• 76
    "fakat insanların anlamaları zaman alacak ve bir süre zarfında, ötekiler şu adına, bu adına tezgahlarını sürdürüp gidecekler. fakat neyin adına?... neyin adina tıp, toplumsal düzenin her gün kasıtlı olarak yol açtığı yoklukların doğurduğu hastalıklardan para kırıyor?... neyin adına bir adam, pratikte kırk para vergi ödemeyen bir adamdan yüz kat azını kazandığı halde daha fazla vergi ödemek zorunda kalıyor?... neyin adına... hangi güzel ilke uğruna bu bokluğu yaşıyoruz, oysa bu binaların ağırbaşlı sadelikteki ön cepheleri başka mahallelerdeki on kuşak insanın elde edemeyeceği servetleri saklarken... bir sinema yıldızı ya da pop müzik starı neyin adına, bir yılda, yüzlerce işçinin, ya da üçüncü dünya ülkelerinde milyonlarca insanın ömürleri boyunca kazandıkları paranın toplamından çok daha fazla kazanıyor?... bugün ingiltere'nin tahtına oturmuş ve dünyanın en zengin kadını olan bir alman hiç vergi ödemiyor... neyin adına? hangi adalet? hangi yasa? hangi düzen? hangi tanrı? ve sanki bütün bunlar yetmiyormuş gibi, onlar, bir savaş, bir açlık, bir topyekün ölüm tehdidi altında tutarak insanlığı tutsak ettiler... bu kez yeni dünya düzeni adına, daha önce naziler, japon imparatorluğu, stalin tarafından ve şimdi de amerikalılar tarafından dile getirilen düzen... uluslararası para fonu da öyle... medya tarafından her gün anımsatılan ve gündemden düşürülmeyen tehditler ve korkular, dünyanın efendilerine var olmayan bir gelecek, ölü bir tanrı, yitip gitmiş bir peygamber, beyaz cübbe giymiş bir kaçık adına, hiçbir zaman sahip olamayacakları bir özgürlük adına topluluklara egemen olmalarını sağlıyor..."

    son sürgün - dragan babic
  • 77
    "sonra, yeryüzü etrafı gökle çevrilmiş uçsuz bucaksız bir mezarlığa dönüştüğünde yeni evler nereye yapılacak peki diye endişeyle mırıldanıyor, belki de insanlar artık gökyüzüne taşınacak diyor ve hemen peşinden de, dünyanın zaten şimdi de kocaman bir mezarlık olduğunu hatırlayıp bunca şeye boş yere kafa yorduğum için öfkeleniyordum."

    hasan ali toptaş - kayıp hayaller kitabı

    metinleri büyülü bir yazar hasan ali toptaş. kitaplarını okuduğumda çok defa geri dönmek zorunda kalıyorum. zira nasıl yazdığına bakmaktan ne yazdığını kaçırdığım çok oluyor. "ne olursa olsun, okunmalı" dediğim nadir yazarlardan.
  • 78
    "toprak yolun bittiği noktada, önümde sarı bir deniz uzanıyor. dizlerimin üstüne çöküp sudaki aksime bakıyorum. bu yüz, benim yüzüm. bu gözler, benim gözlerim. ellerim, benim ellerim... hep kendim kalacağımı idrak ediyorum o zaman. tanrım, bu nasıl bir lanet? derimi yırtmak, gözlerimi oymak, dişlerimi sökmek bir işe yaramaz. kendime mahkumum. ağlasam, gözyaşlarım benim gözyaşlarım. ben cehennemde değilim, cehennem benim içinde."

    (bkz: alper kamu cehennem çiçeği)
    (bkz: alper canıgüz)
  • 79
    18 yıl kadar önce tanıştığım ve çok sevdiğim bir şiiri paylaşmak isterim:

    eğer

    eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
    ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
    sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen; eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
    ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen; eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
    veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
    ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
    bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen; eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan, eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen, eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
    ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen; eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
    ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
    ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
    ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen; eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
    ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
    ve kaybedip yeniden başlayabilir
    ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen; eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
    işine yaramaya zorlayabilirsen
    ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
    başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen; eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
    ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen; eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse; eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen; eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
    altmış saniyede koşarak doldurabilirsen; yeryüzü ve üstündekiler senindirve dahasısen bir insan olursun oğlum...

    rudyard kipling
  • 80
    "bazen kendimi kimsesiz bir çocuk gibi hissediyorum... evden çok uzaklarda. ikiye dört bir oda. küçük bir pencere. köşede bir tuvalet ve ayna. ışık, daima ışık, gözü yakan, gündüzü geceye katan. bir hücrede tek başına bir adam; ama zihni kalabalık. öyle kalabalık ve karışık ki ceza olsun diye kapatıldığı bu hücre, onun insanlardan, acımasız dünyadan kaçabildiği tek yer. zaten onun tek arzusu da yalnız kalabilmek."

    hubert selby jr. *
  • 85
    "tanrıya inananlar için büyük soruların çoğu cevaplanmıştır. fakat biz, tanrı formülünü hazır olarak kabul edemeyenler için büyük cevaplar taşa kazılı değildir. yeni koşullara ve keşiflere uyum sağlarız. esneğiz. ne sevgi bir emir olmak zorunda ne inanç bir dikta. ben kendimin tanrısıyım. biz kilisenin, devletin ve eğitim sistemimizin öğrettiklerini silmek için buradayız. biz bira içmek için buradayız. biz savaşı öldürmek için buradayız. biz garipliklere gülmek için..." bukowski
  • 86
    geyikli gece

    halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
    her şey naylondandı o kadar
    ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
    ama geyikli geceyi bulmadan önce
    hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

    geyikli geceyi hep bilmelisiniz
    yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
    güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
    hepimizi vakitten kurtaracak

    bir yandan toprağı sürdük
    bir yandan kaybolduk
    glâdyatörlerden ve dişlilerden
    ve büyük şehirlerden
    gizleyerek yahut döğüşerek
    geyikli geceyi kurtardık

    evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
    üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
    üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
    caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
    kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
    sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
    bilir bilmez geyikli gece yüzünden

            "geyikli gecenin arkası ağaç
              ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
              çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
    ister istemez aşkları hatırlatır
    eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
    şimdi de var biliyorum
    bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
    dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

    hiçbir şey umurumda değil diyorum
    aşktan ve umuttan başka
    bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
    belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

    biliyorum gemiler götüremez
    neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
    örneğin manastır'da oturur içerdik iki kişi
    ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
    öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
    koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
    geyikli gecenin karanlığında

    aldatıldığımız önemli değildi yoksa
    herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
    gümüş semaverleri ve eski şeyleri
    salt yadsımak için sevmiyorduk
    kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
    ne iyiydik ne kötüydük
    durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
    başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı

    ama ne varsa geyikli gecede idi
    bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
    bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
    kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
    büyük otellerin önünde garipsiyorduk
    çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
    hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıçaklasak
    yahut sokaklara tükürsek
    ama en iyisi çeker giderdik
    gider geyikli gecede uyurduk

            "geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
              imdat ateşleri gibi ürkek telâşlı
              sultan hançerleri gibi ayışığında
              bir yanında üstüste üstüste kayalar
              öbür yanında ben"
    ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
    eskimiş şeylerle avunamıyoruz
    domino taşları ve soğuk ikindiler
    çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
    gölgemiz tortop ayakucumuzda
    sevinsek de sonunu biliyoruz
    borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
    ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
    daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
    oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
    iyice kurulamıyorum saçlarını
    bir bardak şarabı kendim için içiyorum
            "halbuki geyikli gece ormanda
              keskin mavi ve hışırtılı
              geyikli geceye geçiyorum"

    uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

    (bkz: turgut uyar)
  • 89
    “toprak yolun bittiği noktada, önümde sarı bir deniz uzanıyor. dizlerimin üstüne çöküp sudaki aksime bakıyorum. bu yüz, benim yüzüm. bu gözler, benim gözlerim. ellerim, benim ellerim... hep kendim kalacağımı idrak ediyorum o zaman. tanrım, bu nasıl bir lanet? derimi yırtmak, gözlerimi oymak, dişlerimi sökmek bir işe yaramaz. kendime mahkumum. ağlasam, gözyaşlarım benim gözyaşlarım. ben cehennemde değilim, cehennem benim içinde.”

    alper canıgüz - cehennem çiçeği
  • 90
    garson: efendim, sizleri burada görmek büyük mutluluk!
    cemal süreya: kim istemez ki mutlu olmayı? ama mutsuzluğa da var mısın?
    garson: anlamadım efendim?
    can yücel: geldiğin kadar değil, göründüğün kadar mutlusun ve sakın unutma; gittiğin kadar değil, hak ettiğin kadar unutulursun.
    garson: anlıyorum efendim… neyse, ne alırdınız?
    nilgün marmara: sen ne getirdin bana çocukluğundan?
    garson: çocukluğumdan mı? siz ne isterseniz mutfaktan onu getireceğim işte.
    edip cansever: bu aralar ellerim hep üşür benim. doktor ‘kansızlık’ der, ben ‘sensizlik’ derim.
    nilgün marmara: üşümüşüm, düşlerimin üzeri açıktı.
    garson : ekrem klimayı aç oradan, çattık ya!
    tomris uyar: bazen sessiz kalmak, kırıldığını göstermenin en iyi yoludur.
    garson: estağfurullah efendim, ne kırılması, bugün kötü bir gün sanırım benim için.
    yaşar kemal: gülümse karamsarları şaşırt, gülümse güller açsın yüzünde, gülümsemenle yayılsın ışık, dünyayı ısıtmasan da güneş gibi çevreni ısıt.
    garson: ekrem klimayı kapat, gülümsüyorum..
  • 91
    "insan başta hiç mutlu değildir, ama bütün hayatını kendisini mutlu edeceğini sandığı bir şeyin peşinde cabalayarak geçirir; nadiren amacına ulaşır, ulastigindada yanlizca düş kırıklığı ile karşılaşır, sonunda bir enkaz gibidir ve limana direkleri ve donanmaları yok olmuş şekilde gelir, ondan sonrada mutluluk ve mutsuzluk aynıdır; çünkü hayatı içinde bulunduğu her dakika yok olan andan fazlası değildir ve şimdide sona ermektedir."

    arthur schopenhauer
  • 97
    ..ya evlenin ya da evlenmeyin...
    ya da her ikisi içinde pişman olun.
    dünyanın aptallığına kahkahayla gülün
    pişman olun.
    onun için ağlayın
    ve yine pişman olun.
    dünyanın aptallığına kahkahayla gülün,
    ya da onun için ağlayın;
    her ikisi içinde pişman olun...
    kendinizi asın; ve pişman olun.
    kendinizi asmayın,
    onun içinde pişman olun.
    kendinizi asın yada asmayın
    ikisi içinde pişman olun
    ister asın ister asmayın,
    her ikisi içinde pişman olun.
    işte sevgili dostlarım,
    tüm insan bilgeliğinin özü.

    soren kierkegaard
App Store'dan indirin Google Play'den alın