resim
Gheorghe Hagi
Görev:Teknik Direktör
Takım:FCV Farul
Yaş:59
Uyruk:Romanya
  • 2877
    türkiye'ye gelmiş en büyük, en iyi, en usta yabancı oyuncudur. kendisine karpatların maradonası lakabı takılmıştır. hagi denilince ceza sahasının etrafından attığı goller akla gelir hemen. tam bir serbest vuruş ustasıydı. orta çizgi ile kale çizgisi arasındaki hemen hemen her noktadan gol atmıştır. yalnızca serbest vuruştan değil, oyun içinde de mesafe tanımaksızın vurduğu şutlar her zaman çok tehlikeli olmuştur. bu tip şutları hem isabetli hem de beklenmedik zamanlarda attığı için çok tehlikeliydi, bazen 30 - 35 metreden şut çekerdi. fifa'nın yüzyılın en güzel yüz golü listesinde 5. gol hagi'nin attığı 1994 dünya kupası'nda kolombiya'ya attığı goldür.
  • 2878
    biraz lucescunun, fatih hocanın falan yanında yardımcı hocalık yapsa iyice bir öğrense şu işi, bize üçüncü kez geldiğinde coştursa bizi hak ettiği kral koltuğuna bir de hocayken otursa ne olur? çok mu şey istiyorum anlamıyorum ki... hagi boşver oteli, futbol okulunu falan gel dediğimi yap gözünü seveyim. hasretini çekiyoruz bu şekilde. kaç sene posterine bakıp hayallere dalarak uyuduk şimdi dediğimi yap ve yaşat o hayallerin gerçeğini bize... senin gibi bir kumandan lazım bu takıma, ama önce rütbelerini tak öyle gel yeter seninle kötü ayrıldığımız... kara günümüzde işi gücü bırakıp elini ateşe sokmak pahasına geçtin takımın başına biz böyle yürekli bir hoca istiyoruz ama bari boş dururken öğren şu işi...
  • 2879
    1994 dünya kupasında romanya milli takımı altında çıkardığı birbirinden inanılmaz maçları görüp de "yav bu galatasaray' a gelir mi ki " acep" diye sesli düşünüp de biraderin alayına maruz kaldığımı hatırlarım. alayda haklıydı kendisi zira hagi o maçlardan sonra barcelona' ya transfer olmuştu, yani o kalibredeki bir adamı o zamanlarda galatasaray' a getiremezdiniz. ama ne oldu oldu, hepi topu iki yıl sonra bir haber türk spor servislerine boma olaraktan düştü; "hagi galatasaray' da". öyle yıllar haftalar aylar alan bir süreç değildi bu. birinci gün haber, ikinci gün hagi istanbul' da, üçüncü gün imza ve dördüncü gün uğur' un jübile maçında hagi ilk onbirde sahada.
    çok uzatmaya gerek yok bence, bu transferin üstünden 5 yıl su gibi geçti. bir baktık hagi son maçını oynuyor galatasaray forması altında. faal olarak da son maçını oynuyor sahada.
    teknik direktörlüğü olmadı evet ama futboluna hiç doyamadık hagi' nin. futbol obezi olmuştuk hepimiz onun sayesinde ama her daim açtık.

    edit: imla.
  • 2880
    futbolu bıraktığında okumayı yeni sökmüş ergenler tarafından pek de sevilmeyen galatasaray efsanesi. misimovic vakasında taraftarın tavrı karşısında ne hissetmiştir bilmem ama kendisi alex gibi bir türkiye ligi topçusuyla kıyaslandığında ağzını aç(a)mayan galatasaraylı olduğunu iddia eden ergenleri görseydi herhalde yıllarca verdiği emeğe hakaret edilmiş gibi hissederdi.
  • 2883
    kendisini izlediğim süreçte bana hiç bir zaman "abi karşı takımın 10 numarası bizimkinden iyi" dedirtmemiş efsane. her zaman onlarda x varsa bizde de hagi var demişimdir.

    not: ki karşılıklı oynadığı bu yıldız 10 numaralar arasında bir çırpıda alessandro del piero, dennis bergkamp, harry kewell, luis figo, gianfranco zola ve hatta takımında 10 numara giymese de zinedine zidane gibi efsane isimler sayılabilir.
  • 2890
    #784395'i izlerken düşündüm de kendisi 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçı o kırmızı kartı yedikten sonra eğer taffarel henry'nin kafasını çizgiden çıkaramasaydı, bülent korkmaz omzu çıktıktan sonra öyle canla başla savaşmasaydı, suker ve viera o penaltıları kaçırmasaydı, popescu o penaltıyı atamasaydı, velhasıl kelam galatasaray uefa kupasını hagi kırmızı kart gördükten sonra kaybetseydi dolayısı ile süper kupa maçına da hiç çıkamasaydı hagi yine böylesine efsane olurmuydu bizler için?

    işte böyle paradokslara düştüğüm zaman kadere daha çok inanıyorum. taşş*k geçebilirsiniz ama bence o gün tanrı da galatasaraylıydı ve commandante'nin bir anlık öfkesi yüzünden hem galatasaray'ın kupayı kaybetmesini hem de hagi efsanesinin bir iki paragraf kısalmasını istemedi.

    uzun lafın kısası; kendisi tanrı'nın dahi hayran olduğu ve üzülmesini istemediği bir futbolcuydu.

    ne içtiysem aynısından isteyen gsuserler için not: rakı.
  • 2891
    bence 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçında kırmızı kart görmesi hayırlı olmuş olabilir. kelebek etkisi denen birşey var ya hani, işte öyle.
    hagi kırmızı kart görmese belki ilk penaltıyı imparator ona verecek ve hagi kaçıracaktı. belki... ama allah'ı var o kırmızı kartın da yeri ayrı benim için. keşke commandante iki tane daha çaksaydı o elemana.
  • 2892
    kendisi kırmızı kart görüp uefa kupası kaybedilseydi biz bilecektik ki hakan şükür yüzünden bu oldu zaten hakan yıllar sonra son dakikadaki frikiği kendisinin kullanmasıyla hagi'nin sinirlendiğini kırmızı kat pozisyonunun da bu yüzden olduğunu söylemiştir tabi aradan 10 sene geçtikten sonra söylemiştir, esas delikanlılık o gün söylemektir ya neyse. yani kısaca hagi'ye sallamamak lazım. hagi'nin o davranışı neden yaptığına bakılmalıdır. hiçbirşey bilmiyorsa hagi bu davranışı 5 yılda kaç kez yapmış ona bakılmalıdır.
  • 2896
    sene 2001 uefa kupası kazanılmış, sonrasında süper kupa müzedeki yerini almış takımın başında mircea lucescu olmasına karşın, gheorghe hagi yönetiminde yapılan antrenmanların birinde yanımdaki veledin mario jardel 'e duyduğu inanılmaz sevgi gösterilerine sert bir şekilde karşılık vermesi ve idmandan bizi kapı dışarı etmesiyle hayatımda disiplin kelimesinin tarifi olan karpatların maradonası.
  • 2900
    1996-2000 arasında, medyanın yüzde sekseninin, taraftarın da yarısından fazlasının gelen başarılarda adını fatih terim'den önce ilk sıraya yazmaları son 10 senede yaşadığımız en büyük paradoksların başlangıcı olmuştur.

    o dönemi yakından izleyenler çok iyi hatırlar. medyada hep, galatasaray'ın iki teknik direktörü olduğundan bahsedilirdi. saha dışında terim, içinde gica. hatta, anti galatasaray medyası hagi olmasa terim'in takımın başında 1 sene bile dayanamayacağını sık sık gündeme getirirlerdi. nitekim tribünde bizler de bu ikilemdeydik. neredeyse hepimiz başarının bütün takıma ait olduğunu düşünüyorduk ancak içten içe bazılarımız terimci bazılarımız da gicacıydık.

    gelgelelim terim bu duruma içten içe hep çok bozuldu. ona göre başarıdaki aslan payı tabii ki kendisinindi. terim'in medyaya karşı savaşı ve devamında bütün başarayı sahiplenme dürtüsü bu şekilde başlamıştır. şimdi bahsedilen büyük egonun temelleri ozaman atılmıştır işte. yoksa ondan önceki futbolculuk ve teknik adamlık kariyeri boyunca agresif fakat ılımlı bir profil çizmiştir.

    herneyse, o dönem hagi'nin yarattığı paradokslar daha yeni başlamıştır. birinci terim devrinden sonra takımın başına dünyaca ünlü isimleri getirmekten bahseden yöneticilerimiz, kimileri için süpriz bir kararla takımı lucescu'ya emanet ettiler. 4 sene boyunca başarılı olmuş rumen ekolünü devam ettirmek adına verilmiş isabetli bir karardı tabii ki. ancak gica için durum farklıydı. o, takımın başında rumen bir hoca istemiyordu. hatta rumenden öte lucescu gibi disiplini ve katı futbol anlayışını ön plana çıkaran bir teknik direktörle, ilerlemiş yaşından dolayı başarısız olacağını düşünüyordu. nitekim aralarındaki gerilim o dönem medyaya sıkça yansıdı. hagi'nin o sezon sonu futbolu bırakması bahsettiği gibi antrenman yapmaktan sıkılması değil, ondan önceki 4 senede üzerine binen bütün fiziksel yükün lucescu tarafından kendisine bir sezonda bindirilmesindendir.

    öyle ki, futbolu bıraktıktan tam 2 sene sonra, samiyendeki yüzüncu yıl kutlamalarımızda oynanan dostluk maçında sahaya koyduğu performansı görenler, hep bir ağızdan, senin ne işin var teknik direktörlükle, çıkıp sahada yarım saat oynasan ortalığı kasıp kavururuz demişlerdir.

    neyse konudan sapmayalım. hagi'nin başlattığı rumen ekolünü kaldığı yerden devam ettrien lucescu bir sezon sonra efsane kadro yerle bir olmasına rağmen şampiyon olmuştur. devamında ise özhan başkanın, avrupada işsiz kalan imparatoru takımın başına getimesi, lucescu başta olmak üzere emeği geçmiş bütün rumenlerin ahını almasına sebep olmuş ve başarısız geçen dönemlerin başlangıcı olmuştur. hatta bir ara imparator bu durumun farkına varıp bana kaliteli rumen oyuncu alın demiştir ama malesef bu sefer ilk dönemindeki gibi şansı yaver gitmemiştir.

    başarısızlığa daha fazla dayanamayan terim istifa etti(rildi)kten sonra yerine ne tesadüf ki hagi gelmiştir.* fakat yazımın başında bahsettiğim sebeplerden ötürü bu seferde terim'in teknik direktörlük konusunda hagi'ye olan öfkesi ve ahı, onun da başarısız olmasına sebep olmuştur.

    arada geçen 6 sezonda "eskiye rağbet olsa anlayışı" da sırf bu yüzden başlatılmıştır. ne yazık ki eski efsanelerimiz de bu anlayışın kurbanı olmuş ve floryaya girişleri bile yasaklanmıştır. araya sıkıştırılan 2 şampiyonluğa rağmen polat'ın teknik direktör katliamları bizi tekrar hagi'nin yarattığı paradokslara geri götürmüştür ve gica yine takımın başına geçmiştir.

    nihayet bu sezon* başında ise imparator, oyuncusu olarak değil belki ama tekrar hagi'nin üzerine teknik direktör olarak gelmiş ve taşlar artık yerine oturmuşur. terim mutludur, çünkü hagi'nin başarısız bir teknik direktör olduğu artık tescillenmiştir. gica mutludur, çünkü galatasaray'daki misyonu, hep en zor anlarda sahneye çıkmak olmuştur ve bu noktada sorumluluk almaktan hiç kaçmamıştır. sonuç olarak artık her ikiside mutlu olduğuna göre, bu yaşanan kaotik paradoksların sonu gelmiştir diye umuyorum.

    peki biz mutlumuyuz? şu son 10 senede yapılan saçma sapan işleri hatırladıkça insan üzülmeden edemiyor. birazcık doğru yönetilsek müzemizde bir iki tane daha avrupa kupası olabilecekken, düştüğümüz şu durum içler acısı. neyse ki, mutlu olmak için bize her sevdadan geriye kalan bir galatasarayımız, hala var.
App Store'dan indirin Google Play'den alın