ilk girdimi buraya gireyim istedim...
henüz 16 yaşındayım. hagi'yi televizyondan izledim ama hayal meyal hatırlıyorum. o hayal meyal hatıralar bile ona 'tapmamı' yeterli kılıyor. hayır, mesele yalnızca müthiş futbolu değil... doğru, o golleri, çalımları, pasları izlemek için eski maç kayıtlarını halen seyrediyorum ama mesele bundan çok daha öte. hagi, her şeyden önce galatasaraylı bir futbolcu olabilmişti. haksızlığa boyun eğmemeye şartlanmıştı. erol ersoy'a yaptığı harekete isteyen çirkeflik desin... ben demem. bu, pascal nouma'nın mills'e attığı yumruk gibi 'anlamlıydı'. george best'in uçan tekmesine de benziyordu. bunun adı çirkeflik değil; onur ve asilikti...
hagi, sahadaki 'biz'lerdendi. 35 yaşındayken bile, attığı gollerden sonraki 'ilk gün heyecanı sevinişi'... o, yaptığından zevk alıyordu. yenilgiye tahammülü yoktu. hagi demek zafer demekti, direnmek demekti, ruh demekti.
kısaca hagi, bugün sahada olmayan her şeydi. kaliteydi, ruhtu, dirençti, isyandı, heyecandı. keşke, diyorum, lisans çıkartsa da şu hödüklerin yerine sahaya çıksa. hiç değilse iki üç bağırır, oynamaya üşenen futbolcu bozuntularına tekmeyi basar (bkz:
hagi'nin hasan şaş'a attığı tekme), üç beş frikik ve uzaktan şutla da belki gol bulurdu.
bugün saha kenarında o... bu zor zamanda geldi ve sorumluluk aldı yine. ne yaparsa yapsın, canımı yesin. bu takım daha da kötü durumlara düşecekse, 10'la düşelim. ama ne olur, ne olur şu takımdan haysiyetsiz herifleri bir güzel temizlesin. ben inanıyorum ki, temizleyecektir de. sonuna kadar arkandayız el comandante!
sonuna kadar bağıracağız: i love you hagi!