vala toz pembe değil, ama şok da değil. tahmin edilenler oldu aşağı yukarı, korkulan başa geldi. burada yapılacak analizler, yazılacak reçeteler pek bir sike derman olacak değil; çünkü kadro ya da dizilişten çok, sezon öncesi basın toplantısında da belirttikleri gibi, teknik heyetin ilk üç hafta alınacak seri galibiyetler ile takıma aşılamayı umduğu özgüvenin eksikliği galibiyete mani oldu denilebilir.
muslera ile ilgili tufan kopmuş; başlığına bir delinin attığı taşı, kırk akılı çıkartmakla meşgul. oyunu düzgün takip edebildiği için, iyi yer tuttu ve bu sayede bütün şutlar üzerine geldi. eğer pozisyon bilgisi sayesinde rahatlıkla kontrol ettiği toplardan 1-2 tanesinde iki adım sola atarak jeneriklik plonjonlarla çıkartmış olsaydı; çoktan aklını almıştı sözlüğün şimdi. "daha kendini çok gösterecek, %100'lük goller çıkartacak, takımı sırtlayacak!" umutlarındaysanız, daha fazla sabretmenize gerek yok; kurtardığı 6 pozisyon da %100'lük gol pozisyonuydu zaten, zorlanmadığı için öyle görünmemiş olabilir. ne var ki, yaptığı hata da, hataydı yani arkadaş. topu elinden kaçırarak, adamlarını paylaşmayı becerememiş stoper ikilimizin hatasını da saklamış oldu; çok mülayim çocuk lan...
bu maç gösterdi ki, tomas ujfalusi'nin yokluğunda stoperden kim oyun kuracak diye endişelenmemize gerek yok; zira fatih terim'in talimatları arasında, topu stoperden oyuna sokmak gibi bir görev yok. belki bu açıdan sorun değil, ama ujfalusi'nin yokluğunda, stoperler göbekten üzerlerine gelen rakibi karşılayamıyor. taktik defans denen de bir şey var arkadaş; ujfalusi'nin stoper partnerini toparlayıp idare etmesiyle de olsa, bunu bir şekilde uygulamak zorundayız.
servet ve gökhan ikilisinin neden olmayacağına dair sabaha kadar da yazsam, söylediklerimin tek kelimesi teknik heyete ulaşmaz. ama vasat bir performans sergileyen sol bekin çağlar birinci, ilk yarı boyunca servet ve gökhan'ın maç boyunca toplamda girdiğinden daha fazla sayıda başarılı kademeye girmişse; kendi takımın, sana kendi yaptığın hatayı açıklıyordur. ujfalusi'nin taktik defans yapması, partnerini de yan toplarda kademeye girecek hale getiremez; yan toplarda adam paylaşımı maalesef defans oyuncusunun bireysel becerisine bağlı tamamen. ama göbekte yan toplarda rakipten önce kafa vurabilen en az bir tane adamın yoksa, zaten mağlubiyeti göze almış oluyorsun. zaten bu sebeple ikinci yarı, yan toplarda felipe melo ceza sahamızın içine girip, üçüncü stoper olarak markaja katıldı; kontratağa çıkarken topu ileriye hızlşı taşısın diye getirdiğimiz adam, işini gücünü bırakıp savunmada adam paylaşımıyla uğraşıyordu.
şu rakibine bir bak arkadaş; bütün oyun planını, defansta hata ihtimalini sıfıra indirmek, hiç bir risk alamamak üstüne kurmuş. e peki sanıyor musun ki bu rakip bir puana razı? öyle olsa, transfer bütçesinin çoğunu neden hücum oyuncularına döksün, neden pierre webo gibi bir adamı getirsin parası neyse verip? defansta açığını yakaladıkları anda yazacaklar işte; ister kontratak futbolu de, ister beleşçilik. bu oyun sistemi, adamların gayet bilinçli bir şekilde çalışıp uyguladıkları bir plan. webo, ilk 15 dakika defansı tarttıktan sonra, ayağına topu alır almaz stoperlerin üstüne sürerek servet ve gökhan'ı rezil etti; buna bir önlem almak için devre arasını mı beklemek gerekiyordu?
stoper ikilisi ile ilgili bu anlattıklarım, tespitten ibarettir; ujfalusi stoperde de başlasa, futbol bu, benzer bir yan toptan golü yiyip üç puanı olimpiyatta bırakabilirdik pekala.
ujfalusi'nin sağ bekte takımın hücum gücüne sağlayacağı katkı, maçın skoru açısından bu kadar kritik olmamalı. senin bir hücum planın olur, göbekten yönlendirilen organize ataklar yaparsın; bekler de arada çıkar, atak tazeler, dönen toplarda ikinci ortayı açar, vs. ne kadar kaliteli bekleri olursa olsun; hiç bir takım gol için bek oyuncusunun ayağına bakmaz, 5-3-2 oynuyorsundur amenna. dolayısıyla; ujfalusi hücuma çıkacak diye, stoperi de milli takım komedisi servet-gökhan ikilisine emanet edip bırakamayız.
sözlüğe şöyle bir göz gezdirdim; çok sayıda yazar, orta sahadaki etkisiz oyunun çözümünü, o lanet 10 numara tabir edilen futbolculardan bir tane transfer etmekte bulmuş. ülkede yoksulluk ve kaos artınca, panik halde bütün yetkiyi hitler'e seve seve devreden 1930'lar almanya'sı gibi... bir daha bu takımda, top rakipteyken oyunu durduğu yerden seyredip defansın topu geri alarak kendine iade etmesini bekleyen, savunmada takımı 10 kişi bırakan(bunlara bu yüzden "10 numara" diyo olmasınlar?!), takımın hücum alışkanlığını kendine bağımlı hale getiren ve bu şekilde senede 10 gol, 20 asistle oynayan, "yetenekli futbolcuyum olum ben; işiniz ne, taşıyacaksınız beni!" tafralarında "yıldız" futbolcu görmek nasip olmaz umarım.
arkadaş; orta sahamızda selçuk inan diye, alnından öpülesi bir kardeşimiz var. bu adam, bir "orta saha oyuncusu" ! orta alanda rakiple boğuşup top kapma mücadelesi sürerken, bu adamın bir alex gibi, bir lincoln gibi rakip yarı alandaki boşluklara kaçıp orada top istemesini bekleyemezsin; o
bir alex değil! topla oynamaya orta yuvarlaktan başlayacak, boğuşacak, topu ileriye kendi taşıyacak. ama rakibin en kalabalık olduğu mevki olan ön liberoyu da, tek başına çalımlarla geçerek ceza sahası ön çizgisine varamaz tabi ki; yanına ayağı düzgün biri gerekecek, onunla paslaşacak, öyle ilerleyecek. partneriyle birlikte orta sahadan ilerleyip ceza sahsına vardıktan sonra, artık seçluk ya da duruma göre partneri olan oyuncu, o noktada öldürücü pasla asistini de yapar, oyunu da yönlendirir, şutunu da çeker. selçuk'un "yanına(önüne değil!)" gereken bu ayağı düzgün, pas verebilen orta saha oyuncusunun sabri sarıoğlu olmadığını artık herkes biliyor. ikinci yarı yekta kurtuluş'un oyuna girişi, selçuk'un performansını olumlu etkiledi ama yekta'nın bireysel performansı hala yeterli değil. iyi sinyaller veriyor, haksızlık etmemek gerek; ayrıca zaten "kalır mıyım, gönderirler mi?" korkusuyla cebelleşirken, "hadi yekta, benim yanlış kadro tercihlerimle boka saran maçı çevir; kahraman ol!" diye aslanların önüne atılmışken ne kadar performans beklemek gerekir bilemiyorum. ama adam maç boyunca yaptığımız en net atağı da organize eden adam; oyuna pas hatasıyla başladı ama hemen çökmedi.
bak; bu tespitler, dediğim gibi maç falan kazandırmaz. ama selçuk-sabri tercihi, onlardan bir derece farklı. selçuk'a hem pasla rakip orta sahasını göbekten delerek geçme görevini, hem de yanına paslaşsın diye sabri'yi verirsen; zaten selçuk'u etkisiz bir oyun oynamaya mahkum etmiş olursun. gerekli şartlar oluştuğunda, selçuk inan'ın oyunun sonucuna ne kadar büyük etkide bulunabilen bir oyuncu olduğunu hepimiz biliyoruz. ama trabzonspor'da takımı golleri, asistleri ve mücadelesi ile sırtlarken; yanında hem düzgün ayaklı, hem de onun gibi çalışkan bir partneri vardı hatırlarsanız: gustavo colman...
büyükşehir belediyespor, dediğimiz gibi, savunmada hata riskini sıfıra indirme planıyla oynayan bir takım. bu takıma gol atmak için, onları bizim hataya zorlamamız gerekir ama hücum ve organizasyon gücümüzün %50'sini oluşturan orta sahamızı, yanlış oyuncu tercihleriyle etkisizliğe mahkum edersek; galibiyet şansımız zaten yok.
daha önce
galatasaray futbol takımı başlığında yazmıştım
***; felipe melo, teknik olarak yeterli de olsa, mentalite olarak orta sahada selçuk inan'a partner olacak tipte bir futbolcu değil. bu maç bence bunu da gösterdi; eğer teknik yetseydi, melo ve selçuk belediye orta sahasını otobana çevirirdi. felipe melo, bir ön libero olarak atak tazeleme ve orta saha oyuncularını destekleme şeklindeki ofansif görevlerini gayet başarıyla yerine getiriyor(şutunu daha göremedik). korkum o ki, sezon içinde yekta kurtuluş selçuk inan'ın yanında dikiş tutturamazsa, kendisinden(melo'dan) selçuk'a partner yaratılmaya çalışılacak ve bu da form durumunu kötü etkileyecek. ulan hadi be yekta!
ileri üçlü içler acısıydı...
eboue'yi bir sol açık olarak beğenmedim. zaten içeri katetmek gibi işlerden, dar alanda futbol oynamaktan hiç hoşlanmıyor; kanat bekte ya da sağ açıkta(sağ forvette değil) yardırmayı seviyor. colin kazım'ın da, kendi mevkisinde oynamasına rağmen, açıklanamaz şekilde etkisiz olması; milan baros'u besleme işini tek başına eboue'nin omuzlarına yükledi. bu kazım maça fırtına gibi başladı, başladı; ilk yarım saat içinde etkili olmazsa, hiç düşünmeden al kenara. bir iki top kaptırdı mı, hemen morali bozuluyor. iki kanat adamı da etkili olamayınca, beklerden beklenen hücum desteği de alınamayınca, rakip stoperlerin arasında sağ ve sol forvetlerden pas beklemekle görevlendirilen milan baros, etkili olmadı... ya ne olacağıdı? iyi haber şu ki, eboue, sol bekte hiç sırıtmıyor. fundamental olarak çok sağlam bir futbolcu, markaj konusunda ters-düz kademe ayırt etmiyor ve iki ayağıyla da gayet rahat çalım atabiliyor. kendisini sol bekte değerlendirir, belediye maçının ikinci yarısında adam gibi futbol oynayan sabri'yi kendi pozisyonunda oynatır ve ujfalusi'ye de stoperden çıkma yasağı getirirsek; daha çok güven veren bir defansımız olur.
yine de bize bu üç puanı kaybettiren; belli ki hasan şaş'ın sezon öncesinde belirtme ihtiyacı duyduğu özgüven aşılanması eksikliğiydi. takım, tüm panik haldeki görüntüsüne rağmen, şöyle-böyle binbir çabayla geliştirdiği ataklardan, hep son vuruşlardaki zamanlama hataları ya da bitirici pas tercihlerinde yapılan yanlışlardan dolayı golle buluşamadı. hepsi de panikten...
kadro tercihlerinde yapılan hatalar düzeltilirse bile, ileriye dair sadece "umut" var. sahada işler planladığı gibi gitmediğinde, çözülmeden, oyun disiplininden kopmadan ve paniğe kapılmadan en fazla yarım saat dayanabiliyoruz; ki bu da bir fatih terim klasiğidir. gülü seven, dikenine katlanır diyelim...