"sinemayı seviyorum, iyi filmler yapıyorum, bu da bana yetiyor. şüphesiz yaratıcının törel sorumluluğu sorununu göz önünde bulunduruyorum, ama pek aydınlık, pek bilinçli bir tarzda belirtmeksizin. bu sorumluluk duygusu bende bir japon olarak ve insan olarak doğuyor. bu duygu farkında olmaksızın, ben bilincine ermeden filmime giriveriyor. bende bilinçli ve isteyerek meydana gelmiş bir bağımlılık yok. bağımlılık bende hiçbir vakit bir karar sonucu değil.
siyaset benim için çok önemli, ama bir insan olarak, bir yurttaş olarak; yoksa bir sinemacı olarak değil.
bana kalırsa yapıtlarımda iki eğilim vardır. bir gerçekçi eğilim (noraianu- kuduz köpek ve ikuru-yaşamak) filimlrimde, bir de sanatçı eğilimim (yedi samuray ve örümcek şatosu). yapıtlarımda bu iki eğilim var. ama ikisi de ben farkında olmaksızın, kendiliğinden doğuyor.
ben kendimi gerçekçi saymıyorum. gerçekçi olmaya çalışıyorum ya, değilim. bir türlü gerçekçi olamıyorum, duygucuyum çünkü. plastik sanatlara, güzelliğe çok derinden bağlı olduğumu hissediyorum. gerçeğe soğuk bir bakışla bakamam. bundan dolayı gerçekçi değilim zaten. öyle sanıyorum ki, filimlerim de bazen kıyıcı sahneler bulunuyorsa, bu gerçeklikten değil de zayıflığımdan ileri geliyor. gerçekte yufka yürekliyim ben.
savaş sırasında söz özgürlüğü yoktu. savaştan sonra japonya üzerine söylenecek öylesine şeyim vardı, öylesine ''dolu''ydum ki, o vakit benim için tek anlatım aracı gerçeklikti...
sinemaya çok giderim. bana en çok şey veren yönetmenler mi?
bergman, visconti, antonioni, fellini, wajda, john ford, richardson...ve fransız yeni dalgası... japonlara gelince, ozu ile mizoguchi'nin ölümünden beri artık kimseyi seyretmiyorum.
filimlerimde, senaryodan kurguya kadar her şeyi kendim yaparım. ama bana en önemli görünen, senaryonun hazırlanmasıdır. senaryo filmin yapısı ve iskeletidir. yapı sağlamsa rahatça görüntü eklenebilir. senaryo yazmaya başladığımda, filmin yapısını düşünmem. japonya da genellikle sahneleri bölüm bölüm hazırlarlar. önce birini, sonra öbürünü çevirirler. bense; birinci sahneyi yazarım, sonra kendi düşgücüme bırakırım. sahne büyür, değişir, dönemeç alır.
bana göre, bir filim her şeyden önce görüntülerin ve sesin bireşimidir. en uyarıcı, gerçekten ürperdiğim an, sesi eklediğim andır. beni özellikle ilgilendiren müzik değildir, somut gerçek seslerdir."
''insan kendi yalanlarına inandıkça çürür.''
akira kurosawa