(bkz:
#2448660)
küçükken öğretmen olan babam her yaz beni ve kardeşlerimi işe koyardı ve derdi ki "çalışın, hayatın zorluklarını öğrenin"
yerleri süpürmek, bulaşık yıkamak, dükkan dükkan gezip "dürüm yer misiniz abi" diye sormak falan basit işler.
kendim 40 kilo iken 15 kilogramlık mert küp şeker kolilerinden iki tanesini üst üste koyup taşırdım.
en zor geleni de çarşının göbeğinde, kızkardeşimle birlikte gazete üstüne serdiğimiz eski ders kitaplarımızı satmak olurdu.
utanırdım, yalan değil.
kızkardeşime derdim, senin arkadaşların gelirse sen gözden kaybol, benimkiler gelirse de ben...
arkadaşlar sokakta top oynarken, denize tatile giderken ben hep bir işte çalıştım ya da kütüphaneye gidip derslerime baktım.
o günler geride kaldı. kardeşlerim ve ben okuyup bir meslek sahibi olduk, çok şükür kimseye muhtaç değiliz.
şimdi geriye dönüp baktığımda iyi ki bunları yapmışım, yoksa şu anda bulunduğum konumda olamazdım diyorum.
eskiden okuduğum bir kitaptan alıntı yapıyorum.
"geçmişte çekilen sıkıntılar, manevi ve daimi bir lezzet bıraktığı için, bunun düşüncesi dahi insana, musibetin bitmesi gibi lezzet veriyor. yani musibet maddi manevi birçok fayda bırakıp gitti, bundan dolayı bir lezzet tadıyoruz, ayrıca musibet bitti, yerini ferahlığa bıraktı ki bundan dolayı lezzet alıyoruz."
demem o ki genç kardeşim, ağlama.
ileride bugünlerin sana kazandırdığı hayat tecrübesi için tanrıya şükranlarını sunacaksın.
bol şans.