• 1
    --- alinti ---

    galatasaray'da futbolcusunuz. soyunma odası tünelinden çıkıp sahaya adımınızı atıyorsunuz. bakıyorsunuz tribünler büyük ölçüde dolmuş. (tamamen dolmuyorsa, bu yazıda sözü edileceklerin -ve edemeyeceklerimin- rolü yadsınamaz.) görüyorsunuz ki yalnız değilsiniz. kendinize daha bir güveniyorsunuz, arkanızda o kuvveti hissediyorsunuz. dört bir yanınızda sizi desteklemeye gelen, sizden olan insanlar. fakat, her ne hikmetse ilk duyduğunuz tezahürat, "kapalı n'oluyo, sesin niye çıkmıyo!?" oluyor. meâli, "kapalı n'oluyor, oran buran oynuyor." açığı kapalısı değil de, önce siz bir "n'oluyor yahu?" demez misiniz? sizden saydığınız adamlar birbirine sataşıyor. yarın bir gün siz sahada kendi takım arkadaşınızla tartışsanız, aynı tribünlerden tepki göreceksiniz; ama bir tribün toplu hâlde diğerine dikleniyor. ne hissedersiniz? aynı güç, aynı kuvvet sürer mi; yoksa kendinizi daha mı yalnız hissedersiniz?

    burada standart bir durum değerlendirme kabiliyetine sahip bir futbolcuyu ele alıyorum; ama türkiye'deki eğitim sorunu düşünülünce çok az futbolcu için geçerlilik sağlıyor aslında. bizim de şanssızlığımız bu zaten, türkiye'de futbolla ilgilenmek. stad sorumlusunu tribüne karşı tutumu için eleştirirsin ama tribün de en iyisini hak etmez. tribünü futbolcuya karşı davranışı için eleştirirsin ama futbolcu da en iyisini hak etmez. futbolcuyu kulübüne karşı davranışı için eleştirirsin ama kulüpler zaten pislik içinde, futbolcusuna da hak ettiği değeri vermez. kulübü hakemlere ve federasyona karşı tutumu için eleştirirsin ama tüm bu batmışlığın mümessibi gelmiş geçmiş tüm federasyonlardır zaten. hepsine karşı sergilediği kötü niyet için medyayı eleştirirsin ama hiçbiri diğerinden daha az suçlu değildir. içlerinde bir tane masum olsa, her şey düzelmeye oradan başlar aslında. böyle olduğunda herkes suçu birbirine atarak temizlendiği inancına kapılıyor. hep bir kaçak nokta oluyor. "ama"lar oluyor.

    bursaspor başkanı, erhan telli'yi darp ettiğinde hangisi haklı, hangisi haksız? aziz yıldırım hakemleri tehdit ettiğinde hangisi haklı, hangisi haksız? nedim karakaş, "sahaya girip oyuncumuza saldırdılar, yıllardır basketbolun içindeyim böyle bir şey görmedim!" derken haklı mı? ergun gürsoy, "teşvik primi olsa biz verirdik." derken haklı mı? ya da seçim kazandırdıktan, bir dönem boyunca onunla birlikte çalıştıktan sonra işi bitince özhan canaydın'a savaş açarken? yıldırım demirören ona küçük ahmet'le oynamasını söylerken büyük ahmet mi haklı? biz iki kişi çirkiniz, bir adam öldürüyoruz; birimiz daha çirkiniz, o adamın cebindeki parayı paylaşma konusunda da sahtekârlık yapıyoruz. hangimiz daha çirkiniz? "ama o benim hakkımı yedi." "ama sen de adam öldürdün!" sporu, spor ahlakını öldürenlerin, bunu yapabilenlerin kendi aralarında anlaşması mümkün mü? içlerinden biri de çirkin değil, güzel olsa; suçlu değil, masum olsa; o kadar çok şey değişir ki. ama kişi değil, kurum olacak güzel olan. bir takım, bir yönetim, bir tribün, bir federasyon, bir gazete... hepsi bir anda vahiy transferiyle düzelmeyeceğinden, bir gün muhakkak bir yerden başlamak gerekecek. niyet varsa, hani yok da, ortaya çıkarsa. biz hep galatasaray'ı bu rolde görmek istiyoruz. geçmişten bugüne getirdiği öncü olma özelliğini tüm kirliliklerden arınma konusunda da göstersin istiyoruz.

    şimdi de başlanacak yerin galatasaray tribünleri olduğunu farzedelim bir yazı süresince. her şey herkes güzelmiş gibi değil; yalnızca galatasaray tribünleri neden daha iyi değil üzerinde düşünelim. "neden daha iyi değil" biraz yanlış bir tabir aslında, çünkü daha iyi olmak için önce iyi olmak gerekir; ki bugün galatasaray tribünü türkiye'nin en etkili on tribünü arasında kendisine ancak yer bulur. (güzelim eskişehir tribünü de ilk sıradadır - deplasmandaki değil ama.) oysa ali sami yen, bundan 7-8 sene öncesine kadar değil türkiye'nin, dünyanın zirvesine oynardı. bugün gelinen nokta buysa; başta tribünleri kontrol altına almak isteyen (çünkü tarihin en başarısızı olan, tepkiden korkan) yönetimler, bilet sağlayıcı kuruluş, polis ve gördüklerine göz yuman herkes suçludur. başbakan'a kadar uzanır bu zincir, ki tribünler -maalesef ki- ülkedeki tek toplu hareket alanıdır, pisliklerden en önce arınması gereken platformlardır bu bağlamda.

    işin suç, rant, iktidar, karaborsa, tribün transferleri, iş ortaklıkları, çaylarına çorbalarına bakanları kısmını bir kenara bırakalım. ve en başa, sahadaki futbolcu hâlimize dönelim. en son bir tribünün diğerine "giderini" görmüştük. öncelikle gider yapılan tribüne, kapalı'ya bakalım.

    burada iki grup faydasızın hakimiyeti göze çarpıyor: hiçbir tezahürata katılmadan maç izleyenler ve her pas hatasında homurdananlar. ilkine sözüm yok, herkesin hakkıdır sessiz sakin maç izlemek. yorgun olursun, hasta olursun, moralsiz olursun ya da ne bileyim hiçbir gerekçen yoktur da sadece tezahürat yapmak istemezsin, maça odaklanırsın. normaldir. benim de zaman zaman yaptığım olmuştur, herkesin de olmuştur; tribün bir bayrak yarışıdır zaten, senin bıraktığın noktadan başkası devralır. ama homurdananlar? galatasaray tribünlerine, galatasaray'a destek olmak için gelinir. sana orada insan muamelesi yapılmasa da, gişelerden binbir eziyetle geçsen, otuz sekiz polis kontrolünden geçsen, stadın müdürü en zayıf anında ışıkları kapatıp seni karanlıkta bıraksa da arma için oradasındır. görevin, desteği de geçtim, en kötü köstek olmamaktır.

    galatasaray futbolcusuna kimse küfür edemez, diyemem, herkes istediği gibi davranmakta özgür. ama galatasaray tribününde galatasaray futbolcusuna, değil küfür, yüksek sesle homurdanılamaz. git kardeşim evinde izle, istediğin kadar küfür et; tribünleri destek verenlere bırak. tribünde çok mu destek var? yok. ama işte bir yerden başlamak için tribünü seçtiğimiz gibi, tribünde de bir yerden başlamak gerek. tabii bir ayrımı da iyi yapmak: bu homurdananlar uyarılmalı, evet, ben de uyarıyorum her seferinde. ama bunu bir misyon edinip maçtan çok bu seslere odaklanan kişiler de yok değil. uyarılarının tonu da değişik oluyor hâliyle. aradaki çizgi kaçarsa da, "bağırsana ulan!"cılarla arada pek fark kalmıyor.

    "bağırsana ulan!" demişken, geçelim eski açık'a. kapalı'ya peşinen geçirdikten sonra, maç başlıyor; bir üçlü, ardından tribünde sözü geçen biri sevdiceğini hatırlıyor: "seviyorum seni, ekmeği tuza banıp banıp yer gibi..." şarkı da aynen söyleniyor ha, bir değişiklik yok. sanırsın konser var eski açık'ta; onur akın gelmiş, ısrarları kıramayıp bir şarkı patlatıyor. her tribünde söylenen tezahüratın galatasaray'a ne faydası var? yok. sadece anlıyoruz ki, birileri bizimle fena hâlde dalga geçiyor. şükür, en azından bizimkinin sonunda takımın adı geçiyor. 40 dakika da kâh bu şarkıyla, kâh repertuardaki diğer hüzünlü parçalarla geçiyor, sakin sakin. son 5 dakika bir anda hareketlilik... devre bitiyor, takım soyunma odasında, coşkun tezahüratlar devam ediyor... maç oynanırken bağırıp devre arasında güç toplaması gereken tribünler, maç oynanırken mırıldanıp devre arasında coşuyor.

    ikinci yarılar klasik... 1-0 öndeyiz, paslarda oley çekmeye yelteniliyor, maçın sonu zor geliyor. başka bir maç, skor aynı, kalemiz önemli tehlikeleri bir bir atlatıyor; "gideeeen her sevgiiliiiniiin ardııııııııııındaaaaaaaaaan... şşşşşt!" tak: 1-1. kapak oluyor. başka bir maç, skor yine 1-0, rakip geldikçe geliyor... tribünlerde arabesk modası: "seeen, var ya seeen! deplasman yolunda, elimde sigaraaa!" aferin! 1-1 oluyor, çek sigarandan kederli bir nefes daha, deplasman taraftarından da farkın yok zaten.

    sen var ya sen.
    takımına faydan yok.
    haberin yok.

    --- alinti ---

    http://mayislar.blogspot.com/
  • 4
    ne yazık ki artık eski ilginin olmadığı tribünlerdir.
    aşağıdaki tweet'te bu sezonki tribün istatistikleri yer alıyor.

    https://twitter.com/...HQrCzvhmFfg&s=19

    https://gss.gs/yG1.jpg

    bu istatistiği gördüğümde bir galatasaray taraftarı olarak utandım. 7 senedir bırakın şampiyonluğu tek bir kupa, tek bir başarı dahi kazanamayan takımın taraftarları her koşulda takımına destek vermeye devam ederken biz galatasaray olarak stat kapasitemiz daha fazla olmasına rağmen bu kadar geri kalmışsak kendimizi sorgulamalıyız. başarısızlıklardan, ümitsizliklerden azade bir şekilde takımımıza destek vermeliyiz. iyi günde, kötü günde...
  • 5
    https://twitter.com/...HQrCzvhmFfg&s=19

    seyirci istatistiklerini iyi değerlendirmek gerekir. galatasaray iç sahada oynadığı ilk maç olan hatayspor maçını atatürk olimpiyat stadında oynamak zorunda kalmıştır. ve yine o maç için stada giden taraftarlar maçta ceza almış bir sonraki alanyaspor maçında tribünde yer alamamıştır. bir çoğunun cezadan maç günü gişede haberi olmuştur.

    beşiktaş bu sürede iç sahada derbi oynadığı için yüksek ortalama çıkarmıştır. fenerbahçe'de ise ali koç tarafından finanse edilen taraftar grubu maçlarda doluluğu arttırmaktadır.

    stadyumların lojistik durumu ve performansların etkisi de vardır.
  • 6
    https://twitter.com/...493255601401856?s=21

    https://twitter.com/...481875452039176?s=21

    https://twitter.com/...494020407578627?s=21

    bugün* rakip takım taraftarına teslim edilen itici gücümüz. agresif tribünün maç içinde bir türlü oluşamamasında bu olayın etkisi büyük. bilet satışında yaşanan ilginçlikler, sonra pasaportlara aktarılan biletlerin ortaya çıkışı vs. şu yukarıdaki kaynakların hepsini yalnızca bu sözlükten buldum. özellikle başka herhangi bir mecrada araştırmadım. bence büyük rezalettir.

    kendi adıma bugün normalde de çok çok iyi bir tribün beklemiyordum çünkü ‘orda olmak için’ gelen çok insan olacaktı. ama sen gidip batı tribünün ortasında 100 kişilik rakip taraftar oturtursan zaten bu tribün doğal olarak bütünleşmeyi yapamaz. sözlükte kaç entryde yanında yabancılar oturduğunu yazan gördüm. bugün bazı küreselleşmiş tribünler dışında kim gidip avrupa’da 100 kişi galatasaray formasıyla oturabilir?

    büyük rezalettir, önceliği olması gereken galatasaray taraftarına da büyük ayıptır. sorumlularının ortaya çıkması dileğiyle. ülke olarak zaten çok şeyi sattık, bir tribünlerimiz kalmıştı. yazık.
  • 7
    tribünsel performans anlamında uzun yıllardır hep geriye doğru giden tribünler.

    tarihsel anlamda doğum sancıları yetmişli yıllarda yavaş yavaş sayısal çoğalmayla birlikte inönü stadı'nın açık tribününe denk gelir. seksenlerde istanbul'daki üç büyük takımın taraftarları arasındaki çatışma ortamında inönü stadı'nın kapalı tribününe taşınmış, 1986-87 sezonunda ali sami yen stadı'nın sürekli olarak açılmasıyla kapalı üst'e geçmiştir.

    bu süreç içerisinde hep ileriye doğru giden tribünsel performanstan bahsetmek mümkün(dü).

    taa ki 2008'li 2009'lu yıllara kadar...

    35-40 yıllık bu akış içerisinde, belki galatasaray'ın hep yukarıya doğru gidişinin de etkisiyle, galatasaray taraftarındaki artışa ek olarak hem nicelik hem de nitelik olarak artmıştır galatasaray "tribünü". "cenk dönemi"nde peygamber hüseyin'in sahneye çıkışına kadar belki fenerbahçe ve beşiktaş ile dişe diş mücadele edilememiştir. ama seksenli yıllarda tribünlerde söylenmeye başlayıp bugün halen kullanılan "anonim" tezahüratların çoğunu çıkartan, boydan boya flamaları ve pankartları ilk olarak tribüne asan, meşaleyi ilk defa türk tribünlerinde yakan, italyan ultralar tarzında toplu halde sopalı pankart işine ilk girişen, organize koreografileri ilk olarak türkiye'de yapan hep galatasaray tribünleri olmuştur.

    yine bu sürecin tamamında ya da önemli bir kısmında var olup "çekirdek" kitleyi oluşturan bir azınlığın yanında bu işleri bir sebepten bırakanların yerine gelenlerin her daim farklı bir zenginlikle ve katkıyla geldiğini görmek mümkün. zaten tribünsel anlamda hep daha ileri gitmeyi sağlayan önemli faktörlerden biri de bu zengin ve çoğulcu katkılar demek yanlış olmaz.

    sulu derbi olarak tarihe geçen 19 mayıs 2007 galatasaray fenerbahçe maçı, galatasaray tribünleri adına en önemli kırılma noktalarından biri ve belki de en sonuncusudur. o gün yaşanan olaylarda cezalar alan ya da bu işlerden el ayak çekmek durumunda kalan önemli bir kitle olmuştur ki bunların içinde "çekirdek" kadrolardan da epey bir insan vardı. internetin yavaş yavaş yaygınlaşmasıyla şimdikine kıyasla ilkel olsa da takip işlerinin artması, iç saha-deplasman-amatör branş ayırt etmeksizin tribün kapılarında gbt aramaları gibi uygulamalar derken sulu derbi sonrası süreç "tribün" insanları açısından epey sancılı geçmiştir.

    bu 35-40 yılda tribünü canlı ve dinamik tutarak devamlı ileriye götüren bayrak değişimlerinin sonuncusu da bu dönemlerde yaşanmıştır. kapalı üst geleneğini devam ettirebilecek nitelikte ve inatçılıkta olan insanların işin içine dahil olabildiği son zamanlardı işte.

    önce kulübün de ittirmesiyle tüm tribün grupları ali sami yen'deki son 1.5 sezonu eski açık'ta bir arada geçirdi. hem kapalı üstün kendine has tipolojisiyle oynandı, hem de o dönem neredeyse kapalı ile yarışırken tezahürat anlamında çılgın işlere imza atan eski açık ortadan kaldırılmış oldu.

    oradan seyrantepe'ye geçildi. 2.5 katı büyük kapasiteli bir stada geçilse de yerleşim planı olarak bu işlere çok kafa yorulamadı. hem stadın yolunu öğrenme çabaları, hem de 1.5 sezonluk satılan kombineler sebebiyle tamamen karma bir yerleşim planıyla 2 yıl da öyle kaybedildi. ilk kombine yenileme dönemi geçildikten eski kapalı üst insanları doğu tribünde belli başlı yerlerde toparlanabildi, tayfanın konumu net olarak belirlenmiş oldu, güney ve batı tribünde de arkadaş grupları oluşmaya başladı.

    tam biraz toparlanabilmişken gezi parkı olayları ve akabinde passolig'e kadar giden süreç yaşandı. galatasaray özelinde konuşursak zaten stad açılışındaki protestolarda fitili ateşlenmiş olan gerilimler daha da büyüdü. ondan da 2 sene sonra yaşanan 15 temmuz 2016 darbe girişimi sonrası artık bazı şeyler geri dönülmez derecede tahrip olmuş oldu.

    bugün türkiye'de "tribüncülük" yapmaya çalışan tüm grupların üzerinde idare tarafından çok ciddi bir otokontrol var. bizim tribünlerin son iyi zamanları dediğimiz yıllarda hayal bile edilemeyecek seviyede hem de. kulüp yönetimleri de, göze batmamak adına, bu şekliyle olaylara müdahil olmak durumundadır. bugün ultraslan harici taraftarın dönem dönem dert yandığı şeylerin arkasındaki temel sebep de budur.

    bugün deplasman tribününe bilet bulamama sorunu, kitlesel taraftarı olan her kulüp taraftarının ortak sorunudur aslında. ya da tribün gruplarının bazı konulara kayıtsız şartsız destek vermesinin sebebi de budur. arada sırada ortaya atılan "yeni tribün grubu" fikrinin altı biraz da bu yüzden dolayı boştur...

    tüm bu ahval ve şerait içerisinde tribüne tribünsel anlamda bizler gibi iyi eğitimli hatta seküler denebilecek insanları tatmin edecek bir katkı verebilecek, o eski güzel günlerdeki dinamizmi sağlayabilecek insanların sistemin içine dahil olması çok ama çok zordur.

    ultraslan 20 yılı aşkın süredir çoğalmaya, elden ele bir şekilde geleneği sürdürmeye çalışmaktadır. ortada göz ardı edilemez bir fedakarlık ve devamlılık her zaman vardır. ancak bunu sağlarken bir üstteki paragrafta bahsedilen kısmı, belki de doğal olarak, es geçilmektedir...

    işin biraz da teknik boyutuna gelirsek aslında tribünsel performansı olumsuz etkileyen 3 faktör vardır. bunlardan biri tüm tezahüratların gereksiz şekilde hızlı söylenmesi, ikincisi tribünü yönlendirme işinin amigolardan ziyade "abi"ler tarafından yapılması, üçüncüsü de bu otokontrol mekanizmasının en tepeden en aşağıya kadar hakim olmasıdır.

    türk telekom arena, ali sami yen stadı'na göre çok daha geniş bir alan olmakla beraber dört köşe olması ve çatısı sebebiyle çok fazla da "eko" da yapan bir yapı. eski ali sami yen'de kapalı'nın çatısının altındaki 200-300 kişi bağırdığı zaman çıkan ses stadın her tarafından net bir şekilde duyulabilirdi. bugün kale arkasında 3-4 bloğun bir arada söylediği bir tezahürat bile doğu ya da batının belli bölümlerinden güç bela duyulabiliyor. bu yetmezmiş gibi bir de tezahüratlar çok hızlı söyleniyor, tezahüratı başlatan grup yüksek sesle söylemeye çalışırken bunu hızlı söyleyebiliyor. zaten boğuk olan ses iyice anlaşılmaz oluyor, stadın uzak yerindeki insanlar sesi tam duyamıyor, duyduğu anda katılamıyor, el-kol hareketlerinden çözmeye çalışıyor. güç bela anlayabilenler katıldığı anda da tezahüratı başlatanlar yorulduğu için tezahürat duruyor...

    mesela ahmet cömert günlerinden bir video. 2-3 bin kişinin katılımına ve kayıt teknolojisinin eski olmasına rağmen çıkan desibele ve tek sesliğine müthiş bir örnek:

    https://www.youtube.com/watch?v=LC5oE9Id36I

    yıllar sonrasından, yanılmıyorsam bir sami yen sokak videosu. katılım çok daha az olmasına rağmen 4-5 yerden farklı bir ses çıkıyor. bunu nef arena'nın kale arkası alt tribününe koyup diğer bir tribünden dinlemeye çalışınca olay çok daha vahimleşiyor.

    https://youtu.be/m5CE7Z-2zVo

    ikincisi bugün tezahüratları yönetme işinin "abi"lere kalmış olması. bunun da hiyerarşik düzen içerisinde, sadece devamlılık ve "sağlamlık" gibi iki konudan bağımsız kıstasla belirlenmesi. tezahürattan hoşlanmayan hatta bazı tezahüratları bilmeyen abilere bile bu iş kalabiliyor. onlar da genelde sırf bu iş devam etsin diye tribünü yönlendirmeye çalışıyor. bu zaman da ortaya saha içinden kopuk, gündemden bağımsız bir uğultu çıkıyor. ne kadar güçlü bir figür olursan ol, nerede ne bağırtılacağını bilmezsen kemik tayfa dışında kalan insanları bağırtma şansın yoktur. bu galatasaray tribün tarihinde amigoluk yapmış pek çok ismin de farklı mülakatlarda defalarca söylediği bir konudur. bugün galatasaray tribünlerinin performans olarak geriye gitmesinde yaşanan gerilimler harici bu detayın da etkisi çok fazladır.

    üçüncüsü de otokontrol mevzusu elbette. galatasaray sözlük olarak biz bile yaptırdığımız bir pankartı asabiliyorduk mesela sözlüğün ilk yıllarında. yine bir kontrolden geçiyordu, yine bir yerine görüldü mührü vuruluyordu ama asabilme ihtimalin vardı. artık o ihtimal yok. üstelik bu durum her ne kadar ultraslan tarafından dikte ediliyor gibi görülse de aslında temel olarak daha yukarıdan her an baskı gelme ihtimalinden dolayı oluşuyor. aynı durum tezahüratlar için de geçerli. sana göre tesadüftü bize göre söke söke tezahüratını çıkartan insan mesela çok sıradan bir kapalı üst insanıydı. yanındaki arkadaşlarına söylüyor, sonra tribünün biraz durgunlaştığı bir yerde söylemeye başlıyorlar ve tezahürat yayılıyor. taraftar albümüne kadar giden bu tezahürat böylesine doğaçlama ve katılımcı bir şekilde yayılıyor.

    günümüzde böyle bir olayın yaşanma ihtimali de yok malesef. her yer taksim her yer direniş tezahüratı sonrası kimseler bilmese duymasa da bir yerlerden verilmiş bir vur emri var zaten. basitçe otokontrol diyebileceğim bu mekanizma işte, her konu gibi, ezbere olarak bu noktada da çalıştırılıyor. başka bir blokta rerere rarara bile patlasa bugün olayın çok başka yerlere gitme ihtimali var. "tribün" dışında kalan taraftarı eskiden cezbeden ve katılımı arttıran arada sırada istediği şeyi söyleyebilme imkanıydı. o tepkisellik, o dinamizm, sahada olan olaya göre ya da başka bir konuya göre ağzını açma imkanı ortadan kalktıkça "tribün" dışındaki taraftarın soğuması kadar doğal bir olay da yok malesef...

    "peki neden hep arabesk?" sorusu var bir de. dünyanın en güzel bestesini de yapsan, abinin kulağına hoş gitmezse o tezahüratın söylenme ihtimali yok. bir şey üreteyim desen, abilerin hoşuna da gitse kaza bela içindeki bir kelimeden bir anlam çıkarılırsa yine al başına belayı. türk müziğinde hatta sanatında yaşanan vasatlık neyse ve niyeyse tribündeki karşılığı da bu oluyor. radyoda duyduğu bir şarkıyı alıp söylüyorlar, dizesini prozodisini uydurabiliyorlarsa, abileri de okey veriyorsa söylüyor işte çocuklar...

    ondan sonra vay efendim bizim stadda neden gelen geçen şov yapıyor...
  • 8
    sosyal medyada yazılanları gördükçe cidden sinir oluyorum.

    https://x.com/...vns1hPuiH8q4279222Aw

    taraftar 70. dakika sonrası niye durulmuşmuş. saat 16:30’da tuzladan mesai bitişi yola çıktım 19:43’de koltuğuma anca vardım. etrafımda olan herkes stada koştur koştur son dakika gelebilmiş insanlardı. takım skor olarak geri düşüyor tribün bir o kadar daha da yüksek tempoya geçiyor. biri de demiyor aç, susuz 70 dakika çok yüksek tempo tribün yapıldı hakkını verelim.

    çok uzun süredir kombine sahibi biri olarak rahatlıkla şunu diyebilirim çok uzun süredir bu kadar yüksek tempolu bir tribün görmedim.
    stadyumda bulunan herkesin ağzına, emeğine sağlık.
  • 9
    bugün* aralarında olacağım kardeşlerim.

    bir kaç noktaya değinmek istiyorum. arkadaşlar, bugün gerçekten farklı. bakın 1 puan belki de bi gruptan çıkaracak. elbette ki hedefimiz 3 puan; ama bayern kopenhag’ı yendiği sürece 1 puan da bize 3 puan değerinde olacak. ayrıca biz bugünkü skordan bağımsız olarak hem bugün hem de 12 aralık 2023 kopenhag galatasaray maçında kaybetmemek zorundayız. dolayısıyla ligdeki gibi baskın favori çıktığımız maçlar gibi değil. çok farklı.

    bunu neden diyorum? olur da maç son düzlüğe berabere ya da allah korusun 1 farklı mağlup falan gireriz. allah aşkına düşmeyin maçtan. ya da çok gol kaçırır takım, baskı yer vs vs. normalde ultraslan’ın hatası sevabı çoktur ayrı; ama sebahattin şirin dün çok güzel bir cümle kullanmış; “seyir zevkine değil göreve” diye. aynen öyle. bu maç seyir zevki maçı değil sahadaki kadar efor sarfetme maçı. keza telefonları maç öncesi fotomuzu videomuzu çekip kapatalım bu maçlık.

    2 saat sadece manu, galatasaray ve tribün olsun hayatımız. sorunlarımızı, hatta mutluluklarımızı unutalım. takımla tek vücut olalım.

    şunu çok duyuyorum; “ya kardeşim tamam da parayı basıp maça gelen falanca tribün bağırmıyor. şurası topçu yuhluyor. selfie çekiyor.” bu sözlükte herkes taraftar, seyirciler bu sözlüğe gelmez. benim hedef kitlem taraftarlar. madem bu yağmurda çamurda farklı şehirlerden gelmeyi göze alacak insanlarız, madem maç çıkışı işkencesine bile evet diyoruz. o zaman seyircileri de görmezden gelelim.

    ayrıca bağırmayanın rüyasına sn. starımızın şu şarkısı girsin daha ne diyim*

    https://youtube.com/...?si=TSzgSMEtmWBmg4VB
App Store'dan indirin Google Play'den alın