• 28
    devre arasında galatasaray'ın aman aman bir takviye yapamayacağını düşündüğümden, ince ince tırstığım maç. bu ayarda son zamanlarda oynadığımız takımlar bordeaux, benfica(bu en babası), pana ve hamburg... benim maçı analiz etme şeklime göre olayı ele alırsak, pana maçı hariç hepsinde savunmamız etkili oldu.

    geçen sezon oynadığımız benfica maçını kurtaran, bence bariz şekilde emre aşık'ın performansıydı(sanctis'i de unutmayalım). tekrar tekrar gol pozisyonlarına giren rakibe yeterince uzun süre direndikten sonra, göz boyayan hücum hattına rağmen gafil avlayıp golü bulmak mümkündü. hele ümit karan'ın attığı golün organizasyon açısından ne kadar güle oynaya atıldığı düşünülürse; savunmamızın performansı + (o allahsız lincoln dahil) tüm hücum hattımızın yaptığı hücum pres ile rakibin ne kadar yıpratıldığı anlaşılabilir.

    bize bordeaux eşleşmesinden geçmeyi zora sokan ve hamburg'a elenme acısı yaşatan, savunmanın benfica maçı'ndaki gibi bilinçli bir organizasyona sahip olmamasıydı. bordeaux'dan sami yen'de meira'nın hatasıyla yediğimiz golü bir kenara bırakıyorum; o tamamen kategori dışı. ama rakip topla hücum ederken iki stoper de sadece tek hamleyle topu almayı deniyorsa ve bunu başaramayınca oyundan düşüp, rakibe yetişemiyorsa; yani rakibi yavaşlatıp savunmanın geri kalanına zaman kazandırmak kafalarında bir plan yoksa, göbekten gelen hücumlara tamamen dirençsiz bir takımız demektir(ön liberolar ne kadar iyi oynarsa oynasın...).

    hamburg eşleşmesi maçlarındaki defans kurgusunu da yarılamak biraz vicdansızlık olacak sanırım. kendisi de bir stoper olan bülent, bence kewell'da ne markaj, ne de dayanıklıık/fizik güç görmüştü kewell'ı stopere çekerken. bi' kere bülent kendisinde olamayanı görmüştü kewell'da; çabukluk ve soğukkanlılık. bu özellikleri sayesinde kewell müthiş bir kesici olarak oynayacaktı ve aslında bu plan tuttu sayılır; ama zaten sakatlıklarla boğuşmakta olan takım fiziksel olarak maçı daha fazla kaldıramadı ve sürünerek oynadığı son 30 dakikadan sonra mağlup olması beni pek şaşırtmadı...

    bunların arasında sivrilen ve diğerlerinden farklı yorumlanabilecek bir tek panathinaikos maçları var. fizik üstünlüğe dayalı olarak kurulmuş savunmamızın ilk yarı hayatın maçını çıkarıyor olmasına rağmen ikinci yarıda ara paslara ve üzerine topla gelen rakiplere dirençlerinin neredeyse hiç olmadığının fark edilmesi üzerine gerek leo'nun performansı, gerek rakibin son vuruşlardaki beceriksizliği ile deplasmandan 3 puanı zar zor cebe koyup döndük.

    şimdi atletico madrid maçına gelirsek; bu sefer emre aşık kartımız mevcut değil. geçen sezon benfica maçını kurtardıysa da, bu sezon adamda futbol oynayacak güç kaldığını zannetmiyorum artık. rijkaard yönetime transfer listesini vermiş diyorlar; muhtemelen ince eleyip sık dokumuştur ama benim savunmada bir ağır stopere daha tahammülüm yok, servet ya da meira tipinde bir adam daha gelirse, bu maç için umutlanmama sebep değildir. belki haldun yine harikalar yaratacaktır, belki dünyada zar zor bulunan bu çabuk stoperlerden biri rijkaard'in ismi ve önümüzdeki sezon şampiyonlar ligi'nde oynama ihtimali sebebiyle takıma gelecektir; bilemem. ama devre arasında yapılan şişirme transferlerden biri "normal şartlarda" yaramıza merhem değil...

    daha önce galiba hakan balta başlığında söyledim; sezon sonu stoper transferi yapılıncaya kadar, hakan balta elimizdeki en çabuk stoper olabilir. ama eldeki sol açıktan bozma sol beklerin hücum aşkı da kendi bölgelerini bol bol boş bırakmalarına sebep oluyor; maç gününe kadar caner'in savunma yönünde oyuna ne katabileceğinden emin olunursa servet - hakan balta ikilisi bence en iyi seçenek.

    gözler simao ve keita'nın üstünde olacak; fakat simao, takımda şu an en çok hücum pres yapan futbolcu arda turan ile karşı karşıya oynayacak, normalde olduğu kadar sıfıra inemez; bence bu yüzden arda bu maçta solda oynatılmalı. ayrıca son maçlarda iyiden iyiye form tutmaya başlayan elano istikrarlı devam ederse, ibre bariz şekilde galatasaray'dan yana döner, deplasmanda bile.

    kısacası ilk golü atan takımın turu cebe koyma konusunda avantajlı olduğu eşleşmedir.
  • 34
    kralın takımının façasının aşağı indirildiği yıllardı. royal madrid efsanesi, ispanya'yı gururlandırkça, halkların, bask'lıların, katalanya'lıların öfkesi durdurulamıyordu. madrid'de okuyan bask'lı, bibao'lu gençlerin kurduğu atletik'ler ispanya şampiyonu olana kadar elbette.

    aynı yıllarda benzeri şeyler, türkiye'de, istanbul'da yaşanıyordu. galatasaray bir seri yakalamış, ard arda şampiyonluklar kazanıyordu.

    ve 1973 ün tombalası, şampiyon kulüpler macerası, iki takımı karşı karşıya getirmişti. hoş, biz, o zamanlar bize kuralarda ünlü bir takım çıksa da, ünlü futbolcuları seyretsekin derdindeydik. bir tur atladığımız zaman, o maçın kalecisi panter olur çıkardı. atletico çıkıp ta madrid biletleri alındığında birch'ün kalbi yusuf yusuf atıyordu. olası bir hezimet kaçınılmazdı. bir önceki sezonun kupasında bavyera münih-ki dünya kupasını kazanmış alman milli takımıydı- 6-0 yenip paketlemişler, rövanşa turist olarak gelmişlerdi. iki sene üst üste hezimet, tamam bir iddiamız yok ama işin içinde kepaze olmak da vardı.

    gerçi o zamanlar, biz hezimete uğruyoruz diye, diğer takımlar zil takıp oynamıyorlardı ama olsun du. defansımızda tarık namlı bir futbolcu vardı. çoğu maçta oynamazdı. ben diyeyim o zamanın emre aşık'ı. askerdeydi tarık. ve brian birch belki, hezimete kılıf arayarak tutturmuştu.'' tarık'sız galatasaray'ın mesuliyetini taşımam'' atletico madrid'de luis adında bir futbolcu vardı. yani bizde ibrahim neyse, latinlerde luis oydu. 3 kişinin birinin adı luis'di. işte çocuklar luis muis ama devrin messi'si, zidane'siydi.

    tarık'a özel izin alınarak kafileye dahil ettiler. tarık şimdilerde bilmiyorum ama o zamanlar 15 günlüğüne, 210 dakikalığına luis'in ikiz kardeşiydi. maçlar madrid'de başladı, tarık, luis'e kene gibi yapıştı. takım kanije kalesi savunması yapıyordu. ve kalede de yasin panter ünvanını alıp ülkeye dönüyorlardı. cepte 0-0 lık bir beraberlik vardı.

    15 gece sonra mithatpaşa stadyumun gazhane tarafındaki açığında yerimiz almıştık. merak ettiğimiz meşhur luis'deydi dikkatlerimiz. tarık'ın en başta tabi. tac atmaya gitse yanında dikiliyordu. allah bilir otelde yatarken bile baş ucunda nöbet beklemişti tarık. maçın ilk yarısı 0-0 bitti. iddiacılar için bulunmaz bir alt maçıydı. bu maç üş gün üş gece oynansa bu şekilde gol olmayacak gibiydi. yani bizim için ballı ekmek kadayıfı. penaltılara el sıkışıyorduk. maç bitti, biz bir büyük takımı en az yarım saat daha seyredeceğiz, üstüne eleme ihtimalimiz belirdi diye zangır zangır titremeye başladık.

    birinci uzatma golsüz geçildiğinde, alel acele kaleler değişirken, amigo orhan açıktaki elektrik direğine gerilip milleti çökmeye çağırıyordu kısılmış sesiyle. ancak ''bir baba hindi, olsaydı şimdi'' çekebilecek derman kalmıştı. galatasaray'lılardan korkudan ses çıkamazken, ister inanın ister inanmayın, kapalının numaralıyla birleştiği köşeden sarı lacivert el bayraklıların ''re re re, ra ra ra'' tezahüratı sardı bütün boğazı. boğaz deyip abartmıyorum, o zamanlar mithatpaşa'dan çıkan gol sesi kadıköy'den duyulurdu.(gökmen'in maçın sonlarına doğru rapid wien ağlarına yolladığı kafa golü şahittir)

    ne güzel günlerdi onlar, biz de fener'lilere raşit'in gol atıp yendiği psv eindhoven maçında ödemiştik borcumuzu. artık küçücük kalplerimizin üstüne basarak yasin'e bakmaya başladık bütün stad. belli belirsiz bir tedirginlik vardı belki de kalecimizde. 4-5 dakika kala serbest vuruş kazandılar yaya bitişik noktadan. topun başına luis gitmese de, tarık'ın işi zordu. salgado adında bir virtiöz top başındaydı ve tarık o karambolde luis'in tepesinde. o görevini yaptı, top luis'le buluşmadı, ne yazık ki kimseyle buluşamadı.

    top, baraj boyundan, kaleci uçuş hattından, kimsenin hiç bir şey yapmasına imkan tanımadan 90 daki örümcek ağlarını aldı. o an, kadıköy'den duyuldu ruhumuzda ki ölüm karanlığının sesi. 45.000 taraftarın denize giden ahı, bir ekim gecesi, başlamadan bitirmişti ay doğarken mekteb-i sultaniyegahın saltanatını.

    ne zaman sevdiğim bir takım kurada bize düşerse eski zaman sevdalarına geri dönerim. hoş geleceksiniz hoş gideceksiniz, isyancı kırmızılı takım.

    edit; bu meşhur luis, bildiğimiz aragones luis'dir.
  • 36
    rijkaard barcelona'yı çalıştırdığı yıllarda atletico madrid'e karşı kendi sahasında kaybetmiş, berabere kalmış; atletico madrid teknik patronumuzun belalısı olmuştu. ve de bu seneler, barcelona'nın yükselişe geçtiği zamanlarda idi. gerçi daha sonra deplasmanda 6 golü bulmuştu barcelona rijkaard ile, madrid ekibini 6-0 ile devirmişlerdi. bunu rijkaard'ın atletico madrid'i çözdüğü şeklinde yorumlamak elbette taraftar olarak işimize geliyor. ezici bir üstünlük kurulmasa da en büyük yaramız olan defans hattına yoğunlaşarak ve kontrollü hücum yaparak 0-1 gol yiyeceğimiz ve 1-2 gol atacağımız; beraberlik veya bir farklı üstünlüğümüzle sonuçlanabilecek bir maç seyredebiiliriz gibi geliyor.
  • 39
    nonda'nın gidişinden , kewell ve baros'un sakat olmasında dolayı roma'nın geçen seneki 4-6-0 taktiğiyle oynasak süper olacak olan maçtır.

    franco
    sabri neil server hakan
    mtopal elano msarp
    keita arda caner

    edit:dos santos unutmuşum okadar transfere alışamadı bünye.
    ailecek fanatik e teşekkürler.

    2.yarıda alırım oyuna canerin yerine keita , sağ a da dos santos.
App Store'dan indirin Google Play'den alın