galatasaray dergisine röportaj vermiştir.
---
alıntı ---
galatasaray’a transfer sürecin nasıl gelişti, tercih sebeplerin nelerdi?
bir futbolcu olarak her zaman ileri adım atmak istersiniz. bazen en üst seviyedesinizdir; ama gün olur, işler iyi gitmez; aynı seviyede kalamazsınız. işte, o anda yeni bir hamle yapmak istersiniz. galatasaray, en iyi seçeneğimdi. benim gözümde avrupa’nın en büyük kulüplerinden biri. hâlâ şampiyonlar ligi’nde, hâlâ türkiye’de şampiyonluğa oynuyor. ben de kupalar kazanmak, başarılar elde etmek istiyorum. galatasaray’a gelme kararımda etkili olan unsurlar bunlardı. istanbul’a daha önce gelmiştim. şehir hakkında ufak da olsa bildiklerim vardı. ve istanbul da seçim yapmamı kolaylaştırdı. ama tabii ki özellikle kulüp yapısı beni etkiledi. hollanda’da çok sayıda türk yaşıyor, galatasaray’ın büyüklüğünü oradan da biliyorum. ilk görüşmemizde, buraya gelme konusunda ikna olmuştum bile. tüm detayları ve gerekli prosedürü tamamlamak sadece 48 saatimizi aldı. evet, farklı takımlardan teklifler vardı. ama menajerimi aradım, “tamam” dedim, “galatasaray’a gitmek istiyorum, hadi şu anlaşmayı yapalım.” ve şu anda da buradayım.
üç buçuk sezonluk bir sözleşmeye imza attın. ancak daha sonrası için bir planın var mı, galatasaray’ı gelecekteki kariyerinde nereye koyuyorsun?
evet, üç buçuk sezonluk bir kontrat imzaladım. ve tabii ki burada takımın en iyilerinden biri olmak, kulüp ve taraftarlar için önemli işler yapmak istiyorum. başkan için de… beni buraya getirme konusunda çok güvenli davrandı. kendisine teşekkür ederim. üç buçuk yıl sonra? benim için hiçbir problem yok. şu anda kendimi çok iyi hissediyorum. taraftarlar ve takım arkadaşlarım tarafından kabul edildim. asla bilemezsiniz. belki 40 yaşında hâlâ burada oynuyor olurum, bilemiyorum. bu, ilerleyen dönemde konuşabileceğimiz bir konu.
galatasaray, son iki sezonda atletico madrid’den tomas ujfalusi, arsenal’dan emmanuel eboue, juventus’tan felipe melo, lazio’dan fernando muslera ve real madrid’den hamit altıntop’un yanı sıra milli takımın en önemli oyuncuları selçuk inan ve burak yılmaz’ı kadrosuna kattı. bu transferleri nasıl değerlendirirsin?
kararımı vermeden önce kimlerle hangi takımda oynayacağıma da baktım elbette. çok güçlü bir oyuncu kadromuz olduğunu düşünüyorum. takımı bu sezon şampiyonlar ligi maçlarında da izledim, çok iyiydi. ben de bu takımın parçası olabilmek için sahip olduğum tüm enerjiyi vermek, kalitemi göstermek zorundayım. kazanmayı istiyorum. ve o yüzden buradayım. daha önce de söyledim; galatasaray, türkiye’nin en iyi kulübü. avrupa’da ise her geçen gün büyümeye devam ediyor. bu isimlerin de galatasaray’a gelmek istemesi oldukça doğal. bunda hiçbir gariplik yok; çünkü onlar da başarılar kazanmayı arzuluyor.
hollandalı için başarının bir modeli varken neden barcelona yerine real madrid’i tercih ettin?
dürüst olmak gerekirse; real madrid, beni transfer etme konusunda çok ciddi davrandı. ispanya’da benim için iki ihtimal vardı: real madrid ve barcelona. ben her zaman real madrid’in formasını sevmişimdir, düz beyaz! gençken çok formam vardı. biliyorsunuz, dünyanın her yerinden forma alabilirsiniz. ben hep real madrid formam olsun isterdim. real madrid bana bir teklif verdi. çok heyecanlandım, “tamam” dedim, “hadi yapalım şu işi.” barcelona çok büyük bir kulüp. özellikle son altı-yedi yılda her şeyi kazandılar, inanılmaz bir futbol oynuyorlar; fakat ben madrid’in tarihinin biraz daha heybetli olduğunu düşünüyorum. orada oynadığım için kendimi gerçekten oldukça mutlu hissediyorum.
ikinci sezonun sonunda real madrid’den neden ayrılmak zorunda kaldın?
ikinci sezon oldukça zor geçti benim için. bazı kişisel problemlerim vardı. kulüp birtakım ekonomik sıkıntılar yaşıyordu. en azından öyle söylenmişti. cristiano’yu [ronaldo] alacaklardı. ve hâlâ değeri olan oyuncuları nakit akışını sağlamak için satmak istiyorlardı. bu yüzden [arjen] robben ve ben kulüpten ayrılmak zorunda kaldık. benim için büyük bir mesele değildi. real madrid ile la liga’da ve ispanya süper kupası’nda şampiyonluk yaşamıştım. doğru kararı verebilmek adına yeni adımım için düşünmeye başlamıştım. o dönemde inter benimle ilgilendi. başında jose mourinho gibi büyük bir teknik adam vardı. ve karar vermek zor olmadı.
2010 uefa şampiyonlar ligi finalin en ilginç tarafı, arjen robben ile wesley sneijder’ın eşleşmesi olmuştu. sen inter’in en önemli oyuncusuydun. robben ise sezon boyunca bayern’i taşıyan isimdi. ve ironi, final real madrid’in evindeydi. karma’ya inanır mısın?
kesinlikle inanıyorum. bakın, bu eğlenceli bir hikâyedir. bizi madrid’den milano’ya götüren uçaktaydık. eşimle konuşuyordum, kardeşim ve menajerim de oradaydı. madrid’den ayrılalı beş dakika olmuştu. uçak hâlâ yükseliş hâlindeydi, havadaydık. birbirimize dedik ki, “sezon sonunda şampiyonlar ligi finalinin madrid’de olduğunu biliyorsunuz, değil mi?” [kısa bir sessizlik…] “o zaman şu konuda anlaşalım, madrid’e sadece o finali oynamak için döneceğiz.” final maçından önce de, “buraya gelme konusunda birbirimize nasıl bir söz verdiğimizi hatırlıyor musunuz” şeklinde bir konuşmamız olmuştu.
2010 yılında fifa ballon d’or ödülleri’nde ilk üçe girmen gerektiği söylenmişti çok sayıda futbol otoritesi tarafından. seni ödülü kazanan lionel messi’nin önüne koyanlar dahi vardı. sen ne düşünüyordun o sezonki sıralama (messi, iniesta, xavi) hakkında?
o sezon zaten çok mutluydum. uefa şampiyonlar ligi’ni, italya ligi’ni ve italya kupası’nı kazanmıştım. fifa dünya kupası’nda final oynamıştım. mutlaka bireysel ödül kazanmak güzeldir; ama takım hâlinde bir şeyler başarabilmek daha güzeldir. bireysel bir ödülün sahibi olduğunuzda da o takıma aittir; çünkü arkanızda bir takım olmadığı sürece tek başınıza bunu yapamazsınız. takım başarısını bireysel ödüllere tercih ederim her zaman. bana bugün, “galatasaray ile uefa şampiyonlar ligi’ni kazanmak mı istersin, yoksa fifa ballon d’or ödülü’nü mü” diye sorarsınız, kesinlikle galatasaray ile avrupa’da şampiyon olmak istediğimi söylerim.
jose mourinho’nun ardından inter’de ve bireysel performansında neler değişti?
her şey, her şey… takımın performansı düştü, takım ruhu kayboldu, bazı oyuncular gitti. mourinho, inter’den ayrıldıktan sonra altı veya yedi farklı teknik adam göreve geldi. o, takımın başındayken başarılı bir sistem vardı. takımı çok iyi hazırlıyordu, sahada ne yapmamız gerektiğini iyi biliyorduk. [rafa] benitez geldikten sonra tüm sistemi değiştirdi. santrfor oynadım, sol kanada geçtiğim oldu. sadece kalede oynamamıştım! bu periyottan mutlu değilim elbette; ama geçmişte kaldı. artık sadece geleceği düşünüyorum.
fatih terim hakkındaki ilk izlenimlerin nasıl, benzer iletişimi terim’le yakalayabileceğini düşünüyor musun?
çok güçlü bir insan, bunu kolaylıkla görebilirsiniz. eğer kafasında bir şey varsa, onun için sonuna kadar kararlılıkla gidebilir. bu konuda çok iyi anlaşabileceğimizi düşünüyorum. ben de aynı şekilde bir hedef belirlediysem kendimi onu gerçekleştirebilmek için kararlılık gösteririm. antrenman sistemini çok sevdim. sert, koşu ve baskı üzerine, şut çalışması var. bunu hollanda antrenman metotlarıyla karşılaştırabiliriz, benzerlikler var. burada birlikte güzel günler yaşayacağımızı düşünüyorum.
en yararlı olabileceğin saha içi dizilişi hangisi?
kariyerim boyunca farklı sistemlerde oynadım. 4-4-2’de iki oyuncunun merkezde, birinin geride, diğerinin “trequartista” [10 numara, 4-1-2-1-2] olarak önde olduğu, elması andıran dizilişte sıklıkla yer aldım. aynı zamanda 4-2-3-1 de oynaması keyifli bir sistem. bazı sistemleri oynamak için ona uygun oyuncularınızın olması gerekir. biz yakın zamana dek, hollanda futbolunun alışık olduğu, 4-3-3 dizilişini gerçekleştiremiyorduk; çünkü hücum üçlüsünün kanatlarına koyabileceğimiz oyuncu yoktu. bir kanat oyuncumuz vardı, [arjen] robben. ama diğer kanatta sıkıntı yaşıyorduk. şimdi iki kanat oyuncusuyla oynayabiliyoruz. ve bu yüzden farklı bir sistem deneyebiliyoruz. dediğim gibi, bazı sistemler için ona uygun oyunculara ihtiyaç var.
taraftara mesaj…
ilk günden itibaren bana verdikleri his, yarattıkları etki için onlara çok teşekkür ederim. iç saha maçlarında oluşturulan atmosfer hakkında çok farklı hikâyeler duydum. onların önüne çıkmak ve bu atmosferin bir parçası olmak için sabırsızlanıyorum. taraftarlarımızı gururlandırmak, kalitemi göstermek istiyorum.
wesley sneijder ve jose mourinho
sıradışı bir taktisyen olmasına rağmen jose mourinho’nun en büyük özelliklerinden biri insan yönetimi. o, psikolojik faktörlerin futbolcu yetenekleri kadar önemli olduğuna inanır. ve oyuncularıyla arasında her zaman özel bir ilişki vardır. o, “özel biri” evet; ama onu neler özel biri yapıyor?
bu, sahip olduğu en büyük kalite. bir teknik direktör için 11 oyuncuyu tatmin etmek çok kolaydır; ama 23 oyuncuyu aynı anda mutlu edebilmek için gerçekten önemli bir iş yapmak gerekir. o, oyuncularıyla her gün konuşur, size ne demesi gerektiğini iyi bilir, bir diğerine nasıl konuşması gerektiğini… duygularınıza hitap eder. kendimden bir örnek vereyim. inter’de birkaç maç oynadıktan sonra, “hey, wes. yorgun musun” diye sordu bana bir gün. günlerden pazartesiydi, bir gün önce ligde bir maça çıkmıştık. “hayır, hayır. iyiyim” şeklinde cevap verdim ben de. “tamam, ama şu sıralar biraz fazla oynadın. bir süreliğine dinlensen fena olmaz sanki” dedi tekrar. ona dinlenmeye ihtiyacım olmadığını, hâlâ genç olduğumu ve antrenman yapmak istediğimi söyledim. israrlıydı. “hayır, hayır” dedi. “bak, ne yapacağız biliyor musunuz? beş günlüğüne ülkene gideceksin. cuma günü geleceksin. ve cumartesi antrenman çıkacaksın.” şaşırmıştım. “ama koç” dedim, “pazar maç var, o maçta oynamak istiyorum!” sakinliğini koruyordu. “e, oynayacaksın” diyerek karşılık verdi bana. “nasıl yani, yapma. beş gün dinlendikten sonra, sadece bir gün antrenman yapacağım ve pazar günü maça mı çıkacağım?” bana bunun kendisi için hiçbir şekilde problem olmayacağını söyledi. ben de gittim, ne yapayım? beş gün boyunca ailemle zaman geçirdim. cumartesi gecesi antrenmana geldiğimde, bana çok büyük bir iyilik yaptığını hissettim. ben de ona daha fazlasını vermek için çabalamalıydım. bana maçtan önce, “bak, ben sana beş gün izin verdim. sen de bugün sahada kendini göstermek zorundasın” anlamına gelen bir şey söylemedi. ama ben bu konuşmayı aklımın bir köşesine koymuştum. o maçta inanılmaz oynadım. koşuyordum, koşuyordum… onu tatmin etmek için her şeyi yapıyordum. kötü hissetmesini, “ona evinde vakit geçirmesi için beş gün izin verdim. ve hiçbir şey yapmıyor” diye düşünmesini istememiştim.
peki, jose mourinho döneminde hiç özel bir soyunma odası hatıranız var mı?
şampiyonlar ligi’nde barcelona ile yarı final maçına çıkacaktık. herkes, hollanda’daki tüm arkadaşlarım inter’in barcelona karşısında şansı olmadığını söylüyordu. dürüst olmak gerekirse; ben de kendime, “evet, buraya kadar gelerek önemli bir iş başardık. şimdi de barcelona ile yarı final oynayacağız” diyordum. milano’daki taraftarlar da yarı finale dek geldiğimiz için mutlulardı. maçtan bir gün önce takım hâlinde bir toplantı yaptık. ve neredeyse bir buçuk saat sürdü. normalde maç toplantıları 15-20 dakika sürer. ama o toplantı sonrasında kazanmamız gerektiğine ikna olmuştu. mourinho, toplantı boyunca bize, “eğer bunları yapabilirseniz, kazanacaksınız” hissini vermişti. ve 3-1 kazandık! ilk golü onlar atmıştı; fakat o toplantı sayesinde hâlâ kazanacağımızdan emindim. o, o gün bize çok özel bir şey vermişti... sahip olduğum en güzel soyunma odası hatırası.
2010 fifa ballon d’or ödülleri esnasında mourinho’ya hitaben çok duygusal bir konuşma yapmıştın. söylediklerin sonrasında gözyaşlarını tutamamıştı…
ağlıyordu. ve yerime döndüğümde bana sıkıca sarılmıştı. aramızda çok özel bir ilişki var. hâlâ haftada iki kez telefonda konuşuruz, iletişimimiz hiç kopmadı. hatta bugün bir mesaj gönderdi bana: “hamit [altıntop] çok iyi bir çocuktur. sana karşılaşacağın yeni kültüre adaptasyon sürecinde yardımcı olacaktır.” aynı zamanda fatih terim’i de çok seviyor.
---
alıntı ---