37
62 gibi çok da geç olmayan bir yaşta hayatını kaybetmiş olan galatasaray basketbol efsanesi.
basketbolun ülkerspor-efes pilsen rekabetinden ibaret olduğu ikibinli yılların başında "basketbolda da galatasaray" diyebilen biz hastalıklı ergenlerin kulaklarında, kulaklarında değilse de yeni yeni palazlanan internet ortamındaki satır aralarında hoş bir seda idi. ahmet cömert'in portatif tribünlerine aşılanmaya çalışılan spor sergi ruhunun harcındaki belki de en nadide parçaydı bu güzel abimiz.
futbol takımıyla 1992-2002 arasında 10 yılda 7 şampiyonluk görmüş, bugün bile türk futbolunun hayal edemediği avrupa kupasını yaşamış bir camianın üvey evladıydı basketbol şubesi. gerçi hala daha üvey evlat ama o zamanlar daha da bir üvey evlattı sanki. aziz yıldırım "futbolda bunları alt edemiyoruz nasılsa" diyerek amatör branşlara yönelmese ve kulüp takımları mecburen bir rekabet ortamına çekilmese şimdilerde çoktan kapısına kilit vurmuş olacak şubeye sahip çıkmaya çalışanların ağzından düşürmediği bir isimdi.
aydan siyavuş isminin bile marjinal bir bilgi olduğu zamanlardı işte. "bilmemkaç senelik bu çile" 20'ye doğru koşarken hep bahsedilirdi internet ile tanışmaya başlayan "abi"lerimiz tarafından. 40 defa söylersen olurmuş gayretiyle pelesenk olan yenilmez armada ünvanını yaratanların başında gelirdi. scearce, iziç, dawkins, cem, mehmet diye uzayıp giden ve karşıdaki ergen hiçbirini tanımadığı için boka saran muhabbetlerde anılırdı.
federasyon başkanlığı döneminde çok saydırıdığımız turgay demirel'le beraber forma giydiğini, galatasaray kadın basketbolunun küme düşüp çıktıktan sonraki şahlanışında başrol oynayan cem akdağ'ın o dönemler "bob marley" tarzı saçları ile takımdaki en yakın arkadaşı olduğunu falan uzun yıllar sonra öğrenecektik.
aradan yıllar geçtikçe internete içerik/medya yüklemenin kamuya açılmaktan öte günlük bir rutin haline gelmesiyle şeklini cismini de görmüştük. kah tek tük yüklenen eski bir "vhs" video kaydıyla, çokça da trt3'ün bir dönem boş yaz gecelerinde akış doldurmak için bombaladığı seksenli yıllara ait maç kayıtlarıyla az da olsa gördük o müthiş stilini ve yumuşak bileklerini. en çok da naim süleymanoğlu'nun rekorlarıyla memlekete peyda olan ağzıyla kahkülüne üfleyip ağırlık kaldırma saplantısından önce bu toprakların çocuklarının okulda basket oynarken deneyip yerden yere tekerlenmelerine sebep olan "fade away" basketlerini...
ahmet cömert'ten ayhan şahenk'e geçip kadınlarda gelen avrupa kupası ve erkeklerde gelen çeyrek finalle vites yükselttiğimiz dönemlerdi. euroleague women'in ya da eurocup'un ya da lig şampiyonluklarının hala tatlı bir hayal olduğu yıllardı. abdi ipekçi'de geçecek 10 yıl, iki avrupa üç lig şampiyonluğu ve "spor sergi kültürü"nün yerini alacak bir yeni nesil galatasaray basketbol kültürü yaratacağımız dönemin başlarıydı. çıkıp çok uzaklardan gelip abdi ipekçi'nin parkelerinde taraftarı selamladı. belki de son eksik parça yıllar sonra gelen o jubile ile tamamlandı.
ertesi sezon "bilmemkaç senelik bu çile"nin sayacı 24'te sıfırlandı. bir ertesi sezon kadın basketbol takımı hem ligi hem de avrupa'nın en büyük kupasını kazandıı. o ziyaretinden üç buçuk sene sonra zamanıdna imza attığında "bu adamın ne işi var" dedirttiği o takım avrupa kupasını kaldırdı. abdi ipekçi'nin parkelerinde şöyle bir yürümesi bile yetmişti aslında...
işin istatistiki yönüne gelirsek ncaa'deki son sezonunda larry bird ile sayı krallığı(!) yarışı vermiş, utah tarafından 10. sırada draft edilmiş, ertesi sezon yönetimin tırpanıyla rotayı avrupa'ya çevirmiş, bir umutla geldiği fransa'da nice takımı tarafından oyalanırken kendini istanbul'da buldu. aradan geçen 30 yılda bile hala yabancı oyuncu istikrarı sağlanamayan, sakatlık ve rehabilitasyon sebebiyle 2-3 yıl kalanlar hariç 2 sene forma giyen yabancı oyuncunun "yerleşti buraya" gözüyle bakıldığı bir şubede tam 8 yıl geçirdi. türk vatandaşlığı bir kenara, dünyaya gelen oğluna mehmet adını verecek kadar bizden biri oldu...
şimdilerde kongre merkezi olan salonun parkelerinde, beraber oynadığı nice oyuncularda, bayraklı tribünde adını bağıranlarda, karlı puslu trt ekranından izlemeye çalışanlarda, yıllar sonra hakkında iki satır görünce sevinen manyaklarda, galatasaray müzesinde ve florya'daki antreman salonunda izler bıraktı...
ruhu şad olsun...
basketbolun ülkerspor-efes pilsen rekabetinden ibaret olduğu ikibinli yılların başında "basketbolda da galatasaray" diyebilen biz hastalıklı ergenlerin kulaklarında, kulaklarında değilse de yeni yeni palazlanan internet ortamındaki satır aralarında hoş bir seda idi. ahmet cömert'in portatif tribünlerine aşılanmaya çalışılan spor sergi ruhunun harcındaki belki de en nadide parçaydı bu güzel abimiz.
futbol takımıyla 1992-2002 arasında 10 yılda 7 şampiyonluk görmüş, bugün bile türk futbolunun hayal edemediği avrupa kupasını yaşamış bir camianın üvey evladıydı basketbol şubesi. gerçi hala daha üvey evlat ama o zamanlar daha da bir üvey evlattı sanki. aziz yıldırım "futbolda bunları alt edemiyoruz nasılsa" diyerek amatör branşlara yönelmese ve kulüp takımları mecburen bir rekabet ortamına çekilmese şimdilerde çoktan kapısına kilit vurmuş olacak şubeye sahip çıkmaya çalışanların ağzından düşürmediği bir isimdi.
aydan siyavuş isminin bile marjinal bir bilgi olduğu zamanlardı işte. "bilmemkaç senelik bu çile" 20'ye doğru koşarken hep bahsedilirdi internet ile tanışmaya başlayan "abi"lerimiz tarafından. 40 defa söylersen olurmuş gayretiyle pelesenk olan yenilmez armada ünvanını yaratanların başında gelirdi. scearce, iziç, dawkins, cem, mehmet diye uzayıp giden ve karşıdaki ergen hiçbirini tanımadığı için boka saran muhabbetlerde anılırdı.
federasyon başkanlığı döneminde çok saydırıdığımız turgay demirel'le beraber forma giydiğini, galatasaray kadın basketbolunun küme düşüp çıktıktan sonraki şahlanışında başrol oynayan cem akdağ'ın o dönemler "bob marley" tarzı saçları ile takımdaki en yakın arkadaşı olduğunu falan uzun yıllar sonra öğrenecektik.
aradan yıllar geçtikçe internete içerik/medya yüklemenin kamuya açılmaktan öte günlük bir rutin haline gelmesiyle şeklini cismini de görmüştük. kah tek tük yüklenen eski bir "vhs" video kaydıyla, çokça da trt3'ün bir dönem boş yaz gecelerinde akış doldurmak için bombaladığı seksenli yıllara ait maç kayıtlarıyla az da olsa gördük o müthiş stilini ve yumuşak bileklerini. en çok da naim süleymanoğlu'nun rekorlarıyla memlekete peyda olan ağzıyla kahkülüne üfleyip ağırlık kaldırma saplantısından önce bu toprakların çocuklarının okulda basket oynarken deneyip yerden yere tekerlenmelerine sebep olan "fade away" basketlerini...
ahmet cömert'ten ayhan şahenk'e geçip kadınlarda gelen avrupa kupası ve erkeklerde gelen çeyrek finalle vites yükselttiğimiz dönemlerdi. euroleague women'in ya da eurocup'un ya da lig şampiyonluklarının hala tatlı bir hayal olduğu yıllardı. abdi ipekçi'de geçecek 10 yıl, iki avrupa üç lig şampiyonluğu ve "spor sergi kültürü"nün yerini alacak bir yeni nesil galatasaray basketbol kültürü yaratacağımız dönemin başlarıydı. çıkıp çok uzaklardan gelip abdi ipekçi'nin parkelerinde taraftarı selamladı. belki de son eksik parça yıllar sonra gelen o jubile ile tamamlandı.
ertesi sezon "bilmemkaç senelik bu çile"nin sayacı 24'te sıfırlandı. bir ertesi sezon kadın basketbol takımı hem ligi hem de avrupa'nın en büyük kupasını kazandıı. o ziyaretinden üç buçuk sene sonra zamanıdna imza attığında "bu adamın ne işi var" dedirttiği o takım avrupa kupasını kaldırdı. abdi ipekçi'nin parkelerinde şöyle bir yürümesi bile yetmişti aslında...
işin istatistiki yönüne gelirsek ncaa'deki son sezonunda larry bird ile sayı krallığı(!) yarışı vermiş, utah tarafından 10. sırada draft edilmiş, ertesi sezon yönetimin tırpanıyla rotayı avrupa'ya çevirmiş, bir umutla geldiği fransa'da nice takımı tarafından oyalanırken kendini istanbul'da buldu. aradan geçen 30 yılda bile hala yabancı oyuncu istikrarı sağlanamayan, sakatlık ve rehabilitasyon sebebiyle 2-3 yıl kalanlar hariç 2 sene forma giyen yabancı oyuncunun "yerleşti buraya" gözüyle bakıldığı bir şubede tam 8 yıl geçirdi. türk vatandaşlığı bir kenara, dünyaya gelen oğluna mehmet adını verecek kadar bizden biri oldu...
şimdilerde kongre merkezi olan salonun parkelerinde, beraber oynadığı nice oyuncularda, bayraklı tribünde adını bağıranlarda, karlı puslu trt ekranından izlemeye çalışanlarda, yıllar sonra hakkında iki satır görünce sevinen manyaklarda, galatasaray müzesinde ve florya'daki antreman salonunda izler bıraktı...
ruhu şad olsun...