• 27
    sanırım 2010 senesinde çok sevdiğim beşiktaş'lı bir abim ile restoran'da yemek yiyorduk. ikimizin de işi bilgisayar başında olduğu için sık sık mailleşir ve dertleşirdik kendisiyle. her türlü konular geçerdi ve tabiki kız konusu da dahildi buna. en nihayetinde ikimiz de 2011 senesinde evlendik. ama konumuz o değil.

    restoran'da konumuz her zamanki gibi futbol idi. o zamanlar tabi q7 ve çetesinden sık sık bahsederdi kendisi. konumuz bir şekil ercan taner'e bağlandı. abi bana ekşi sözlük'te gördüğü bir yazı'dan bahsetti. başlık ercan taner'in iftara doğru programını sunması hakkındaydı. ardından ercan taner'in küçüklüğü başlığını gösterdi. güldük eğlendik.
    o sohbet'te ekşi sözlüğün varlığından haberdar oldum.

    iş yerinde her gün artık ekşi sözlük takip eder oldum. güncel olaylar, futbol konuları vsyr.
    ama yazar olmak istemedim hiç, okumak bana yeterince zevk veriyordu. dünya'da ne olup bitiyorsa hep sol frame'den öğreniyordum, herkes'ten önce hemde.

    günün birinde ekşi sözlük'te transferleri takiğ ederken galatasaray sözlük diye bir sayfa'nın varlığını okudum. girdim baktım, zaten o aralar ekşi çok sıkıyordu. saçma sapan başlıklar, her türlü küfürler, maç başlıklarındaki yanlış bilgi vermeyi adet görenler felan. tam yerini bulmuştum, dedim ki bırak lan dünyadaki olayları, burası sadece galatasaraylılara ait. bu sayfa bana yeter.

    yaklaşık bir sene boyunca bu sözlüğü takip ettim. çok beğendim. yine her gün buradaki yazarların yorumlarını, verdikleri bilgileri okuyordum. bilgileniyordum, bilgilendiriyordum. tabiki yazarak değil, diğer galatasaray'lı arkadaşlarıma gssözlüğü anlatıp, oradan bilgi alabileceklerinden bahsediyordum. bazen ''sen nerden biliyorsun olm bunu?'' dedikleri oluyordu. ''galatasaray sözlük diye bir sayfa var, tavsiye ederim'' diyordum hep.

    yine hiç yazar olma fikrim yoktu, zaten bir kere sadece merağımı gidermek için denemiştim, imkansız olduğunu görünce bırakmıştım. sadece bilginecektim, zamanında ekşi sözlükte yaptığım gibi.

    ardından bir gün 2012 yılında hacc'a gidecek sözlük yazarları başlığına rastladım. başlık çok ilgimi çekti, çünki ben de 2012 senesinde hacc'a yazılmıştım. başlığı loewenherz abim açmıştı. bir imkanım olsa da şu başlığı açan kişiyle görüşüp, tanışsaydım istiyordum. girdim loewenherz'in başlığını araştırdım, nedir, neyin nesidir diye. adam benim gibi isviçre'de kalıyormuş. şok etkisi oldu bende. bu kişiyi tanımalıydım.

    yaklaşık 1-2 hafta sonra hacc hazırlık toplantısı vardı. bir yandan ''loewenherz kesin buralardadır'' diyordum. diğer yandan avrupa'daki türk cemaatleri bilen bilir, o kadar ayrıyızki. milli görüş, diyanet, süleymancı cemaati. sadece türk cemaatleri 3 ayrı kafile götürüyor hacc'a. loewenherz diğer cemaatlerin arasında da olabilirdi.

    bizim hacı toplantısında erkeklerden nerdeyse herkesi tanıyordum. uzun süre göz gezdirdim. ümidi kestim. tam o anda çok sevdiğim, uzun zamandır tanıdığım çok çok iyi bir galatasaray'lı abim çıktı karşıma. ''sen de mi hacc'a geliyorsun?'' diye başladı sohbet. sonra benim jeton düştü. toplantı salonuna girerken dedimki kendisine ''abi..., sen loewenherzmisin?''
    şok olmuştu. ''hayırdır? sen nerden biliyorsun?'' - ''sen de mi yazarsın?'' diye karşılık verdi hemen. benden kaçmaz dedim, sadece okuyorum dedim, ama iyi tevafuk oldu.

    o gün bu gündür sohbetlerimizde hep sözlük konuları geçer. ''şunu gördünmü?'' ''bunu okudunmu?'' diye sorarız birbirimize hep. hatta medine'de bir çocuk çakma galatasaray formasıyla önümüzden geçmişti, arkasında elmander yazıyordu. ''abi şunun fotoğrafını sözlüğe atsana, öyle bir başlık vardı diye hatırlıyorum'' demiştim. foto bulanık çıkınca halledemedik o işi, ama o kadar iyi biliyordum sözlüğü.

    ardından loewenherz abim baskı yaptı, lütfen sen de gel, sen de gir diye. direndim, direndim. sonunda tamam dedim. olmayıp çok uzun sürünce beni galasözlük'e yazar etmeye karar verdi. oraya çabuk üye olduk. müthiş giriş yapmıştım. fakat iş yeri o sayfası bir ay sonra kilitleyince bir daha yazı yazamadım. kayboldum gittim.

    o anda gssözlüğün mesajı geldi, çaylak oldum. 20 entry yazdım. bekledim, çok bekledim. ve sonunda ''yazar oldunuz'' dedi bana. o gün bugündür buradayım. ercan taner sağolsun...:)

    fakat en büyük emek loewenherz abimindir. kendisi'nin yeri bende çok ayrıdır. aynı gün hacı olup, yaklaşık 1 sene sonra ise aynı gün baba olduk. hayatımızın iki en mutlu gününü aynı gün yaşadık ve inşallah beraber daha nice güzel günler yaşayacağız.
  • 28
    google'da arama yaparken keşfetmiştim ben de sözlüğü. derken her gün girmeye yazılanları okumaya başladım. ayrıca her maçta devre arası ve maç sonunda yazdığınız yorumları takip ediyordum hepinizden yeni bir şeyler öğreniyordum. sonra geçen yıl üniversiteye girince maçları pek fazla izleyemez oldum ama sizin yorumlarınızı ve maç özetlerini izlemeyi ihmal etmedim. sonra bir baktım yazar alımları var. heyecandan bilgisayarı kaptığım gibi arkadaşlarımın yanına koştum. nick aradık durduk fazla geç kalmak istemiyordum birinin tavsiyesiyle bu nicki aldım pek memnun kalmadım ama tek amacım yazar olmaktı, nick elbette önemliydi ama ikinci plandaydı. sonra üye oldum sözlükten hiç çıkmaz oldum sonra birde baktım mesaj geldi yazarlığım onaylanmış. valla o sevinci anlatamam sözlük, üniversite sınavını kazanırken bile böyle sevinmemiştim. :)
  • 29
    öncelikle victor hugo tarzı uzun betimlemelerim ve uzun tanımlamalarım olacaktır. belirtmek istedim.

    1930'lu yılların başlarında süpermarketlerin king cullen aracılığıyla dünya genelinde baş göstermesi, hatta bu süpermarketlerin yavaş yavaş türkiye'ye gelmesiyle, bakkalların hicran dolu, çaresizce ve yarı çirkefçe olan; "(gbkz: oooo cevdet bey bakıyorum da süpermarketten dönüyorsunuz ellaaaaam, bizde de vardı efenim alacaklarınız)" tarzı söylemler barındırdığı çaresizliğin ana hatları olan hayatımın, hatta ve hatta 90 dakikasını sürekli önde baskıyla geçirdiğim, net 5-10 tane ceza sahasının dışından gönderdiğim topların direkten dönmesi, kaleciyle karşı karşıyayken topu direkt olarak üstüne vurduğum, bomboş kaleye artistik bir hareketle gol atacağım diye çırpınıp nice kaçırdığım pozisyonlarım, federasyonun en olmayacak hakemlerini maça atadığı, vara yoğa çalınan aleyhime olan faullerin haddi hesabının olmadığı, 90 dakikanın ardına eklenen +4'ün 3:39'unda kontradan gol yediğim, böyle bir bahtsızlık, düzenli olarak kaybettiğim bir hayatım, özeti olarak ise basit goller yedik söyleminin kol gezdiği bir hayatım. herhangi bir olayda bile, en ufak bir şeyde bile umut tedarik edemediğim, illagelleştirilmiş bir hayatım. işte bu bahtsızlık, çaresizlik, yalnızlık, basitlik ve düzenli olarak kaybettiğim hayatımın ortasına güzel bir insan yerleşti; tutunulkeyf.

    önce kendisini, bir tiyatro sahnesinde gördüm. ferhan şensoy'un "parasız yaşamak pahalı" adlı oyununda "şakir" karakterini oynuyordu, gülmekten artık yanımdaki arkadaşımı yumruklattırarak. sonra dedim ki o borazan sesli dostuma "olum lağn, ben bu abiyi bir yerden tanıyorum" pek iplemedi beni. meğer aynı kahvede izliyormuşuz maçı. oyundan iki hafta sonra, yine maçtayız, devre arası oldu, o telefonda kırmızı bir ekrana bakıyor. tanımıyorum daha onu, o kadar hayran kalmışım ki, adeta enver paşa'nın alman hayranlığı gibi, gözüm onda. sonra birden arkasını dönüyor, benim ona baktığımı görüyor, selam veriyor. ne yapacağımı bilemiyorum, heyecanlanıyorum, kafamı eğiyorum ben de. sonra zaman geçiyor, ben okul tiyatrosunda icra ediyorum yapabildiğim kadarını. sonra okul tiyatrosunda bir abi, gel seni bizim tiyatroya götüreyim diyor. gidiyoruz birlikte. çalışma başlamamış, yanına götürüyorlar beni tutunulkeyf'in. beni galatasaraylı diye tanıtınca gözlerinin içi gülüyor. "(gbkz: ulan hep hayalimdi, galatasaraylı bir tiyatro ekibim olmasını istemiştim, oldu sonunda)" diyor. ben de cesaretimi toplayıp, "abi aynı yerde izliyoruz maçı" diyiveriyorum. prova bitiyor, hayran kalıyorum. çıkışta kol kanat geriyor bana, çay içiyoruz hep birlikte. yavaş yavaş ısınıyorum her şeye. maçları onların sırasında, onlarla birlikte izliyorum. hayatımın bir düzene girişi, mutluluk uzun zaman sonra yerini alıyor yüz hatlarımda. kendimi daha bir güçlü, inanmış, silik bir karakterin yavaş yavaş toplumda yer bulmaya başladığını görüyorum onun sayesinde. büyüyor muyum? bilmiyorum. 2011-2012 sezonu sampiyonluğunu ağlayarak yaşıyoruz birlikte, hatta şikecilerin arkasından koşup "(gbkz: koyduk mu laaaağn, koyduk mu?)" diye bağırıyoruz. sonra bir gün oturuyoruz, anlatıyor bana galatasaray'ı. onu nasıl sevdiğini, yaşadığı nice güzel anıları. işte o sırada yine telefonunu çıkarıyor ve o kırmızı ekran yine geliyor. "(gbkz: abi bu site ne?)" diyorum, "galatasaray sözlük" diyor. anlatmaya başlıyor sözlüğü, formatı, burda takıl diyor, çok iyi galatasaraylılar tanırsın, galatasaray'ı daha iyi anlarsın. evde bilgisayarım yoktu o zaman, telefonumda internette rahatça gezmek için elverişli değildi. 2012-2013 sezonunda okumaya başladım sözlüğü. ısındım baya. her günüm burda geçiyordu. burda benliğim vücut buluyordu. zaman geçti, yazar alımları açıldı diye mesaj attı ruhunuzu koyun ortaya. girdim hemen, kayıt oldum. 1 aylık gibi bir süreçte, yazarlığım onaylandı. işte böyle abilerim, ablalarım. her şeyi yine tutunulkeyf'e borçluyuz.

    nize güzel insanlar tanıdım, abiler edindim. sosyal medyam adeta burası oldu. günlük hayatımın %90'ı burası oldu.

    sevin burayı, değer verin. kendimi kurtlar vadisi'ndeki ömer baba gibi hissetttim ulan. neyse, hadi eyvallah.
  • 33
    doğdum. her insan evladı gibi evvela oluverdim ve olduğuma dair herhangi bir fikrim yoktu.

    sonra 'fikri' öğrendim. tanımaya başladım ve ayrışıyordu her şey. önce annemle başkaları vardı, sonra eş dost. mahallede takım belirlerken adım alıştığımız arkadaşlar. rekabet çıktı ortaya. sonra işler karıştı.

    doğru ile yanlış geldi. her insan bu anda yazmaya başlar ve her insan bir yazardır, kendi senaryosunda. iki fiilin arasını doldurmaya başlar. ben de böyle başladım. doğmak ve ölmek fiillerinin arasına sıkışmış bir özneydim herkes gibi. en başlarda niyetim basitti. kısa cümleler, umursamaz.

    yalnız klişe.

    şu an yaptıklarımın aksine yazıp silmiyordum o yıllar. sonra her yazdığımızın doğru kabul olmayacağı okul yılları başladı ve bizler kalemlerimizi traşlamak zorunda kaldık.

    biraz daha klişe.

    okul bitti. hayata kalifiye işsiz olarak atıldım. o andaki kararım bir kaç tümce yazıp bu senaryoyu bitirmekti. erken ya da geç önemi yok. senaryo bitecek ve patronun mutlu son istediği falan da yok. sonu olan bir senaryo var ortada ve her şey o senaryoyu daha güzel hale getirebilmek içindi. senaryo tekti ve mecburen bitecekti. bitecek olan bir şeyi ciddiye almaya gerek yoktu kanımca.

    biraz klişe, biraz orijinal, alabildiğine absürd komedi.

    sonra alışmaya başladım. başta ucu bucağı gözükmez gibi gelen küçük piyeslere alışıyordum, diğer oyunculara ve senaristlere de alışıyordum; ki 'uyum sağlamak' pek övüneceğim bir özelliğim olmamıştı hiçbir zaman. ben alıştıkça varlığım da ölüme alışıyordu, doğum ölümle adım alışıyordu, kaybedeceğini bile bile. mahallede hiç değilse rekabet vardı.

    yazarlık içinde yazarlık yapmaya karar verdim sonra. senaryoyu içeriden fethetmekti amacım. yazdıklarım okunabilir ve sonsuza uzanabilirdi. hayat senaryosu içerisinde zaten yaptığımız işi, bir kere daha yaparak ölümsüzlüğü bulabilme fikri cezbediyordu beni. yine de yeterli bir tetikleyici değildi.

    bu senaryodaki küçük piyeslerden birindeydim, lakin bu kadar özel olabileceğini pek tabi farketmemiştim. eski yazarlar tarafından, ki sadece kendi hayatını yazanlardan bahsetmiyorum, defalarca anlatılmış halbuki; katacağım yeni cümlelerin her göze farklı bir anlam ifade ettiği, ben o güne kadar pek ciddiye almamıştım açıkçası. dalga geçtiğim bile söylenebilir.

    bir klişe, biraz orijinal, alabildiğine absürd komedi.

    orada duruyordu aşk denen meret ve hiç düzgün kelimeler taşımamıştım yanımda. bütün bir senaryo, bunun üzerine inşa edilmiş ve ben bunu kendi senaryosunun birincil ögesi olarak kavrayamamışım. şimdi sanki yıllardır bu anın hayalini kuruyor gibi davranmam gerekiyordu, belki de içimdeki bir benlik onun hayalini kurmuştur bilemem; hissiyat çok tanıdık geliyordu çünkü; ama yine de 'seni seviyorum' demek çok bayat geliyordu. biraz olsun anlayabilmek ve anlatabilmek için çekilen onca zahmetten anlamam gerekirdi, marazı da huzuru da doğurduğunu.

    habersiz gelişinden belli etmeliydi, ölümün kardeşi olduğunu.

    biraz daha komedi, ama bu sefer romantik.

    bir tercih, bin ihtimali yok ediyordu nezdimde, o güne kadar. ilk defa bir tercih korkutmamıştı beni bu denli ve galiba adam olmak için askere gitmeye ihtiyacım kalmamıştı. sanırım artık bin ihtimal yoktu, çünkü tercih ihtimali öldürüyordu.

    ve ölüm de o kadar kötü bir şey değildi. kardeşi bu kadar güzelken, kendisi çirkin olamazdı.

    biraz daha klişe.

    söyleyememiştim o an ne hissettiğimi, saçlarını ve gözlerini benzeteceğim herhangi bir materyal gelmiyordu aklıma, saçını benzetsem altının sarılığından utanması gerekirdi kanımca. ben de yazmaya karar verdim. dahası ilk defa bin ihtimali göz ardı etmiştim, ancak başka olayların ihtimali hala ayakta duruyordu ve ben hala niyetimi basit, ihtimalleri ayakta tutmaya kararlıydım. orada her şey canlıydı, belki temellerini benim attığım bir karakter galatasaray'dafutbol bile oynayabilirdi.

    perde kapanır, bitti. şimdilik.

    galatasaray sözlük yazarı olduğum piyes en sevdiklerimdendir, bilesiniz. o da artık başka zaman.
  • 40
    abzalık evet bildiğiniz abazalık hemen anlatayım.

    yıllardan 2013 ilköğretim bitmiş liseli olmuşuz artık.** yazin memlekette anneannemin yanında kalıyorum. sıcak yaz günleri facebook'da filan bir hazal çağlar furyası gidiyor. yazdım google'a ismini çıkan sayfalara tek tek bakıyorum. önce twitter ve facebook adresleri çıktı sonra sözlükte başlığı çıktı açtım bakıyorum resim filan var mı diye sonra gözüm sol frame kaydı nasıl bir yermiş filan derken işimi halledip çıktım.*
    sonra ara ara girmeye başladım ve karlı juve maçından bir gün önce kaydoldum. ondan tam 11 ay sonra çaylaklık ondan 2 hafta sonrada yazarlık mertebesine eriştim.
  • 42
    maltepe askeri lisesindeydim.

    her sabah uyandigim da koguștan dersliklere gectikten sonra ilk ișim laptoptan google'ye girip "galatasaray haberleri" yazmak oluyordu. cunku sadece o ara bos vaktim oluyordu ve fanatik, fotomac vs. sacma sapan haberlere maruz kaliyordum. telefon kullanmamiz zaten yasakti. okuldaki internet sadece gazete okumamiza izin veriyordu. yeryuzundeki sitelerin neredeyse %90'ı yasaklı idi. ekși, uludag, itü sozluk falan hak getire.

    ne hikmetse "kötü sozluk" kadrajlarindan kacmiș sanirim ve orada yazip cizmeye basladim kendimce. sozlukte ben dahil 4 kisi falan yaziyorduk :)

    o zaman galatasaray sozlugun varligindan bile bihaberdim. sonra kotu sozlukte galatasaray sozluk ile alakali bi entry görmüștüm. galatasaray sozluk ne aq oyle bi sozlük mu var falan oldum. girecegine de hic ihtimal vermiyordum ama beni heyecanlandirmisti. sonra google'ye galatasaray sozluk yazdim. ayni interneti 300-400 kisi kullandigimiz icin yaklasik 2 dakika icinde yuklendi ve en ustteki rerererarara.net sitesine umutsuzca tikladim. acildiginda ve aktif olarak kullanildigini gordugumde mutluluktan ucuyordum. hemen uye oldum ve kimseye soylemeden 1 sene kullandim.

    cunku hangi sitelere girdigimiz surekli kontrol edildiginden yakaladiklari zaman direkt yasakli sitelere ekliyordu komutanlar. bi keresinde azeri bi muzik indirme sitesi bulmustuk yasaksiz. 3-4 kisi kullanmaya baslayinca farketmis olacaklardi ki hemen onu da yasaklamislardi.

    kapatmasinlar diye kimseye soylemeden gizli gizli kullandim. hergun fanatik'e maruz kalmayacagim icin cok mutluydum.

    sonra kara harp okuluna gectim ve ayni durum orda da yasaniyordu. daha sonra okulu kapattilar zaten:)

    edit: entryi telefindan girdigim icin ı, ğ, ç, ș harflerini kullanamadim. affola.
  • 45
    benimki o kadar eski değil.

    işbu entry'nin yaratılış tarihinden en fazla 2-3 yıl öncesidir. google'da gezinirken şans eseri sözlük'ü fark etmiştim. birçok renktaşın yaşamış olduğu gibi ekşi'de uludağ'da galatasaray başlığını ararken oldu bu hadise.

    sözlüklerde genelde fazla yazmazdım. geceleri girip başlık okurdum sadece. galatasaray sözlük'te de böyle olmuştu. ara ara denk gelirsem, aklıma düşerse girip sözlüğe bakardım.

    sonra uykusuzluk problemi baş gösterince fark ettim ki ben geceleri ne yapsam sıkılıyorum. 2017 yılı yazının bu şekilde geçmesinin ardından bir ara sözlüğe hiç uğramaz oldum ta ki aralık ayına kadar. geceleri paso sözlükteyim, girilen entry'leri yiyorum tabiri caizse.

    bu şekilde geçen 3.5-4 ayın ardından telefonum bozuldu ve tam gece kuşu oldum. kız arkadaşım (eski) uyuduktan sonra onun telefonunu gasp ediyor ve geç saatlere kadar sözlükte takılıyordum.

    gel zaman git zaman fark ettim ki; ben de artık bir şeyler yazmak istiyorum, kimi yazarların mesaj kutularını doldurmak hatta kendimden bıktırmak istiyorum. ama yok arkadaş bir türlü yazar alımına denk gelemiyorum. ah hagi ah sen yok musun!* zaten yazarlığımı da onaylamamıştı patron, "sıra var bekleyivericen gari" diyerek sanki.

    neyse sadede gelelim. 2018 mart ayının son gününe girmişken eve geç gelmiştim. hemen bilgisayarı açıp sözlüğe girdim okuyorum yeni günün ilk entrylerini falan. dedim bir twitter'a gireyim acaba neler olmuş?

    daha önce birçok kez rahatsız ettiğim, yazar alımında bir şans tanımaları için yalvardığım "galatasaray sözlük twitter hesabı" bana mesaj atmış??? dm atmış sözlüğün twitter hesabı yahu! gayet resmi bir dille; "şı linktin iyi ilibilirsiniz"* yazılmış.

    hemen girip hızlıca üye oldum ama bir de ne göreyim? hiç bilmediğim bir "okur modu" diye bir hede varmış meğersem. çaylak olarak başlayacağımı biliyordum tabii ki ama bu okur modu da neyin nesiydi?

    velhasılıkelam sayılı gün çabuk geçer diyerek bir şekilde okur modu'nu tamamladıktan sonra "çaylak oldunuz" maili geldi.

    ve daha sonra 8. nesil'in ilk yazarı olacak ben ilk çaylak entrylerimi girmeye başladım.

    sonra ne oldu biliyor musunuz? çaylak olduğum günün akşamında "yazar" oldum ben. sabah 06:00'da sözlük yenilendi, okurluktan çaylaklığa geçildi, ben okula gidip sınava girdim ve akşama doğru eve geldim.

    hagi'ye mesaj atarak acaba bir liste mi var, yazarlığım ne zaman onaylanır diye sorunca, o tok, soğuk sesiyle* beni üzen cevabı verdi; beklemelisiniz.

    peki ben durur muyum? dedim bu çoktan burjuva özentisi olmuş*, başka mod yok mu online acaba? baktım bir tek salyangoz online. ona da çok teşekkür ediyorum buradan, tek tek entrylerim üzerinden konuştuk ve formata hakim olduğuma kanaat getirerek yazarlığımı onayladı.

    onu pişman edecek hiçbir şey yapmamaya gayret ederek entry girdim hep. yeri geldi ceza verdi bana bu ilişkiyi kullanarak.

    ama şu bir gerçek ki; yazar olduğumdan beri sözlük hayatımda öyle büyük bir yer kaplıyor ki anlatamam..

    edit: imla.
  • 46
    olay arkadaşımın bana transfer söylentilerini uçurması ile başlar;

    ark: başkan şu oyuncular gelecek şu oyuncular gidecek.

    ben: lan nereden biliyon söyle artık.

    ark: galatasaray sözlükte kırakerboy* var adam yazıyor orda.

    ben: vaay gs sözlük mü varmış dur bir bakayım.

    2 sene misafir takıldım, 3 ay okur modu derken buralara kadar geldik işte.
  • 48
    nasıl olduğunu hiç hatırlamıyorum. ne sözlükten nasıl haberdar olduğumu, ne de nasıl kayıt olduğumu.

    ama bazı ihtimalleri sıralayabilirim sanırım.

    sözlükten haberdar olmam, ich veya captano sayesinde olabilir diye düşünüyorum.

    birkaç yıl sadece okurlukla yetindiğimi hatırlıyorum. sonra sanırım 2011/12 sezonu şampiyonluğu şerefine yazar alımları açılmıştı da çaylak entrilerimi girmiş ve çok geçmeden yazarlığım onaylanmıştı. ya da çok uzun bir bekleme süreci mi geçirmiştim? emin değilim.

    hâlâ okumayı daha çok sevdiğim söylenebilir. genel olarak yazmayı da severim ama okumak daha farklı bir eylem benim için. üzerinden hemen hemen 6 yıl geçmiş, neverfall yazarlığımı onaylayalı ve ben şimdiye kadar sadece 500 kadar entri girmişim.
  • 49
    senelerdir az çok takip ettiğim bir platformdu. ama nedense hiç yazar olmayı düşünmemiştim. ama özellikle 2017-2018 sezonunun yaz transfer dönemi malumunuz çok fazla söylenti vardı. quakerboy isimli eski efsanevi yazarın duyumlarını okumaya başladıkça bir baktım aslında baya vakit harcamaya başladım sözlükte. ama yine de üyelik başvurusunda bulunmamıştım. öyle çok yazar olup görüşlerimi paylaşma motivasyonum yoktu.
    nisan ayında dedim en çok vakit harcadığım sitelerden biri gssözlük olmasına rağmen neden hala üye olmuyorum diye sorguladım kendimi. az da olsa belki yazdıklarımla kendimce küçük bir katkı verebilirdim.
    bir anda dedim hadi ya üye olayım ne olacak derken başvurdum. pek genç olmama rağmen 8.nesil yazar olma sebebim sanırım bu. iyi ki de başvurdum ve yazar oldum bu sözlüğün bir parçası oldum.
  • 50
    ne zaman gördüğümü tam hatırlamamakla beraber, yanılmıyorsam üniversite 1 ya da 2 tesadüfen fark etmiştim böyle bir platformun olduğunu. çok da hoşuma gitmiş ve hemen heyecanla üye olmak için koştur koştur rerererarara.net’e gelmiştim ama ne yazık ki o zaman yazar alımları kapalıydı :(

    ama kafaya koymuştum bir kere, içerideki ortamı düşündükçe bu platforma katılma isteğim hep artmıştı. burada beni cezbeden, hoşuma giden bir şeyler vardı.

    hemen twitter’dan gssözlük hesabını takibe aldım, bildirimleri açtım, pusuya yattım; kayıt açılınca hemen girişimleri başlatacaktım*.

    sonra bir gün sözlüğün 10.yıl kutlamaları olduğuyla ilgili bir bildirim geldi, üyelik alımları da kapalıydı ama kendi kendime dedim oğlum fırsat bu fırsat gir bakalım bir şansını dene. valla denedim oldu.

    çok şükür; okurluktu, çaylaklıktı derken nihayet yazar olmak şerefimize nail oldu*. ve şu an burada olmaktan ziyadesiyle memnun ve mutluyum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın