bu olay esasında çok basit bir olay değil ancak yaşanılanlardan sonra ve geldiğimiz noktada gayet alenen görülecek, anlaşılacak, değerlendirilebilecek bir husustur. gözüken o ki hala bazı şeyler - ne yazık ki- anlaşılamamış olup kişisel fikir veya nefrete göre olayları yontmuş bazılarımız. buna itirazım var, bu olayı doğrusuyla yanlışıyla taraf seçmeksizin tekrardan izah etme gereği duydum:
şimdi ünal aysal ve fatih terim karakterlerini ayrı ayrı inceleyelim:
ünal aysal: açıkçası 2000'li yıllardan evvel oturup da bir galatasaray maçı izlememiş bile olabilir. o derece spordan ve galatasaray'dan uzak bir isim. yöneticiliği on numara, vizyonu geniş, dik başlı, inatçı, ekonomist biri. bu olayda karşımıza çokça çıkacağı üzere de
egosu yüksek. ''ünal başkanın egosu yüksek değildi'' diyen yalan söyler açık ve net. fatih terim kadar egoist biriydi netice de olay buradan patlak verdi zaten.
hitabet konusunda çok gelişkin oluşu, beyefendiliği ve karizması ile ve 100 milyon dolarıyla geliyor yalanı dolayısıyla daha başkanlığa adaylığını koyduğundan itibaren taraftarın desteğini toplamış bir başkan. elmander vb birkaç isimle kendisinden önce anlaşılmış olması, tt arena'nın ilk sezon başlangıcının kendisine denk gelmesi, yüksek kombine ve bilet gelirleri ile birkaç sürpriz hediyeyi de masasında buldu doğrusu. nitekim bunları çok doğru şekilde kullanarak da küçük avantajları dağa çevirmeyi bildi vizyonuyla. kaldı ki adnan polat döneminden kalan bitiklik, acizlik ve ekonomik olarak dibe vuruşu ve temlik edilmiş gelirler ile adeta bombaya kafa attı ünal aysal.
derin galatasaray adı verilen oluşumun faruk süren sonrası dönem için sakladığı büyük koz idi, 2000'den önce kulübün yolunu bilmeyen ünal başkan'a yavaş yavaş camianın dinamikleri tattırıldı. ufaktan maçlara gelmeye başladı, aig hisse konusunda kulübe iyilik yaptı, 100. yıl belgeselinin sponsorluğunu üstlendi. bunları neden yaptı ünal başkan? gayet tabii galatasaray aşkından falan yapmadı. bir projenin öznesiydi, ve yeri/konumu/zamanı
adnan polat sonrası olarak belirlenmişti. adnan polat 2009'da bıraksa 2009'da, 2013'te bıraksa 2013'te başkan olacaktı, 2011'de kısmet oldu. neden adnan polat sonrası? işte burası biraz kirli...
neyse, bitmiş galatasaray'a karizması ve vaatleri ile adeta güneş gibi doğdu desek yeridir. gelelim fatih terim eksenine:
fatih terim: milli takımdan gönderilmiş, epeyce süredir boşta kalmış ve ömrünü verdiği galatasaray'dan yaklaşık 9 sene ayrı kalmış bir isim... 2011 yazında terim'in, bize imza attığı anı unutamam. öylesine özlemişti ki öylesine mutluydu ki tekrardan bu camiaya döndüğü için, sanki nice zaferler yaşatmaya ant içmiş gibiydi. terim galatasaray'ı gerçekten özlemişti. hayatının galatasaray'dan en uzun süre kopuk kaldığı dönemiydi ve ömrünü verdiği camia dibe vurmuştu. işte tam başarı öyküsüne konu olacak bir zaman ve durum. bir yanda aziz yıldırım'ın türk futbolu üzerindeki pislik ve karanlıkları, bir yanda yıldırım demirören sonrası fikret orman ile ''feda'' diyen ama taş gibi takım kurup yeniden yapılanan beşiktaş, şike süreci, selçuk inan belirsizliği... türk futbolunun gündemi o dönem bunlardan ibaretti.
bir kıyas yapacak olursak, ünal aysal da terim de karizmatik, egoist, başarılı, vizyonlu, zeki adamlardı. ancak aralarında tek bir bariz fark vardı o da galatasaray sevgisi...
terim giderken delicesine ağladı, terim sonrası camia yine dibe vurdu ama ünal aysal'ın zerre umru olmadı. en büyük mesele bu aslında. her şeyi bir kenara bırakalım galatasaray sevdalısı biri sırf galatasaray başarılı olsun diye bile terim' müsamaha gösterebilirdi. ünal aysal göstermedi zira camia da umrunda değildi. terim, anlaşması zor bir insan, kibirli, başarı kazandıkça dayılaşan bir teknik adam. ama çok mu zordu galatasaray menfaatleri için bazı şeylere göz yummak, kaldı ki bir alev söz konusuysa ilk kıvılcımı çakan terim değil aysal olmuştur.
terim açıkçası ünal aysal yönetimine çok bile dayandı, şahsen terim'e yapılanlar bana yapılsa daha erken giderdim. çok bile dayandı dedim ama gerekçe vermedim, şimdi gerekçeleri belirtelim:
1) her şey ama her şey sneijder krizi ile başladı. terim, sneijder'e öncelik verilmemesini 1) kaka 2) tadic 3) djuricic 4) sneijder sırasının izlenmesini talep etti ki bir teknik adam olarak en doğal hakkıdır çalışacağı adamı seçmek ve istemek. kaka'yı üstünkörü yokladılar ama hemen ardından italya'ya gidip moratti ile sneijder pazarlığı yapıldı. taraflar anlaştı. hocanın fikri dahi sorulmadan:
sneijder'i de alırım,
onu oynatacak hocayı da dendi. kaba, kırıcı, özensiz ve ahlaksızca bir söylem esasen. dediğim özellikler hoca terim diye değil, riekerink bey de bu söylemin muhatabı olsa aynı kırıcılık ve kabalık geçerli.
düşünsenize, dursun özbek bugün çıkıp, '' diarra'yı da alırım onu oynatacak hocayı da'' diyor. vallahi florya'yı basar taraftar sinirinden. ancak söylemin muhatapları aysal ve terim olunca taraf oluyor bazılarımız, olmamalı. bu söylem çok yanlıştır ve tek başına bile istifa sebebidir bir teknik direktör için.
2) ''
fatih hoca bize ilkokul, ortaokul, hatta lise de okutur. ama üniversite okutamaz. bize üniversite okutacak bir hoca lazım" bizzat ünal aysal tarafından bir sohbet sırasında kamera ve mikrofonların önünde söylenmiş ünal başkan vecizesi... pardon da değil terim hikmet karaman da olsa takımın başındaki isim, bu yapılan ahlaksızcadır kimse kusura bakmasın. bu her şeyden önce ''rahat batmasıdır''. takımın 2 sene üst üste şampiyon olmuş ve sen resmen kaşınıyorsun ego savaşı başlatıyorsun, olmaz arkadaş!
3) terim gibi bir hoca varken bir futbolcuyla (drogba) takımın prim pazarlığının yapılması alenen terim'e
defol git demektir başka bir şey değil. intihardır. kaçınılmaz olaylar dizisini göze almaktır. kaldı ki prim pazarlığı yapılacaksa bu gayet de hoca ile yapılır her hoca ile yapılmalıdır. bu tamamiyle ünal aysal'ın terim'e yol vermek isteyişi ve biraz da işbilmez oluşuyla ilgili bir olay.
4) ''eleman''...
herkese eleman dersin ama terim'e diyemezsin arkadaş. statü olarak evet elemandır ama aslen elemandan çok daha üsttedir. sen terim'e eleman dersen taraftarın sana başkaldırır. haklıdırlar da, kazandığın şampiyonlukların %33'ünü bizzat kazanmış bir adama eleman deme abi, diyeceksen de diyebilir olsan da deme ya! gerek mi var bu tarz kinayeli laflara, gerek mi var söz ile birbirinizi ve camiayı yıpratmaya? eleman kim ya? eleman bülent tulun'dur, lütfü arıboğan'dır. terim değildir. terim her türlü hakareti hak edebilir ama bir galatasaraylı olarak terim'e
kasten eleman denmesi içimi cızlatır.
5) ''terim hakkında 24 ila 48 saat içerisinde bir karar vereceğiz.'' bir kararın veya düşüncen varsa otur hocanla konuş abi, basın toplantısıyla bildiri gibi haber vermekle olur mu bu iş?
dikkat!! terim velev ki çok huysuzluk etmiş, olmayacak işler yapmıştır ve sen de hocayla çalışmak istemiyorsundur. çekersin terim'i kenara, bak hoca artık senle yola devam etmek istemiyorum dersin ve konu kapanır. terim zaten bugüne kadar ne istenmediği yerde durmuştur, ne de para pul tazminat hesabı yapmıştır. saniyesinde çeker gider zaten istemiyorum derseniz. ee neden uzattılar olayı, egolarrrrr.
dikkat!! bu süreçte terim'in de kaşındığı noktalar olmuştur, bunlardan en barizi başkanın telefonlarına çıkmayışıdır. ki kabul edilemez. amaaa terim bunları yukarıda bahsettiğim olayların tümü yaşandıktan sonra yapmıştır. dolayısıyla yaptığı her ne kadar yanlışsa da aysal zaten böyle olmasını isteyerek yukarıdakileri yapmış ve terim'i tahrik etmiştir. onun dışında florya'da ünal başkan için
ünal efendi diye hitap edilmesi galatasaray kültürüne ve terim'e yakışmayan bir şeydir.
ve belki de en trajikomik sahne şudur bu süreçte, ki sinirimden elim ayağım titremişti vakti zamanında bu olayı öğrendiğimde:
aysal ile terim kahvaltıdayken telefon çalar ve yıldırım demirören nezaketen konuşmasını tamamladıktan sonra, terim'i 4 maçlığına türkiye milli takımına vermesi için aysal'dan izin ister.
aysal da durur mu yapıştırır cevabı, terim'in hemen yanında:
'' hay hay, isterseniz komple de verebiliriz.'' :(
maalesef olay budur. daha birçok etken ve saçmalık mevcut olup iki tarafa da kızgın olmamla beraber aysal'a daha kızgınım zira her şeyi o başlattı. neticede terim gitti ve aysal bir üniversite hocası getirdi: roberto mancini... kendisi aysal'a üniversite okuttu ama 4 ay deplasmanda maç kazanamadı. bu kadar da acıklı ne yazık ki hikayenin sonu.
ayrıyeten abdurrahim albayrak'ın bu süreç hakkında söylediği ve doğrulu teyit edilmiş sözlerin alıntısını da paylaşmak isterim:
---
alıntı ---
"ünal aysal, 'fatih terim galatasaray'a yakışmıyor'' dedi
-2'nci seneden sonra ünal aysal çok dolduruşa getirildi. hatta, soyunma odasında bazı futbolcular direkt başkanı aramaya başladılar. "ya hoca, ya ben" dediler. o zaman bu işin çok sıkıntıya gireceğini söyledim. bir maçtan sonra da soyunma odasından yukarıya beni çağırdılar. ünal aysal, "radikal kararlar aldım, hocayı gönderiyorum. galatasaray'a yakışmıyor" dedi. herhalde mersin idmanyurdu maçıydı. hem ali dürüst, hem ben karşı çıktık. biz de ayrılırız dedik. şampiyonluğa gidiyoruz. 2 gün sonra juventus maçı var. biz o akşam o işi vazgeçirdik. hocayı o akşam göndertmedik."
"hocaya gerek yok"
-o an belli ki, bizimle çalışmayı kafasında bitirmiş belli ki. şampiyonluk yemeği yenmeden, terimiz üzerimizde soğumadan bu kararı almış. bütün camia olarak birlikte olduk. zor şartlarda 2 sene üst üste şampiyon olduk. ben çok heyecanlanıyordum bir maçta, ünal aysal bana dedi ki, "heyecanlanma, niye heyecanlanıyorsun." ben de dedim ki, "bu işin gelecek senesi de var.". ünal aysal da bana, "gelecek sene 2 yıldız getiriyorum, hiç hocaya bile gerek yok. hoca da istemiyorum. bu takım şampiyonlar ligi şampiyonu olacak." dediği anda, ben "eyvah, şimdi yandık." dedim. "siz bu düşünceye kapıldıysanız, biz felakete gidiyoruz. barcelona, chelsea niye antrenör alıyor." dedim."
"seçimin nedeni bizi ve fatih hoca'yı yönetmemekti"
-o seçim kararını almasının nedeni bizi ve fatih hoca'yı yönetememek. kendine o kadar güveniyordu ki, antrenörsüz bile gidebileceğini düşünüyordu. futbolcularla diyaloglara girmeye başlamıştı. ben önceki başkanları da biliyorum. futbolcularla mesafe koyardı. başkan böyle olunca yolun sonuna geliniyor.
-ünal aysal, galatasaray'da başkanlığa gelirken 100 milyon dolar vereceğim, dedi ama vermedi.
-eski yöneticilerden biri bana ağır hastayken 'ölürsen öl' dedi.
-hiç affetmeyeceğim iki şey var. ben ağır hastayken eski yöneticilerden biri bana ''ölürsen öl'' dedi. diğerini ise anlatmayacağım. anlatırsam yer yerinden oynar. bazı insanlar sokağa çıkamazlar.
---
alıntı ---