resim
Metin Oktay
Mevki:Santrfor
Doğum:02.02.1936
Ölüm:13.09.1991 (55)
Uyruk:Türkiye
  • 796
    iyi ki doğdun kral, taçsız kral. galatasaray'da krallar taçsız olur, emir kulu olmazlar. sen emir-komuta zincirinin en tepesine, para'ya bile o en centilmen halinle gerekli cevabı verdin: "bizi sevenleri üzmeyelim baba!"

    sen gittin, şimdi muhtemelen benle yaşıt ya da benden büyük bazı dingiller yetişti. bak, sen herhalde böyle demezdin, ama biz senin kadar kibar olamıyoruz. onlar diyorlar ki, seni izlememişiz nereden en büyük galatasaraylı oluyormuşsun. izlediğimiz krallar varmış, onların hakkını verecekmişiz!

    kral, ne seni anlamışlar ne de galatasaraylılığı bazıları! halbuki "galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş, köklü bir inançtır." inançlar seyre ihtiyaç duymazlar.

    yine de bizler seni anladık. seni anladığımız için diyoruz, galatasaray'da tek kral vardır, o da "galatasaray, o da vefalı!" deyip eşinden bile ayrılan metin oktay'dır diye.

    isteyen istediği kadar gol atabilir. o goller onların olsun. biz, padişahlara karşı 'fidanlar' için imza toplayan insanı, galatasaraylılığı iliklerine kadar hisseden ve büyük kesimlere o şanlı renkleri yayan kral'ı başımızın üstünden bir santim indirmeyiz.

    başımızın üstünde yerin var, metin oktay. kalk da gel haydi!
  • 797
    senin gibi galatasaraylı olmayı allah hepimize nasip eder inşallah.
    biraz zor ama yinede isterdim senin kadar bu takımı sevmeyi, senin kadar dürüst olmayı, senin kadar babacan olmayı.
    çoğu zaman çoğu hareketimde sen geliyorsun aklıma. senin bize bıraktığın bu emaneti sana yakışır şekilde taşımaya çalışıyorum.
    sen seni sevenleri bir kez üzdün. öldüğün gün.
    ama doğduğun gün kadar güzel gün yok bizim için.
    iyi ki doğdun taçsız kral!
  • 799
    --- alıntı ---

    "bırakmıyoruz abiiii"

    gazeteciliğimizin ilk dönemleriydi o güzel yıllar. ya da üniversite yıllarımız. pek iyi anımsamıyorum. bir ucundan yakalamıştık. bir kaç kez de dost meclisinde bir arada olma şansını yakalamıştık.

    ama onu uzaktan, dinlediklerimizle, duyduklarımızla, çok az da yaşadıklarımızla tanıdık. çoğu genç futbolseverin bildiği gibi arda turan’ın formasını giydiği, florya’nın önünde heykeli bulunan galatasaraylı bir gol makinesinden ibaret değildi metin oktay.
    ne üç sezon arka arkaya attığı 33- 36 ve 38 gol. yıllardır kırılamayan rekorları, maç başına 1.6 gol ortalaması, ne palermo macerası, ne de ağları yırtan golü. hiç biri onun insanlığından, adamlığından, delikanlılığından öte geçemedi, onu farklı yüzüyle tanıyanların nezdinde.
    o topu üç direğin arasından geçirmedeki insan üstü hünerlerinin ötesinde olağanüstü bir kişilik, granit gibi sağlam bir karakter, yumuşacık bir yufka yürek, neler yaşarsa yaşasın, sonuçlarının ne olacağını bile bile kendi yaşama biçiminden, kendi değerlerinden, kendi yargılarından asla ödün vermeyen müthiş güçlü bir kişilik, o aslında bir izmir fenomeniydi.
    izmir’de karşıyaka çifte fırınlar da doğmuş, soğukkuyu ve alsancak ilkokulu’na gitmiş, darağacı sokaklarında bir lastik topun peşinden koşturmuş, inönü lisesi ve mithatpaşa mobilya bölümü’nde ders görmüştü.

    çok sevdiği sait altınordu’nun forma numarasını taşıyan 8 sırt no’su ile damlacık’ta başladığı efsane futbol yaşamını, adnan süvari’nin yün mensucatı’ndan gol krallığı tacını ilk kez taktığı izmirspor’a taşırken, ününü de izmir sınırları dışına taşırmış. galatasaray’a transfer olmuştu. izmir değerini kaptırmanın pişmanlığıyla o zamanların büyük servetini önüne dökmüş izmirspor yönetimi tam 30 bin lirayı masanın üstüne koymuş. o izmir özlemine karşın büyüdüğü metin oktay olduğu sarı kırmızılı renkleri satmamak adına, elinin tersiyle itmişti. bu karar oya sarı ile yaptığı ilk evliliğini de bitirmişti.

    evet, o bir izmir fenomeniydi. ama ben hep izmir olarak onu yeterince sahiplenmediğimizi düşünür üzülürüm. neden florya’daki heykelden bir tane de izmir’in en işlek meydanlarından birinden bize bakıp da da “abiii” diye sessiz bir çığlık atmaz ki? neden izmirspor ‘a da bir heykeli dikilmez ki? ya da darağacı’nda onun koşup oynadığı her gün önünden geçtiğim sokaklar, neden onun anılarına değil de yıkık duvarlar arasında bir hurda deposuna ev sahipliği yapar ki?

    ben bunları düşünürken sosyal paylaşımdan değerli meslektaşlarım sedat kaya ile, oğuz örnek ve hakan güray’ın metin oktay’la ilgili anıları düştü önüme.
    oya hanım’la evlilik maceralarını ışıklar içinde yatsın ceyhan ağabeyim’den (ceyhan gür) çok dinledim.

    bu eşsiz anıları da sevgili müdürüm sedat kaya’dan, can dostlarım oğuz örnek’ten ve hakan güray’dan defalarca dinlemiştim.
    karşıyaka çifte fırınlarda doğan, darağacı’nda büyüyen, damlacık’ta parlayan bu izmirüstü izmir insanını, bizim çileli meslekte, bir futbol yorumcusu olarak, kalem oynattığı yıllardaki görüntüsüyle yansıtan bu anıları salt “arkadaşlarımın arkadaşları” ile değil, onların affına sığınarak sizlerle paylaşmayı düşündüm. bundan tam 10 yıl önce 13 eylül 1991’de yağmurlu bir istanbul gününde, izmir’den uzakta bizans sokaklarında yitirdiğimiz metin abimizi, bir izmirli olarak anmak adına…

    sedat kaya anlatıyor:
    “80'li yılların ikinci yarısıydı. metin oktay, güneş'te yorumcuydu. biz de (ben, sedat kaya, atilla sertel, halil hüner ve hakan güray) güneş'in izmir bürosu’nda çalışıyorduk. bir hafta sonu izmir'de, herhalde galatasaray ile bir izmir takımının maçı sonrası metin abi gazeteye, maç yazısını yazdırmaya geldi. binanın ikinci katında spor ile istihbarat yan yanaydı. spor servisinde metin abi anlatıyor, hakan yazıyordu. biz diğer dördümüz de istihbarat kısmında dışarıya yaptığımız bir dergi için uğraşıyorduk. metin abi’nin işi bittiğinde saat de 23:00'ü bulmuştu sanırım. yanımıza gelip o saatte orada ne yaptığımızı sordu. anlattık, bu işin maaşlarımıza bir katkı olduğunu söyledik. gözleri doldu... "daha ne kadar buradasınız?" dedi, "sabaha kadar" dedik. gitti... aradan bir saat geçti geçmedi, derinlerden bir çalgı sesi geldi ikinci kata. kulak kabarttık... ses giderek arttı, arttı, arttı... katın kapısı açıldı... içeriye önce elinde yuvarlak koca tepsi ile bir garson, sonra bir garson daha, sonra bir garson daha, ardından bir kemancı, bir klarnetçi, bir darbukacı, bir kanuncu, en son da metin oktay girdi. bizim ve o saatte orada kim varsa herkesin, aç karnına çalışmamıza ya da sadece o saatte çalışıyor olmamıza dayanamamış, hem karnımızı hem de ruhumuzu doyurmak istemişti. o gece metin abi’nin ısmarladığı kebapları, rakı ve müzisyenler eşliğinde hep birlikte yedikten sonra değil o sabaha, sonraki üç sabaha kadar yetecek güç ve moral depolamıştık. ruhu şad olsun, nur içinde yatsın.

    ***

    bir tane daha… metin abi’nin yetiştiği futbol sahasını su basmıştı... ben de şişme bir bot bularak, metin abi’yle "sahada sandal sefası" diye bir haber yapmayı planlamıştım… botu bulduk, metin abi’yle birlikte bindik, ben kürek çekerken, kenarda mustafa yurt da deklanşöre basıyordu...o anda metin abi elindeki sigarayı şişme bota söndürmez mi?.. bot bir anda su almaya başladı, batıyoruz..neyse ki, kola kuvvet, küreklerle sığ bir yere ulaşmayı başardık. ertesi gün o haber güneş gazetesi'nde "sahada sandal sefası" diye manşet oldu.

    ***

    bir başka anı... tanju çolak gol kralı olduğunda kendisini güneş gazetesi izmir bürosunda metin abi’yle buluşturup, metin abi’nin tacını tanju'ya taktırmıştık. haberi yaptıktan sonra taç spor servisinde kalmıştı. aradan yıllar geçti, metin abi’yi kaybettik, güneş gazetesi kapandı... bir gün gazetenin karşısındaki lokantada kebapların arasında metin abinin o tarihi tacını gördüm ve "bu ne arıyor sizde?" diye çıkıştım. şu anda adını hatırlayamadığım lokantanın sahibi de "abi güneş gazetesinden alacağımız vardı, hacze gitti, bu taç oradaydı, onu da aldık" demez mi?.. o günlerde kanal 6 televizyonunda çalışıyorum. hemen "metin oktay'ın tacı köfteci dükkanına düştü" diye bir haber yaptım... iki gün sonra alp yalman izmir'e gelerek tacı almıştı... o tarihi taç şimdi galatasaray müzesinde.

    ***

    hakan güray’dan bir anı:
    metin ağabey ile denizli seyahatlerimiz çok renkli geçmişti hep... bir tanesinde şoförümüz rahmetli şenol ağabey ile spor bakanı'nın toplantısına gittik. gidiş son derece sakindi. işimizi bitirip akşamüstü yola koyulduk. metin abi çantasını açtı ve 2 şişe bourbon çıkardı ve arkada oturan bana dönerek, ''bak abi bu iki şişe izmir'e kalmadan bitecek'' dedi. sanki ruhumu teslim ediyordum o an...''abi'' dedim. ''ben rakıdan başka bir şey içemiyorum. beni bağışla lütfen'' dedim.
    metin abi içmeye başladı. ara ara dönüp ''hadi abi sıra sende'' diyordu. ben her seferinde sıyırmıştım ve nazilli'ye ulaştığımızda aniden arkasını dönüp 1 şişe içkiyi başımdan aşağı boca etti. neye uğradığımı şaşırdım. sanki hiçbir şey olmamış gibi içmeye devam etti. ortaklar'a geldiğimizde şenol abiye ''gir abi şu restorana'' dedi. şenol abi girdi ama o da ne? restoranda hiçbirşey kalmamış yenecek... adamlar bin tane özür diliyorlar. metin abi bunlara dönüp, ''bak abi... ya bu masayı donatın, ya da birazdan kopacak fırtınaya hazır olun'' dedi. gökyüzüne baktık, hava pırıl pırıl bir bahar günü... metin abi elleriyle havayı gösterip, ''geliyor abiiiiiiiii hadi acele ediiiiiinnnnn'' diye bağırdı. ve inanamazsınız, ve ben hala şoktayım ki, fırtına koptu 15 dakika sonra... hepimiz korkmuştuk. dışarıdan bir şeyler yaptırtıldı ve masa donatıldıktan sonra restoran çalışanları kaçmışlardı. biz yedik içtik ve yola koyulacaktık ki, metin abi şenol abiye ''ben kullanacağım abi. arkaya geç'' dedi. ben müdahale ettim, ''aman abi yapma'' dedim. bana nasıl bağırdığını unutamam. şenol abi de hayır deyince, onun gözlüklerini kırdı. şenol abi gözlüksüz hiç görmüyor. ben geçtim direksiyona... torbalı’ya geldiğimizde gece olmuştu. ''çek abi arabayı kenara... inicem'' dedi. ben ''olmaz abi. nasıl bırakırım seni ıssız yerde'' dedim. beni silkeledi. mecburen durdum ve indiğinde ''… gidin abi. beni bana bırakın'' dedi ve kayboldu. çok aradık ama bulamadık. biz yolumuza devam ettik. karşıyaka'ya girdiğimizde trafik polisi çevirmiş ve ben leş gibi içki kokuyorum. polis ''yuh'' dedi. ben ''içmedim'' dedim. sonrası malum. kurtulana kadar sabahı sabah ettik. 3 saatlik denizli yolculuğu 10 saat sürmüştü. ertesi gün karşıyaka'nın alsancak'da maçı vardı. metin abiye kızmıştım. selam verip başka bir yere oturmuştum. inanır mısınız, hiçbir şey hatırlamıyordu dün ile ilgili... ve maçtan sonra beni kendi birahanesine götüreceğini söylediğinde, ben maçı filan bırakıp oradan kaçtım. allah gani gani rahmet eylesin. nurlar içinde yatsın...

    ***

    oğuz örnek diyor ki; o kadar çok anı var ki, hangisini anlatsam... bir tanesi beni çok etkilemişti..metin abi, ben ve o dönem hem foto muhabiri, hem şoforlük yapan mustafa yurt ile denizli'ye gidiyorduk. yolda bir restoranda mola verdik. metin abi, oradan geçen bir milli piyango biletçisinden 10 tane tam bilet istedi ve "ama param yok. adresini söyle, denizli dönüşü paranı veririm" dedi. biletçi de, "o nasıl söz metin abi, biletler sana feda olsun" diyerek 10 tane bileti verdi. metin abi elini cebine attı biletçiye" seni denedim abi, i love you" diyerek belki de 100 bilet parasını verdi ve adamı yanaklarından öptü. işıklar içinde yatsın…

    oğuz örnek’ten bir başka anı daha:
    karşıyaka-bandırmaspor maçı. karşıyaka tren istasyonu’ndan ''ölüm treni''ne bindik. ksk taraftarı treni kurukafa sembolleri ile donatmış. görevim; metin ağabey'e eşlik etmek, yolculuğu kaleme almak. ligin son haftası. izmir'de göztepe-balıkesir ile oynayacak. şampiyon ya göztepe, ya da ksk olacak. metin oktay yeni asır'a yorum yazacak. karayolu ile giderken son anda taraftar trenine binme kararı verdi. trende bize taraftarların yanı sıra 2 kasa bira eşlik ediyor. geceyarısı metin ağabey, ''beni bana bırak abi'' deme frekansına geçti. koca adamın emaneti bende. şevket özçelik sıkı sıkı tembihlemiş; ''başına bir iş gelmesin'' diye. metin ağabey gördüğü ilgiden memnun. sarhoşluk nedir bilmeyen kral, sevgiden sarhoş. tuvalete gitmek istedi. uzaktan takip etmek üzere ayaklandım. geldiğimi gördü; ''hayırdır abi?''. tuvaletin yerini bildiğimi söyledim. ''beni bana bırak ağabey. tuvalete işemeyeceğim. iki vagon arası, açık hava. oraya'' dedi. ''düşersin abi'' dedim. ''beni bana bırak dediiiiim'' dedi. ''ben de işeyeceğim'' dedim. ''düşersin, başıma iş açma'' cevabını verdi. iki vagon arasında birbirimize sırtımızı verdik. benim işeme gibi bir gereksinimim yok aslında. ''miş'' gibi yaparken düşmesin diye kontrol ediyorum. kafasını çevirdi; ''işiyor musun ağbi?'' dedi. raylar altımızda sel gibi akıyor. sallantı cabası. ''kazasız belasız bitti şükür'' dedim. bitmemiş. vagon kapısını kapatır kapatmaz ''bi dakka abi!!'' dedi. irkildim. devam etti; “beni bana bırak dedim ağbi'' dedi. ''bıraktım ağbi'' diyordum ki suratımda osmanlı tokadı patladı. ben yıldızları sayarken, noktayı koydu; ''işemedin ağbi !..'' unutmuştum. ne kadar severse sevsin, sevdiği adamda yalana, dolana tahammülü yoktu. ve sadece çakırkeyif olurdu. sarhoş asla. nur içinde yat canım ağabeyim...

    ***

    hakan güray’ın, oğuz örnek’in dediği gibi kızdığı ya da volümü biraz yükseldiği zaman lafı “beni bana bırak abi” olurdu.
    kusura bakma abi. kızacaksın belki ama seni orada da sana bırakmıyoruz, değerli meslektaşlarımın, sevgili dostlarımın güzel anıları ile kulaklarını çınlatıyoruz!
    10 yıl olmuş bile. günler su gibi gelip geçiyor ama sen yoksun. futbolun gırtlağına kadar çamura battığı şu günlerde senin adamlığına çok ihtiyacımız var. seni bekliyoruz.
    gollerin kitaplarda, arşivlerde, tacın müzelerde kalsın ama.
    hadi çık gel be abi! seni çok özlüyoruz.

    14.09.2011
    suavi yardımoğlu

    --- alıntı ---
App Store'dan indirin Google Play'den alın