seçim vardı. iki gün sonra
mehmet cansun başkan seçilecekti.
sokakta biraz top oynadıktan sonra bir kaldırıma oturmuş sohbet eden ağabeylerimizi dinliyorduk. mevzu galatasaray'dı, seçimdi. daha 9-10 yaşlarındaydım. o yaşlardayken kime neydi kim başkan olmuş kim olamamış. başkan adaylarının vizyonu var mıymış, yok muymuş. biz o dönemin çocukları hep başarı görmüştük, kim şeçilirse seçilsin yine başarı göreceğiz zannediyorduk sanırım.
neyse bir abi söze girdi, "ya
ünal aysal diye bir adam var, has galatasaraylı. o başkan olacak adam aslında. çok zengin, isviçre'de bankası varmış, zaten borcumuzun çoğu da onun bankasınaymış" falan dedi. diğer bir abi "o olamaz başkan" dedi, nedenlerini saydıktan sonra "ben de çok isterim aslında o başkan olsun" diye ekledi.
o zamanlar bile başkan olmasını isteyenler vardı. ben
ünal aysal adını ilk defa duyuyordum. ve ondan sonra gelen birçok seçimde de aklımdan hep "keşke
ünal aysal" fikri geçti. nasıl bilinçaltıma yerleşmişse.
sonra aradan yıllar geçti.
adnan polat ve
adnan öztürk'ün giriştiği seçim yarışını taraftarın çok sevdiği
adnan polat kazanacaktı. ben yenilikçiydim.
adnan öztürk'ün kazanmasını çok istiyordum ama diğer taraftan da çok sevdiğim adnan polat'ın yeniden seçilmesi üzerine yine sevinecektim. kim kazanırsa elinden gelenin en iyisini yapacaktı, kazanan galatasaray olacaktı. belki yanıldım, belki de yanılmadım. artık bir önemi yok. ama bu seçim bir şey kanıtlamıştı.
adnan öztürk'ün çok destekçisi vardı ya da birçok yenilik isteyen üye ya da adnan polat'tan memnun olmayan bir kesim. hafife alınmayacak bir kesim, belki de seçim kazandırabilecek bir kesim.
galatasaray
adnan polat başkanlığında tarihinin en kötü dönemlerinden birini geçiriyordu. bizim dönemimiz içinse gördüklerimizin en kötüsünü. hazmedemiyorduk. ali sami yen'den koparılmıştık, daha ne olsun. iyi bir şey mi kötü bir şey mi hâlâ karar verebilmiş değilim kezâ. duygusal zamanlardı. adnan polat'la taraftarın arası açılıyordu. camiayı birleştirecek bir isme ihtiyaç vardı. ünal aysal ismi ilk kez başkanlık için yüksek sesle söylenir olmuştu. çocukluğumun başkan adayı
ünal aysal sonunda başkan mı olacaktı? tabi gönlümde, geçen seçimden yarım kalan bir işi olan
adnan öztürk ismi vardı başkanlık için.
adnan öztürk'ün
ünal aysal'ın listesinde seçime gireceğini öğrendiğimde şaşırmıştım, biraz da kızmıştım açıkçası. biraz korkak görmüştüm ikisini de, kaybetmekten korktuklarını düşünmüştüm.
adnan öztürk'ün belirli bir oy potansiyeli vardı,
ünal aysal'ın da bir itibarı. seçime beraber girdiklerinde kazanacakları garanti gibiydi zaten. ama yinede
ünal aysal camia içinde ki herkesten oy olabilmek adına veya hiçbir kesimi kırmamak adına -artık adını sen koy- biraz dağınık bir yönetim kurulu oluşturmuş gibiydi. yönetim içinde birçok dominant kişilik vardı. birçok birbirine zıt düşebilecek karakter...
ünal aysal başkan olarak seçildiğinde gerçekten sevindim. ama birazda korktum. yönetim içinde karışıklık çıkması pek zor olmasa gerekti. birçok kişiye göre yönetim kuvvetliydi.
ünal aysal "
bülent tulun" dediğinde şaşırmıştım, birçoğumuz şaşırmıştı hatta kızmıştı, kızıyor.
ünal aysal'ın ilk hatası olabilirdi. hata yapmak kötü bir şey değil aslında, hatayı devam ettirmek çok kötü bir şey.
adnan polat'ın vazgeçilmez has adamı
adnan sezgin gibi,
ünal aysal'ın da has adamı vardı artık. bu adamları vazgeçilmez yapan ne hiç anlamadık ve sanırım hiç anlayamayacağız taraftar olarak. ve
bülent tulun çok geçmeden bombayı koymuştu masaya. bir mektup olayı patlak vermişti. şaşırmamıştık. neyse.
aysal başkan vizyon demişti. avrupa'da başarı istiyordu ve oralarda kalıcı olmak tabii ki. başarılı işleri devam ettirme niyetindeydi ayrıca. basketbol şubesine dokunmadı,
hakan üstünberk basketbol şubesinde ki görevine devam ediyordu. çok geçmeden görevini bırakacaktı gerçi.
oktay mahmuti yenilmez armada'nın başında bir sistem oturtmak niyetindeydi. euroleague'e damgasını vuracaktı yenilmez armada; azmiyle, son topa kadar mücadelesiyle, koçuyla, taraftarıyla. mahmuti ile de devam kararı alındı. futbol takımının başına
fatih terim gelmişti. seviniyorduk vesselam, güzel işler oluyordu. falan filan...
alt yapıdan oyuncular çıkıyordu a takımlara. genç oyunculara kendini gösterme fırsatı veriliyordu. futbol takımında
semih kaya,
emre çolak; basketbolda
göksenin köksal,
furkan aldemir gibi gençler vardı. vizyon...
sonra bir şeyler oldu, basketbol şubesi dağıldı. "galatasaray'da kol kırılır yen içinde kalır." değil mi!? işimize geldiği zaman. ne oldu ne bitti anlayamadık, medyaya yansıyan olayların ne kadarı doğru bilemiyoruz. ben kimsenin yanlış bir şey yaptığını düşünmek istemiyorum. bir tarafta sevip saydığım mahmuti, bir tarafta yine sevip saydığım aysal. suç kimde bence
bülent tulun'da.
*ünal aysal ne olursa olsun vizyonu geniş bir başkan. bakış açısı kim varsa kendini başkandan sayan şu an etrafta, hepsinden fersah fersah yukarıda. galatasaray'da birşeylerin değiştiği muhakkak. ve bu değişimin başlangıcı da o. bir dönem daha başkanlık yapmasını canı gönülden istiyorum, hatalarından arınarak. ve sonrasında unutulmayacak bir başkan olacağını düşünüyorum; efendiliğiyle, duruşuyla, vizyonuyla, her şeyiyle.
ha bir de;
adnan öztürk ile
ünal aysal'a kızgınım diyordum. ama sanki aynı yönetimde olmaları yaramış. daha iyi olmuş. çocukluğumun başkan adayıyla, gençliğimin başkan adayı aynı yönetimde daha ne olsun. biraz düşününce iyi bir şey gibi ama
adnan öztürk'ün başkanlığı biraz gecikecek gibi.
*