biraz "şeyh uçmaz müridleri uçurur" mentalitesinin katkılarıyla, biraz da bazı mesafelerin zaman geçtikçe uzaması ekolünden gelen bir yanılsamayla hala daha gündem olabilen bir abimiz.
hakkında derli toplu bir bilgi eksikliği var gibi, çok değil 10 sene önce yöneticilik yapmış olmasına rağmen...
galatasaray lisesi değil saint benoit ve suadiye lisesinde tamamlamıştır orta öğretimini. doksanların ikinci yarısında, sami yen numaralısında "die for you" olarak yer alan grubun bir üyesidir. pek hatırlanmasa da 2006-2008 yılları arasında görev yapan 3. özhan canaydın yönetiminde görev almıştır ilk olarak.
her ne kadar kendisine mal edilen ilk transfer
cassio de souza suares lincoln olsa da, 2006-2007 sezonunda yapılan transferler de bu abimizin yaptığı transferlerdir.
estudiantes'ten "kumaşı iyi"
marcelo carrusca, çanakkale dardanelspor'dan son gün bir telefonla transfer edilen
mehmet topal, galatasaray tarihinden şöyle bir gelip geçmiş olan
tolga seyhan ve "ronaldinho'nun reklam filmlerinden arkadaşı"
junichi inamoto 2006 yazının bonservis ödenen transferleriydi. ek olarak beşiktaş ile sözleşmesi sona eren
okan buruk da bedelsiz olarak galatasaray'a geri dönmüştü.
transfermarkt'ta yer alan miktarlara göre o sezon transfere harcanan para 3.8 milyon
eurodur. şampiyon kadro korunurken takımdan ayrılan genç oyuncular için alınan 200 bin euro dışında bir gelir olmamıştır. ilk sezonda yapılan zarar 3.6 milyon euro olmuştur.
2007-2008 sezonunda ise 13 milyon euroluk bir transfer harcaması görüyoruz. lincoln için 5 milyon euro, müzmin sakat
tobias linderoth için 3.5 milyon euro, üçüncü köprü
shabani nonda için 1 milyon euro,
hakan balta ve
volkan yaman için 1'er milyon euro bonservis ödenmiş.
emre güngör 700 bin euro,
orkun usak 600 bin euro,
servet çetin 500 bin euro,
ahmet barusso da 400 bin euro'ya mal olmuştur.
gidenlere bakıldığı zaman
hasan kabze,
sasa ilic,
mondragon ve
stjepan tomas dörtlüsünden 3 milyon euroluk bir bonservis geliri elde edildiği görülüyor. yani ikinci transfer sezonunda da 10 milyon euro eksi yazılmış.
2008-2009 sezonunda ise bonservise 12 milyon euro harcama yapılmış.
milan baros için olimpik lyon'a 5.5 milyon euro,
fernando meira için stuttgart'a 4.5 milyon euro,
serkan kurtuluş için bursaspor'a 1 milyon euro,
morgan de sanctis için sevilla'ya 500 bin euro,
alparslan erdem için werder bremen 2'ye 500 bin euro ödenmiş.
harry kewell ise bonservis ücreti ödenmeden kadroya katılmış.
fernando meria'nın mart başında tartışmalı şekilde zenit'e geçmesiyle kasaya gelen 6 milyon euro ve necati ateş için real sociedad'dan gelen 150 bin euro dışında bir transfer geliri olmamış. bu sezonu da 5 milyon 750 bin euro ekside geçmişiz.
2009-2010 sezonu ise son derece şaşalı geçti. takımın başına
frank rijkaard'ın gelişiyle başlayan transfer sezonunda tıpkı baros gibi olimpik lyon'dan
abdel kader keita ve manchester city'den
elano blumer'in gelişiyle iyiden iyiye namı yürümüştü bu abimizin. bu iki oyuncu için verilen 14.5 milyon euro'nun yanı sıra rijkaard'a da ödenen 4 milyon euro var tabi ama maaşlar bu entrynin kapsamı dışında kaldığı için hesaplamada yer almayacak.
ek olarak devre arasında everton'dan lucas neill'e 840 bin euro, kiralanan
giovanni dos santos'a da 700 bin euro ödenmiş. yine devre arasında manchester city'den
joao alves de assis silva bedelsiz kiralanmıştı. caner erkin için cska moskova'ya ödenen 400 bin euro'yu da ekleyince 2009-2010 sezonunun bonservis harcaması 16.44 milyon euro olmuş. her gün "satıldı mı" diye papatya falı bakılan lincoln için palmeiras'dan gelen 2.1 milyon ve alpaslan erdem için gençlerbirliği'nin ödediği 500 bin euro'yu düşünce o sezonu da 13.84 milyon euro ekside düştüğümüz sonucu çıkıyor.
2010 yazında yönetim ile arasında pürüzler çıkmaya başlayınca, bir de adnan sezgin ipleri ele alınca istifasını verip görevden ayrılmıştır.
bu abimizin görev yaptığı süredeki 8 transfer döneminde, sadece bonservis olarak bakarsak kulübe
33.2 milyon euro eksi yazılmış. finansal fair play kıskacında olup şimdilerde 100 bin euro'nun bile peşine düşerken çok korkunç bir miktar.
peki bu adamın ne diye
transfer sihirbazı diye bir lakabı var?
açıkçası bu sorunun cevabı biraz da 2003-2006 arası dönemde gizli. doksanlı yıllarda türkiye'ye gelen en büyük transfer gheorghe hagi'ydi. yaptığı katkının yanında kariyer olarak da türkiye'ye gelmesi süpriz sayılacak bir isimdi. fenerbahçe'de ise aziz yıldırım'ın deyimiyle "benhurlar" oynuyordu.
2000 yazında mario jardel'in helikopterle florya'ya inişi, 2000 yazındaki uefa şampiyonluğu sonrası o kadar da süpriz değildi. fenerbahçe'nin 2000 yazında yaptığı transferlerin çoğu da bir dönem avrupa futbolunda popüler olabilmiş futbolculardı. ancak 2002 yazında
ariel ortega'nın gelişi ise fenerbahçe'nin "galacticos" döneminin başlangıcıydı. özhan canaydın bu transferin üzerine "her sene 3 dünya yıldızı" sözü vermiş, ancak gelip de taraftara saç baş yolduran
frank de boer'den sonra herhangi bir dünya yıldızına galatasaray forması giydirememişti.
aynı periyodda fenerbahçe, gelen ve katkı veren yabancılar dışında
alex de souza,
stephan appiah,
nicolas anelka,
mateja kezman gibi dünya yıldızlarını 2-3 yıllık sürede saraçoğlu stadı'na çıkarmayı başarmıştır. beşiktaş'ın da
ailton ve
john carew ile kendince dahil olduğu bu yarışta galatasaray 2003-2006 arası tamamen suskun kalmıştır.
o dönem yeni yeni başlayan transfer nöbetleri, fenerbahçe'nin hem transfer şampiyonu hem de lig şampiyonu olması galatasaray taraftarını yıpratmıştı epey. mükemmel geçen 1992-2002 arası sonrası çok kötü giden 2002-2006 dönemi ve yetmezmiş gibi saha içi saha dışı çok güçlü bir fenerbahçe vardı.
2005-2006 sezonu şampiyonluğunun etkisiyle 2006-2007 yazı taraftar açısından rahat geçmişti. 2007 yazı girerken ortaya çıkan lincoln söylentileri tüm bu sürecin etkisiyle olması gerekenden fazla büyümüş, olması gerekenden fazla anlam yüklenmişti. yıllar yıllar sonra bu ayarda bir isimli transferin gelmesi kamuoyunu coşturmuştu.
bu ayarda dediğim de işte adı açıklanınca "kim ulan bu" denilmeyen bir oyuncu olması. şimdilerde
radamel falcao gelse faydalı olur mu tartışması yapılıyor. kalsın mı gitsin mi diye ikileme düşüebiliyor. o dönemleri yaşamayan ya da hatırlamayanların idrak etmesi çok zor. kaldı ki o yaz galatasaray taraftarı adeta tüm biriktirdiğini lincoln üzerinen abartı şekilde kusarken dahi fenerbahçe real madrid'den
roberto carlos'u transfer etmişti.
işte bu galatasaray'a bir anda milan baros, harry kewell, frank rijkaard, abdel kader keita, elano blumer gibi isimler ardı ardına gelmeye başlayınca
haldun üstünel ismi tribünlerde tezahürat olarak dillendirilmeye başlamıştı. buna bir de transferlerin ana akım medyada neredeyse duyulmadan bitirilmesi, medya haldun üstünel'i avrupa'nın bir köşesinde bilirken bambaşka bir köşesinden bambaşka bir transferle gelmesi falan eklenince
transfer sihirbazı lakabının takılması kaçınılmazdı. ayrıca tribün geçmişi olan bir kişi olması, galatasaray'ın o yıllardaki avuntusu olan "fenerbahçe parasıyla alır, galatasaray his meselesidir" konseptine de uyunca altyapıdan çıkıp dünya yıldızı olmuş futbolcu muamelesi de eklenmiştir tüm bunların üzerine.
aradan 10 yıl gibi bir zaman geçince, ne yazık ki bazı şeyler birbirine girebiliyor. nasıl ki 20 küsur yıldır 1996 ruhu fetişizmi bitmediyse, transfer işleri sıkıntıya girdiğinde
haldun üstünel adının anılması da kabul edilebilirdir. tüm bu laf kalabalığının sonunda ne çok büyük bir yönetici ne de "tüh allah belanı versin" denilecek bir adam olduğunu söyleyebilirim.
yaptığı işler, özellikle taraftarın psikolojisi açısından o dönem için bu derece önemliydi. o yıllar bugünkü
finansal fair play tarzı düzenlemelerin doğum sancılarının yaşandığı ama türk takımlarının çok da umursamadığı günlerdi. fenerbahçe de beşiktaş da diğer kulüpler de aynı kafada gidiyordu. beşiktaş zaten tüm borcunu yıldırım demirören'e bağlayıp neredeyse kulübün tapusunu verdi. fenerbahçe 20 yıllık aziz yıldırım dönemi sonrası takke düşüp kel görününe acı gerçekle yüzleşiyor 2 yıldır. galatasaray birkaç yıl önce bu gerçekle yüzleşip, var olan gayrımenkulleri ve sıkı politikaları sayesinde görece daha rahat durumda.
ama dediğim gibi, o yıllar işte taraftarın kaygısının bütçeden ziyade kadroya daha fazla olduğu yıllardı. ek olarak 2002-2008 arasındaki çok güçlü fenerbahçe'ye karşı yaşanan psikolojinin kırılması açısından önemliydi. üstelik türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrası 5 yıllık politikalarıyla düzlüğe çıkmayı başarmıştı. amerika'nın da içine girdiği krizden dolar basarak kurtulmaya karar vermesi sonrası tüm "gelişmekte olan ülkeler" gibi türkiye'ye de sıcak para girişi oluyordu. bu para da alım gücünde bir artışa sebep olmuştu.
ek olarak döviz kurların bugünün 5'te 1'i seviyesindeydi. yani o dönemin 33 milyon euro'suna denk gelen türk parasıyla bugün 8 milyon euro bile alınamıyor. avrupa'da sadece 2 tromso maçına çıktığımız 2004-2006 arası dönemden sonra 2006-2007'de şampiyonlar ligi, 2007-2008 ve 2008-2009'da avrupa ligi gruplarında oynamamız hatta birkaç tur geçmemiz sayesinde kulüp olarak euro bazında gelirlerimizde de ciddi bir artış vardı aslında o yıllarda.
o artan gelirlerin cesaretiyle tüm bu transfer hamleleri yapılabilmişti haldun üstünel döneminde. taraftarın gözünde edindiği yer, medyanın da güzellemeleriyle işte biraz da bu noktada yanlış anlaşılmıştır hep. uzun saçlarıyla, şık ama sportif kıyafetleriyle, genel aurasıyla falan türk tipi futbol yöneticisi profilinin dışındaydı. yıllarca ezilmiş taraftarı coşturan transferlerdeki imza fotoğraflarında yer alması, bunu yapabilen yönetici olarak lanse edilmesi onu olması gerekenden daha üst bir yere taşımıştır gönüllerde.
bu isimleri getirmenin bir maliyeti vardı, takımda tutmanın bir maliyeti vardı. gerek kamuoyu gerek basın hep bu isimlerin ikna edilmesi kısmına yoğunlaştı ama kimse iknanın nasıl olduğu kısmını çok sorgulamadı o günlerde.
kamuoyu aydınlatma platformu olayları henüz yoktu, internet de bu seviyede hayatımıza müdahil olmuş değildi. bazı şeyler hiçbir zaman gün yüzüne çıkmadı.
hafızalarda hep sözleşme imzalanan masada sakin ama kendinden emin şekilde oturan, imzalar atıldıktan sonra kalkıp sporcuyla klasik tokalaşma yerine "çak" yaparak sarılıp kucaklaşırken birşeyler söyleyen, oyuncu menajer hatta bonservis ödenen kulüp başkanının övdüğü bir adam olarak kaldı.
tüm o bilgi yığını arasında bu görüntüsüyle "herkesi ikna edip kulübe getirebilecek bir sihirbaz" olarak şekillendirildi. oysa adamın yaptığı oyuncu ne istiyorsa onu vermekti. ikna kabiliyeti sadece manevi konularla ilgiliydi. bu tarz oyuncular için her şey para değildi ama parasız da yapmazlardı. işte basının, kamuoyunun ıskaladığı nokta buralardaydı. "ikna" edilen futbolcunun indirim ya da kolaylık yaptığı gibi bir yanılgı oldu.
oysa adamın tek yaptığı klasik türk tipi yönetici anlayışının dışına çıkıp adamlarla anladıkları dilden konuşmaktı...