26 ocak 2011 sabah gazetesi yazısı;
galatasaray'ın bolca tartışıldığı bir haftayı daha geride bıraktık. isterseniz oradan başlayalım.
bence başka bir gündem ile başlamamız lazım.
kimsenin üzerinde durmadığı, duranların da ne yazık ki başta rıdvan dilmen, tersine durduğu bir devrim var türkiye'de... schuster devrimi...
1980'li yıllarda mustafa denizli'nin bu ülkeye getirdiği hücum futboluna, dönüldüğünü gördüm geçen hafta... stadyuma gelen ya da televizyon başında oturan futbol seyircilerini tatmin etmeye, onlara güzel futbol seyrettirmeye yönelik bir anlayışı sergiledi schuster... yıllar sonra ilk defa... son zamanlarda mustafa denizli de ödün vermişti hücum futbolundan... demek ki 30 sene sonra bu ülkede yeni bir 'hücum futbolu' anlayışını izliyoruz ve ben alkışlıyorum schuster'i... bu ülkede oynadığı futbol seyre değer bir tane takım varsa; o da beşiktaş...
ayrıca bucaspor'u da alkışlıyorum; beşiktaş'ın bu hücum futbolunu, sertlik ile, tekme ile ya da kapanarak, kilit savunma ile durdurmayı değil, futbola futbolla cevap vermeyi tercih ettiği için...
yıllardan beri ilk defa bu ülkede bir futbol maçı izledim. geçen hafta... beşiktaş-buca maçı haftanın olayı değil, yılların olayıdır. ama ne yazık ki türk spor medyasında bunun önemini farkında olan yok, beşiktaş'ın oynadığı hücum futbolu da hayatında santranın gerisine adım basmamış bir forvet oyuncusu ve günümüzün en önde gelen yorumcularından, rıdvan dilmen tarafından fena halde eleştirildi.
tribündekileri ve ekran başındakileri güzel şeyler seyrettirme düşüncesini, benim yorumcularım eleştiriyor!
'4 tane bek, 3 tane ön libero ile önce gol yemeyeceksin, arada bir tane atarsan, atacaksın' futboluna alkış tutuyorlar. dinlerken de okurken de utandım.
nasıl bir yıkanmış bir beyinle maçları izliyoruz, inanılır gibi değil!.. beşiktaş'ta guti gibi bir beyin var. hücum futbolunu oynatan adam. aynı beyin buca'da var: ragıp. kendine güvenen varsa otursun maçın bandını başından sonuna izlesin. 'guti mi iyi, ragıp mı iyi' bir baksınlar; dikkatli baksınlar. maçı izlerken, arkadaşlara dedim ki "yarın bütün gazetelere bakın, ragıp'ın notu kaç!" çünkü bucaspor açık farkla yenildiği için o takımda verilecek en yüksek not 5'tir. tabelacılar öyle verirler. guti'nin notu 8, ragıp'ın notu 4!..
niye? guti kazanan takımda oynuyordu, ragıp kaybeden takımdaydı!.. maçları da böyle seyrediyoruz. peki o zaman bu ülkede futbol nasıl ilerleyecek? iyi futbol nasıl oynanacak?
1- önce gol yemeyeceksin. 2- kazanırsan senden iyisi yok. iyi futbolcu da kazanan da... alkışla kazananı!..
sonra ben niye okunmuyorum, beni niye kimse dinlemiyor!.. bu kadar sıradan şeyler söyleyip, yazarsan niye insanlar seni tercih etsin ki?
türkiye'de bir tek erman toroğlu, "bu kadar açık farkla bitmesine karşın buca berabere de kalabilirdi" diye yazmış ve doğru... ama ne yazık ki o da altını dolduramamış. o kadar yazıp bırakmış.
dilmen yazısında beşiktaş'ı tarif ederken, "ağır sıklet boksör gibiydi" benzetmesini kullanmıştı.
efendim, 'ağır sıklet ile hafif sıklet dövüşmüşler, karşısına kendine denk bir takım çıkarsa, başına işler gelirmiş...' rıdvan gibi bir televizyon yorumcusunun amacı; beşiktaş'ın başına gelecekleri önlemek mi, yoksa televizyon başında oturanların keyif almasına destek çıkmak mı!
o futbol seyredilmez hale gelirse; ben rıdvan'ı niye seyredeyim ondan sonra!.. seyretmediğim maçın yorumcusunu... evvela futbolu izlenir hale getirmek lazım. koca türkiye'de bunu bir adam yapıyor, schuster, onu alkış tutacağına 'sakın ha!.. sen de kötü futbol oyna, önce oynatmamayı düşün, sonra sen büyük takımsım, hakem falan kazanırsın!..' ayıp bir şey...
korkak yorumcular, türkiye'deki futbolun katili... önce 'ön libero' denilen kazmayı icat ettiler, şimdi o kazmanın bir tane olması yetmiyor, iki hatta üç kazma istiyorlar!.. mehmet aurelio oynuyor bir kazma; 'ernst niye oynamıyor; bir de o oynasın!..' günah!.. fink'i niye attılar, onu da atmasalar, üç kazma ile oynasalar. guti'nin, simao'nun quaresma'nın ne işi var! koy kazmaları oynasın!.. istenen bu mu? o zaman bu statlar niye yapılıyor? o zaman bu yayınlar niye yapılıyor? adamlar bindikleri dalı kesiyorlar, haberleri yok. futbol seyredilmez olursa, ne yazacaklar, ne söyleyecekler?
bu ülkede schuster'i en çok eleştirenlerden biriyim ben!.. ama eleştirdiğim davranışları. yaptığı iş muhteşem... yani adamın transferlerine bak. 'beşiktaş'ın stoperi' diye adını sanını duymadığımız biri türk delikanlı oynuyor. bilmiyor mu; eşek yükü ile para verip avrupa'dan bir muhteşem stoper getirmeyi... hayır! devre arasında beşiktaş'ın yaptığı bütün transferler hücum futboluna yönelik. forvet ya da hücuma yönelik orta saha oyuncusu... 'ben güzel futbol oynayacağım. beşiktaş'ı keyifle seyredecek insanlar' diyor.
'üç tane yerim, beş tane atarım' diyor. belki atamaz. üç tane yediği ile kalır. kalsın. bu cesaretin olmazsa eğer bir adım ileriye götüremezsin. ne kendini, ne yönettiğin takımı, ne de o ülkenin futbolunu...
mustafa denizli, 80'li yıllarda ingiltere'den 8 yemeye cesaret etmeseydi 2002 yılında türkiye dünya üçüncüsü olabilir miydi? her şey evvela cesaret ile başlar. yenmeyi düşüneceksin, yenilmemeyi değil. yenilmemeyi düşündüğün sürece yerinde sayarsın. işte kazmalarla oynarsın. yenilmemeyi düşündüğün zaman messi gibi bir adam yetiştirmek aklına bile gelmez.
bu schuster'e sahip çıkmak lazım. bu bir devrim. 30 sene sonra yenilenen bir devrim.
buca maçının ardından basında daha çok "beşiktaş 17'de 17 yapar mı?" diye tartışıldı.
akılları fikirleri tabela!.. seyrettikleri futbolun anlamını idrak edemiyorlar. bunun sonuçlarını düşünemiyorlar. yapılanlar, bu seneye yönelik bir hamle değil. bu beşiktaş'ın ne olduğunu gelecek sene göreceğiz. takım daha yeni oluşuyor. ilk defa bir araya gelmiş adamlar. ana dili portekizce olan bir takım. yedi kişi portekizce konuşuyor. dört portekizli var, ikisi türk vatandaşı üç brezilyalı var. yedi kişi portekizce konuşuyor. dur bakalım.
beşiktaş'ın kadro kalitesine baktığınız zaman 'son yılların en iyi kadrosu bir araya geldi' diyebilir miyiz?
şimdi onları tartışmak için daha çok erken. ama ben 11 senedir maçları televizyondan izleyen bir futbolsever olarak konuşuyorum ki; türkiye'de televizyondan izlenmeye layık tek bir tane takım var. o da beşiktaş. ben beşiktaş'ın bütün maçlarını izlerim. zevk veriyor bana çünkü...
o halde baştaki soruma dönebilirim. bu haftaya adnan polat-mehmet helvacı düellosu damgasını vurdu. polat, helvacı'nın yönetim kurulu toplantındaki, genel kurul çağrısına, "sen istifa et. ben kuzu değilim, aslanım" diye sert bir karşılık verdi. yaşanan süreçle ilgili neler söyleyeceksiniz?
al birini vur ötekine. bugün ben galatasaray kongre üyesi olsam ve de iki aday çıksa karşıma; mehmet helvacı ve adnan polat. herhalde adnan polat'a verirdim oyumu. eğer vermek zorunda kalsam.
"galatasaray'ın başkanı da aslandır" deyişi tam bir palavra. her türlü tokadı yemişsin, ayakta duracak halin kalmamış. rezil olmuşsun. 5 gün sonra hatırlıyorsun aslan olduğunu. aslan anında kükrer.
aslanın canını çıkaracaksın, aslan gidecek 5 gün kaybolacak ortalardan, düşünecek, taşınacak 'ne oldu ne bitti' diye. ondan sonra 'ben bittim bu ormanda. beni kimse aslan yerine koymaz. kaybedecek bir şeyim kalmadı. bari gideyim kükreyeyim ya tutarsa!' bu bir oyun. adnan polat bittiğini anladığı zaman konuştu. hükümet nezdinde bitti, camia nezdinde bitti, kongrede bitti. yere vurdu yani. kaybedecek bir şeyi yok. bari çıkayım kükreyeyim.
biz çocukken "kuyruğunu tramvay çiğnemiş aslan" diye bir gırgır vardı. işte tam o tarife uyuyor adnan'ın kükreyişi.
yani yanlışlıkla 'protesto' demiş de aslında 'provokatör' diyecekmiş! 5 günde mi anlamış ne diyeceğini? 5 gün geçti aradan o zaman intikal etmedi ki 'ben yanlış konuştum. provokatör diyecektim protestocu dedim.' gülüyor insan...
ama işte karşısındaki muhalefete bakıyorsun; o da şimdiye kadar tükürdüğünü habire yalayan bir durumda… uzakdoğu rezaletini unutmadık. o da 'ben bittim artık' diyor.
ne demek "ben istifa etmeyeceğim, içeride kalacağım." ne yapacak? galatasaray yönetimini içeriden mi baltalayacak! başkan diyor ki "ben seninle çalışmam arkadaş!" ne yapacak yönetim kurulunda göstermelik mi oturacak!
ya da danışıklı dövüş. bu ihtimal aklıma ciddi ciddi geliyor. 'adnan polat ile mehmet helvacı bu krizi biz nasıl atlatırız? sen öyle de... ben kükreyeyim. sonra barışalım.' her şey olabilir.
polat'ın uzakdoğu'ya gittiği sırada da büyük bir kriz çıkmış ancak sonra hiçbir şey olmamış gibi basına poz verilmişti.
aynen olabilir... bunların bir akıl hocası var. bunlara bu aklı verdi ve uygulamaya konuldu.
beşiktaş'ta galatasaray kulübü'nün merhum başkanı özhan canaydın adına bir heykel yapıldı ve hafta içinde törenle açıldı.
gitmedim, görmedim, merak da etmedim. beşiktaş belediyesi galatasaray cemiyeti'nin karşısına koymuş heykeli. doğru bir seçim... çünkü galatasaray cemiyeti'nin liderlerinden biriydi. o cemiyetin güçlenmesini, kulüpte ağırlık sahibi olmasını sağlayan adamdır özhan canaydın. onun için doğru yer de seçilmiş.
açılıştan geriye camianın ileri gelenlerinin başkan polat'a karşı sergilediği soğuk tavırlar ve polat'a konuşma hakkı verilmemesi kaldı. bu konuda ne düşünüyorsunuz? polat'ın da camia adına konuşması gerekmez miydi?
heykelin açılışından bir gün evvel, adnan polat'a çok yakınlığı ile de bilinen özhan canaydın'ın oğlu "törene katılıp katılmayacağımız belli değil" diyordu. babasının heykeli açılıyor, oğlu diyor ki "belli değil!" televizyonda dinledim adamın konuşmasını.
yani sen beşiktaş belediye başkanı olsan böyle bir ortamda galatasaray başkanı'nı konuşmaya davet eder misin? "gelmiyorum" derse ne olacak, gelmezse ne olacak? bu tamamen galatasaray kulübü'nün dışında, beşiktaş belediyesi'nin kendi sınırları içinde olan galatasaray cemiyeti'nin karşısında o cemiyetin önde gelen liderlerinin birinin anıtını yapıyor. kendi de açıyor.
polat verdiği son demeçte "her mutlu günde kavga ediyoruz" açıklaması yaptı. bunca karmaşa arasında aslında çok doğru bir söz gibi geldi bana... zira uefa kupası alındığında, süren, terim, oyuncular çok konuşuldu, tartışıldı, birçok şampiyonluğun ardından sorunlar çıktı ve tabii türk telekom arena'nın açılışında yaşananlar... galatasaray camiası başarıların, güzelliklerin keyfini niye süremiyor veya keyfini çıkarmayı niye denemiyor?
şimdi adnan polat'ın orada açıkça itham ettiği kişi; inan kıraç. yani "uefa kupası'nı alındığı zaman inan kıraç çıktı faruk'u (süren) bitirdi, şimdi de arena'yı açıyoruz, inan kıraç çıkıyor beni bitiriyor" diyor. bu deyişte haksız da sayılmaz. inan kıraç oldum olası galatasaray'ı perde arkasından yönetmeye meraklı biri.
önceleri ben kabahati vehbi (koç) bey'de bulurdum. vehbi bey çünkü koç holding'de görevli olanların spor kulüplerinde birinci derecede sorumlu olmasına karşı çıkardı. "destek olun, yardımcı olun ama başkanlık yapmayın" derdi. ama inan kıraç, koç holding'den ayrıldıktan sonra da galatasaray'da başkanlığa oynamadı. galatasaray vakfı'nın tepesindeki kişi olarak, galatasaray'ı perde arkasından yönetmeye çalıştı.
faruk süren'in başkanlığı zamanında galatasaray armasına, "gs" harflerine haciz koydurdu. galatasaray gs armalı ürün yapamadı. uefa şampiyonluğunu, süper kupa şampiyonluğunu paraya çevirecek hamleleri yapamadı.
necdet (çobanlı) ağabey ile el ele vererek faruk süren'i bitirdiler. şimdi de adnan polat'ı temizlemeye başlıyor. faruk ile adnan'ın ortak bir özelliği var. ikisi de sultani'li değil; tesadüf!..
buna karşılık yine de ön plana çıkma düşüncesinde değil...
hayır. inan kıraç isteseydi şimdiye kadar galatasaray başkanları arasına adını yazardı. ama başkan olursan sonu var. en başarılı başkanlardan biriydi alp yalman; nerede bugün? en başarılı başkanlardan biriydi faruk süren; nerede bugün? selahattin beyazıt nerede bugün? ama arkadan müdahale ettiğinde hep kalıyorsun. çünkü senden kimse hesap sormuyor.
adnan polat'ın başkanlığı kazanmasında çok rolü var inan'ın. o sayede oynatacağını düşündü. oynatamadığını görünce de karşıya geçti.
galatasaray her tarafı akan bir değnek! nereden tutacağını bilmiyorsun. helvacı öyle, inan kıraç böyle, adnan polat öyle... bunların içinde en güvenilen adam ali dürüst... ali dürüst'ün de herhangi bir savaşa girdiği şimdiye kadar görülmedi. altın tepsi içinde başkanlığı getirip 'önüne koysunlar' diye bekliyor. böyle de bir şey yok, olmaz. kollarını sıvayıp, savaşsaydı şimdiye kadar ali dürüst kırk kere başkan olmuştu.