitem sayesinde bu noktalara gelmişlerdir.
madalyonun bir de diğer yüzüne bakarsak eğer karşımıza şöyle bir soru çıkabilir. "bizim sporcularımızın hiç mi suçu yok." diye. işte bakıyoruz 15 yaşında litvanyalı bir yüzücü olimpiyat altın madalyasını kazanıyor, aynı yarışta yarışan 16 yaşındaki sporcumuz : " ben çok heyecanlandım, yapamadım." gibilerinden cevap veriyor. 15 yaşındaki sporcu neden heyecanlanmıyor diye sorar insan kendine. sporcumuz maçtan sonra röportajında : "müsabaka öncesi hakkımda yazılan bir tweet yüzünden moralim bozuldu." diyor. ben şimdi sorarım antrenörlerine : " sizin işiniz ne be kardeşim, amacınız ne, orada bulunma kıstasınız ne ?" diye. bu kızı en iyi şekilde motive edip, konsantre olmasını sağlamak değilmi yarışa ? doğrudur, belki sporcumuz madalya alamayacak yine ama türkiye rekorunu kıracak belki. o tweeti okutturursan kıza herkes hesap sorar sana, ayıptır. hep baskı baskı diyoruz. bu baskıyı kim attıracak sporcunun üzerinden. bunları takımların içinde aşacak, sporcuya aşılayacak insanlar lazım ve bizde yeterli sayıda olmadığını düşünüyorum.
bir başka enterasan olay erkekler disk atmada karşımıza çıktı.
ercüment olgundeniz'in ayakkabısının yırtık olduğunu televizyonlardan 2 milyar kişi izledi. ayıptır, türkiye 'ye yakışıyor mu ? kimsenin hakkı yok o çocuğa yırtık ayakkabı giydirmesinde. resmen rezil olduk. 2020 olimpiyatlarına adaylığımızı böyle bir sistem ve planlamayla mı almayı hedefliyoruz ? yazıklar olsun diyorum başka bir şey demiyorum.
konular daldan dala atladı belki ama bizim olimpiyatlardaki temel hedefimiz şu olmalı diye düşünüyorum. sporcu sayımızı farklı branşlara yaymalıyız. düzenli bir sistem ile her branşta iz bırakırız ve başarılı oluruz. sonuçta biz tam bir spor ülkesi değiliz. spor sadece futbol ve basketboldan oluşmuyor. sokağa çıkıp insanlara sorsak "badminton nedir?" diye, çok merak ediyorum kaç tane değişik cevap çıkacak. bıraktım sokağı, spor medyasından bile bilemeyenler vardır eminim.
sonuç olarak ,
2012 londra olimpiyatları bizim için iyi kötü bitmiştir ve sporcularımızı sorgulamak yerine kendi sistemimizi sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. umarım önümüzdeki olimpiyatlarda daha fazla sporcu katılımı ve düzenli bir sistemle ile gelen başarılı sonuçlarla, ülkemizin marşını tüm dünyaya bir kez daha dinlettiririz. sporcularımız sayesinde ülkemizi gururlandırırız.
not 1 : olimpiyatın son 3 gününde yarışan sporcularımız her türlü zorluğa, eleştirilere ve o ana kadar kazanmış olduğumuz tek bronz madalyanın üzerlerine yüklemiş olduğu aşırı baskıya rağmen göstermiş oldukları başarı ve kazandıkları madalyalarla, olimpiyatlarda yarışan ve bazı kesimler
* tarafından başarısız olarak lanse edilen olimpik sporcularımıza yöneltilen eleştirileri bir nebze olsa dağıttırdılar ve unutturdular.
not 2 :
servet tazegül'ü özel olarak tebrik etmek lazım. 2009' dan beri yenilgi yüzü görmüyor ve ilk altın madalyamız onun üstün başarısıyla geldi. böylece daha önceleri olimpiyatlarda gösteri sporu olarak yer alan tekvando'nun
2000 sydney olimpiyatları'nda olimpik dala dahil edilmesiyle, bu branşta üst üste 4 olimpiyatta da ülkemiz madalya çıkartmış oldu. (u: diğerleri 2000 sydney olimpiyatlarında bronz madalya kazanan sporcumuz hamide bıçkın tosun. 2004 atina olimpiyatlarında gümüş madalya kazanan sporcumuz bahri tanrıkulu. 2008 pekin olimpiyatlarında gümüş madalya kazanan sporcumuz azize tanrıkulu ve bronz madalya kazanan servet tazegül. son olarak, 2012 londra olimpiyatlarında gümüş madalya kazanan sporcumuz nur tatan)