24
her boş alana konut projesi yapılmasıyla birlikte tarihe gömülmüş futboldur. gerçek yeteneklerin parladığı yerdir. hafta boyunca en kolay sahaya ulaşım alanıdır. haftasonu gelince buralarda pişen yetenekler okul bahçelerinde buluşur ve mahalleler güçlerini kıyaslar. eksikler merdivende oturan yeni çocuklar ile giderilir. kavgalar uzun sürmez, topu aşağı mahallelere kaçıran attığı gibi gider alır, sorumluluk duygusu gelişir. kardeşlik, dostluk, yenilgiyi beraberce üstlenme, galibiyeti birlikte kutlama buralarda öğrenilir. şimdi imkanı olan çocuğunu semtin spor okuluna götürüyor ve ortalama 1 saatlik paralı uygulamayı kenardan izliyor. gerçek futbol bu değil, herşey suni. zeminlerden, formalardan, hocaların tavrına kadar. futbol boş arsaların, arabaların park yeri olarak işgal etmediği sokakların, süresiz saatsiz okul bahçelerinin seni toplumsal alana ilk çıkardığı yerken şimdi kapıda showroomlardan forma alarak içerdeki suni çimde bir saatlik gösteri ile anne babaların gereksiz eğlendiği müesseseye dönüştü. elbette bu işletmeler eskiden beri vardı ama biz sokaktakiler onlarla ortak platformda buluştuğumuzda ciddi şekilde fark yarattığımızı her seferinde gördük. futbol bir tutku ve his oyunudur sonuç olarak, suni mekanlara sığmaz.
23
birçok takımın altyapısından daha da yetenekli oyuncular çıkarma potansiyeli olan çocukluğumuzun futbolu. burda oynadığım, büyüyünce izlediğim o kadar yetenekli çocuk vardı ki bugünkü altyapılardaki çocuklara bakınca bile bunlar nasıl altyapıda oynuyor dedirtebiliyor bana, özellikle o çocukların performansını halı sahada da görünce keşke bi scout gelse de şu çocukları keşfedip çıkarsa ortaya diye çok iç geçirmişimdir.
özellikle güney amerikada çok yüksek potansiyele sahiptir aynı zamanda.
26
1990’lı yılların sıcak yaz günlerinde haftada en az 3 4 gün oynadığım, iki taş, bir top, bir grup da kafadar dostla tüm zamanların en zevkli sporu haline gelen oyundur. mahallenin kedileri seyirci, esnafı scout olur, sokağın güzel kızları ufukta belirince sahadaki vasatlar sürüsünden bir anda zidane’lar, ronaldinho’lar peydahlanırdı.
“atan alır spor”, “direk üstü”, “adamın gol diyor”, “duvardan sektirme”, “pis burun”, “oradan golün var” gibi unutulmaz terimleri literatüre katmıştır. ben en iyi asfalt zeminde oynardım nedense. genelde sağ ileride konumlanır, rakip kaleye çapraz koşularla dalar çok gol atardım. tolga adında, bizim karşı marketin sahibinin oğluyla sahada iyi anlaşırdım. sıkı orta saha oynar, pis ara pas atardı koşacağım noktalara. kardeşim ise takımın değişmez kalecisiydi. apartman görevlimizin oğlu izzet kısa boylu ama fizikliydi. defans kendisinden sorulurdu.
küçük yaşta görev dağılımı, takımdaşlık, sorumluluk almak, yardımlaşmak gibi bir çok doneyi kendi iç güdülerinizle öğrendiğiniz bir yerdi sokak. öyle anne baba eliyle götürülüp spor salonunda bir saat geçirtilerek olacak bir şey değildi bunlar.
boş ve düzgün bir sokak veya arsa bulmak, cep telefonu olmayan ortamda rakip bulup saatleri denkleştirmek, maç sırasında takım arkadaşlarını kollamak, boş kavgaya mahal vermemek, kavga çıkarsa da iki kere düşünmemek…
dediğim gibi iki taş, bir top, bir avuç da sıkı dostla dünyadan soyutlanmanın en güzel yoluydu 90’larda.