çok uzun zaman oldu sözlüğe yazı yazmayalı. aylar sonra ilk defa sözlüğe giriş yapıp birşeyler yazmak geldi içimden. belkide sözlüğe bu şekilde yazmak formata aykırıdır, belki birkaç dakika sonra uçurulur yazdıklarım, ama en azından ben yazmak istedim.
bu dünyaya tek başımıza geliriz, ama belli bir yaşı aldığımızda bizden kopmamasını istediğimiz parçalarımız olur. insanın kalbini dolduran insanlar olur, ama insanın kalbini belkide en güzel baba sevgisi doldurur.
2014 yılında mart ayının başları, londradaki chelsea galatasaray maçına birkaç gün kalmış. babamla akşam yemeğini yedik ve beraber televizyonun karşısında oturduk. babamın keyfi yerinde, 26 sına gelmiş oğlunu deplasmana göndermenin mutluluğunu yaşıyor. bundan 10-15 sene önce yurtdışı deplasmanlarında yaşadıklarını anlatıyor. günü gülerek ve bol bol konuşarak geçiriyoruz. televizyonda çok sevdiği cengiz kurtoğlunun şarkıları çalıyor ve babam keyifle ona eşlik ediyor. zaman ilerliyor ve hemen hemen her gece yaşadığımız televizyonun karşısında uyuklama zamanımız geliyor. ben uyanıyorum ve babamı uyandırmaya çalışıyorum. babam uyanıyor ve daha önce hiç bakmadığı gibi bakıyor. o an anlıyorum ters giden birşeyler olduğunu ve babamı hemen hastaneye götürüyorum. daha yarım saat önce konuştuğum babamın ciddi bir beyin kanaması geçirdiğini öğreniyorum. tam 7 gün hastanenin kapısında tüm ailemle bekliyorum ve haber geliyor "yoğun bakıma gelebilirsiniz babanız uyandı" diye. büyük bir mutlulukla babamın yanına gidiyorum, doktor babamın beyin kanamasına bağlı olarak konuşma yetilerini kaybettiğini ve bir daha konuşmasının çok zor olduğunu bana anlatıyor. aradan günler geçiyor ve chelsea-galatasaray maçının günü geliyor. hastanedeki doktorlara tembihliyorum maçı açmamaları konusunda. çünkü her ne kadar tepki vermesede gözleriyle herşeyin farkında ve olası bir galatasaray yenilgisinin onu ne kadar üzeceğini çok iyi biliyorum. işte bu dakikadan sonra bir mucize yaşanıyor. babam ellerini kollarını oynatarak ayağa kalkmaya çalışıyor. odaya doktor geliyor, babam doktorun kollarından tutup gayet net bir şekilde "ben
galatasaraylıyım " diyor. doktor beni arayıp bunun haberini veriyor. koşarak yoğun bakım odasına giriyorum, televizyondan maçı açıyoruz. nasıl hissetti o gün maç olduğunu, nasıl anladı bunu bilmiyorum. tek bildiğim babamın tekrardan konuşacağına karşı olan inancımdı. babam maçın yarısında uyuya kalıyor. bende televizyonu kapatıp aşağı iniyorum. ne maçın skoru ne galibiyet ne mağlubiyet hiçbirşey önemli değil. tek düşündüğüm ağızdan çıkan o 2 kelime. doktorlar herşeyin iyiye doğru gittiğini 2-3 haftaya hastaneden çıkabileceğimizi daha sonrası nda fizik tedavi ile iyileşme sürecinin hızlanacağını bana anlatıyor ama hala o 2 kelime dışında tek bir söz duyamıyorum. günler geçiyor babam normal odaya alınıyor. ama yine kötü bişeyler olduğunu hissediyorum ve doktorlara bunu bildiriyorum. maalesef hislerim yersiz değil ve yine babam yoğun bakıma alınıyor. mart ayının son günleri, havaların biraz daha yumuşadığı bi istanbul akşamı. hastaneden çıktıktan sadece 10 dakika sonra babamın durumunun ağırlaştığı bilgisi bana geliyor. derken 1 nisan gecesi hayatımın en zor anını yaşıyorum ve hayatımdan bir parça kopup gidiyor. 26 senedir ne olursa olsun bana hep destek olan adam artık yok. hep güzel sözlerine, kararlı duruşuna, güçlü kişiliğine hayran olduğum büyük galatasaraylı babamın ağzından çıkan son söz "ben
galatasaraylıyım ".
babam hep dostluktan, sevgiden, barıştan yana bir insandı. siyası bir görüşü yoktu. 80 li yıllarda dostum dediği
ahmet kaya ile galatasaray şeref tribününde maçta izledi, mhp il başkanı abisiyle hopa da rakıda içti. sevdiğine, memleketine hayran, dost canlısı, birleştirici bir insan. işte bu yüzden tabutunu sadece aynı kafadaki insanlar değil, sevginin birleştirici gücüne inanan insanlar taşıdı. sarı kırmızı güllerle donattım kabrini. fenerbahçeli, beşiktaşlı, trabzonlu dostları gözyaşlarıyla suladı mezarını. tek tesellim
nejat uygur abimle neredeyse yanyana olmaları. her ziyarete gittiğimde, nejat abimin mezarına baktığımda yüzümde oluşan tebessüm.
uzun lafın kısası, bazen insanların son sözü kelime-i şaadet değilde, çok sevdiği birşeyin ismi olurmuş. işte burda çok sevdiği
metin oktay ın o meşhur sözü devreye giriyor. "bence galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş, köklü bir inançtır. galatasaray'ı işte bunun için tercih eder ve galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım"
galatasaray yenilsede yensede, galatasaraya küslük olmaz. galatasaray bizi hep mutlu etmiştir yine edecektir. hayatta sevdiklerinizi kaybettiğinizde bile bir parçanız kopar gider. tek birşey sizden asla kopmaz. oda galatasaraylılığımız ve galatasarayımız. bana
galatasaraylıyım dedirttirebildiğin için teşekkür ederim baba.
doğum günün kutlu olsun.